Ortak potansiyelimizi harekete geçirebilecek miyiz?
Dünyanın birçok ülkesiyle birlikte zor bir dönemeçten geçiyoruz. Üretimin, ticaretin ve turizm faaliyetlerinin baş döndürücü bir hızla sürmekte olduğu bir dönemde ortaya çıkan bir virüs, tüm dünyada frene basılmasına neden oldu. Birçok ülkeyle birlikte biz de frene bastık ve durduk!
Gelinen aşamada yeni pozitif vakalara rastlanmaması sebebiyle, önümüzdeki ayın başında sektörlerin yavaş yavaş faaliyetlerine başlayabileceği konuşuluyor. Ancak hepimiz biliyoruz ki; salgın öncesindeki potansiyelimiz her ne kadarsa, o kadarına ulaşmamız bile hiç de kolay olmayacak.
Salgından önceki yaşam koşulları içerisinde hali hazırda iş bulamadığı için yoksul olan bir kesim vardı. Bununla birlikte çalışmakta olduğu halde yoksullaşmaya devam eden de bir kesim vardı. Türk Lirası’nın değer kaybetmesi ve yaşanan enflasyona bağlı olarak, çarşıya her çıktığında daha da zorlanan asgari ücretli kesim gibi örneğin.
Şimdi bu kesime kendi yağıyla kendi ciğerini kavurmakta olan küçük esnaflar da eklendi. İşleri biraz büyütüp yanında sınırlı sayıda personel çalıştıran orta ölçekli esnaflar da yoksullaşanlar kervanına katıldı, katılacak.
Bu sebeple turistten ve öğrenciden arınmış bu ada yarısında ortaya çıkacak olan talep boşluğunu doldurmak için çareler aranıyor. Birçok kişinin aklına “sığınılabilecek tek liman” olarak görülen Türkiye geliyor. Ancak tüm dertlere derman olarak görülen Türkiye’nin, sınırsız destek verecek bir ekonomik durumunun olup olmadığı henüz net değil. Nitekim geçtiğimiz günlerde Kıbrıs Postası TV’ye konuk olan Başbakan Ersin Tatar, Türkiye’den mali kaynak gelip gelmeyeceğine ilişkin sorulara net yanıtlar vermekten özellikle kaçındı. Bu konuların görüşülebileceği en erken tarih olarak ise bayram sonrasına işaret etti. Ancak bu kaynağın sağlanıp sağlanamayacağından öte, önümüzdeki badire tek bir dala tutunarak aşabileceğimiz bir badire de değildir.
**
Peki, mali yapımızı ağır aksak da olsa sürdürebilmek için talep ettiğimiz kaynak ne kadardır? Onu da geçtiğimiz haftalarda Maliye Bakanı Olgun Amcaoğlu açıkladı. Tasarruf tedbirleriyle birlikte ele alındığında üç ay için 672 milyon TL, yılsonuna kadarsa 3 milyar 358 milyon TL. Amcaoğlu, bu açığın bir kısmının iç borçlanmayla karşılanacağını söyledi. Önemli bir kısmının ise Türkiye’den talep edileceğini...
KKTC Maliyesinin Türkiye’den talep ettiği miktarın Türkiye ekonomisinin büyüklüğü içerisinde cüzi bir meblağ olduğu düşünülebilir. Öyledir de! Ancak Türkiye’de, salgın süresince ihtiyaçlı duruma düşen kişileri desteklemek için bizzat Devlet Başkanı Erdoğan tarafından başlatılan kampanyada 26 Nisan tarihi itibariyle toplanan paranın 1 milyar 839 milyon TL olduğunu da görebilmemiz gerekir. Bu bakımdan talep ettiğimiz kaynağın Türkiye tarafından karşılanması mümkün müdür? Değil midir? Bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak alışageldiğimiz şekilde “Türkiye’den para istemek” dışında alternatiflerimiz de olmalı. İradimizi ortaya koyarak ve tüm potansiyelimizi harekete geçirerek yeni kaynaklar yaratmanın yollarını aramalıyız.
**
Salgının toplumumuz içerisinde çok fazla yayılmadan kontrol altında alınmasından bir an bile mutsuzluk duymadım. Fakat tüm planlarımızı Türkiye’den gelecek katkıya dayandıran bir anlayışla hareket etmeye devam edersek korkarım ki içerisine gireceğimiz ekonomik girdap, bugün aştığımızı düşündüğümüz sağlık krizinden çok daha uzun sürecek. İşte o gün hep birlikte daha çok üzüleceğiz. Bu anlamda Türkiye’den talep ettiğimiz yardımlar yanında kaynak çeşitliliği yaratabilecek olanakları da değerlendirmeye almalıyız.
2000’li yılların başında Kıbrıslı Türklerin ortaya koyduğu çözüm iradesi sayesinde yürürlüğe giren AB Mali Yardım Programını bu açıdan hiç de küçümsemek gerekir. Yine 2004 referandumu sonrasında gözlemci üye statüsünde bulunduğumuz İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan böyle özel bir durumda belirli projeler çerçevesinde destek alabilmek için bir girişim yaptık mı? Alternatiflerimiz arasında bunlar da yer almalı.
Aynı şekilde salgın süresince işbirliği yapamadığımız Kıbrıslı Rumlarla eş zamanlı olarak normalleşmeye çalışarak yeni işbirliği imkânları geliştirebilir miyiz? Yeşil Hat Tüzüğü üzerine kafa yoruyor muyuz örneğin? Sahip olduğumuz başka varlıklarla insanların bu dönemi en az yarayla atlatabilmesi için adımlar atabilecek miyiz?
İç borçlanmayı ve yeni vergi düzenlemelerini bu olasılıklarla birlikte düşünebiliriz ancak. Yoksa gelecekte başka alanların finansmanı için ihtiyaç duyulabilecek tüm kaynağı, başka hiçbir alternatifi değerlendirmeden iç borç olarak tüketmenin faturası bize çok daha ağır olabilir. O yüzden hiçbir alternatifi milliyetçi reflekslerle veya başka gerekçelerle elimizin tersiyle itemeyiz. İtmemeliyiz!
Hükümetin, muhalefet partilerinin işbirliği çağrısına olumlu yanıt vermesi, tam da bu olanakları gözden geçirmek ve ortak bir potansiyel yaratabilmak için hayati bir ihtiyaçtı. Salgın süresince bu çağrı hükümet tarafından değerlendirilmedi. Bundan sonrası için muhalefet partileri yanında sivil toplum örgütlerini de işin içine katarak bu potansiyelin hayata geçirilmesi dünden daha önemli olacak.