1. HABERLER

  2. GÜNEY

  3. "Ortak vizyon olmazsa, ortaklık olmaz"
"Ortak vizyon olmazsa, ortaklık olmaz"

"Ortak vizyon olmazsa, ortaklık olmaz"

“Politis” gazetesi, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Kudret Özersay’la gerçekleştirdiği bir söyleşiye bugünkü sayısında geniş yer verdi.

A+A-

“Politis” gazetesi, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Kudret Özersay’la gerçekleştirdiği bir söyleşiye bugünkü sayısında geniş yer verdi.

Gazete’nin “Her Çözüme Hazırız – Uzlaşılmış Her Çözüme Hazırız” başlıkları altında manşet ve iç sayfalarından yer verdiği söyleşi şu şekildedir:

“Kıbrıs Türk tarafı müzakerelere, Guterres çerçevesi zemininde, Crans-Montana’da kaldığı yerden devam etmeye hazır mıdır? 

Kısır döngüye dönüşen bir sürece dahil olmamız söz konusu değildir. Müzakerelerin “kaldığı yer”, aynı zamanda müzakerelerin çöktüğü yerdir. Aynı sürece kaldığımız yerden devam etmenin bir manası yoktur. Ama çok daha önemli bir nokta var: Yalnızca süreçte değil, aynı zamanda Kıbrıs sorununun esasında, özünde de ciddi bir sorun olduğunu düşünüyorum. Bunu samimiyetle tartışmadığımız sürece herhangi bir yeni müzakere süreci bir kısır döngüden öteye gitmez. Biz bunu istemiyoruz.

Hem Kıbrıslı Türkler hem de Kıbrıslı Rumlar, siyasi eşitliğe dayalı, iki kesimli iki toplumu federasyondan bahsediyor, ancak iki taraf aynı cümleden, iki ya da ikiden fazla farklı şey anlıyor. Aynı şeyden bahsettiğimizi düşünüyoruz, ancak güç paylaşımını, siyasi eşitliğin, karar almalara eşit katılımın ve temsiliyetin anlamını, aynı zamanda dönüşümlü başkanlığı görüştüğümüzde, bunun geçerli olmadığı görülmektedir. 

Durumu şu şekilde izah edebiliriz: Bir ilişkiniz var ve karşınızdaki kişiye bu ilişkiye ciddi baktığınızı söylüyorsunuz, aynı şeyi karşınızdaki kişi de söylüyor. Ancak siz “ciddi ilişkiden” evliliği anlarken, karşınızdaki kişi bunu sadece bir tür arkadaşlık olarak anlıyor. Son 50 yıldır tekrarladığımız o meşhur cümleyi, çözüm şekli konusundaki cümleyi hepimiz tekrar ediyoruz ama farklı şeyi anlıyoruz.

Liderlerin, BM Genel Sekreterinin istediği derin düşünme döneminin ardından diyalog kurup tam da bunu konuşmaları gerektiğini düşünüyoruz. Yalnızca sürece değil, öze ilişkin bir diyalog kurulması gerekir. Kağıdın dışında, pratikte de ortak parametrelere sahip miyiz? Burada müzakereye değil, ortak bir vizyonun, ortak bir anlayışın olup olmadığının anlaşılacağı sağlıklı bir diyaloğa ihtiyaç vardır. 

İki kesimli, iki toplumlu federasyon ilkelerinde temel bir anlaşmazlık olduğunu düşünüyor musunuz? 

Evet tam da bunu söylüyorum, aynı şeyi söyleyip farklı şeyler anlıyoruz ve bu nedenle de çözüme dair farklı beklentiler geliştiriyoruz. İki toplumdan da sağ ve sol cenahtan liderlerin katılımı ile Kıbrıs sorununa ilişkin olarak gerçekleştirilen müzakerelerde yaşadığım12 yıllık tecrübede edindiğim izlenim budur.

Hedefte ortak bir anlayışa varamazsak, alternatif çözümün ne olduğunu düşünüyorsunuz? 

Tarafların, amacının özünü, tek taraflı belirleme imkan ve hakkına sahip olduklarını düşünmüyorum. Bazı zamanlar B Planından söz ediliyor. Ben her zaman ortak bir B planına, yani çözüm konusunda hedef ne olursa olsun, çözüm modeli ne olursa olsun, günün sonunda ortak bir iradeye ihtiyaç duyduğumuzu söylüyorum. 

Kıbrıslı Rumların, Kıbrıslı Türklerin rızası olmadan, çözüm ile ilgili hedefin şu ya da bu olduğuna karar vermeleri imkansızdır. Çünkü farklı parametreler zemininde bir çözüm söz konusu olsa bile, herhangi bir çözüm için, diğer tarafında rızasına ihtiyaç vardır. 

Ortak vizyon olmazsa, o zaman ortaklık olmaz. Bu durumda statüko Kıbrıs Rum toplumunu rahatsız etmiyor. Çünkü tanımadığımız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ve bugünkü durumun devamı düşünülebilir. 

Kıbrıslı Türkler için statüko tahammül edilemezdir ve değişmesini istiyoruz. Adını ne koyarsak koyalım, bunun, ortak kabul gören bir anlaşma yoluyla olmasını istiyoruz. Ancak bu, bize ne önerirlerse önersinler, bunları kabul edeceğimiz anlamına gelmez. 

Acaba Kıbrıs Rum tarafının, oldubitti yaratma çabası olarak gördüğü Münhasır Ekonomik Bölgedeki faaliyetlerin izahatı da bu mudur? Kıbrıs Türk tarafı statükoyu, Kıbrıslı Türkler için daha kabul edilebilir şekilde değiştirmeye mi çalışıyor?

Müzakere süreci devam etse de, etmese de, bir diyalog olmalıdır. Öte yandan kültürel miras ya da suça ilişkin teknik komiteler gibi, teknik konularda sürekli diyalog vardır. 2004 yılında tek seçeneğin, evet ya da hayır olduğunu bilsek de, Kıbrıs Rum toplumundan aldığımız mesaj, yönetimi ve refahı Kıbrıs Türk toplumu ile paylaşmaya hazır olmadığı yönündeydi. BM Genel Sekreteri bunu, Kıbrıslı Rumları suçlanmadan raporuna da not etti. 

Aradan yıllar geçti, ancak iyiye doğru bir gidiş görmedik. Tam aksine, en azından benim Cumhurbaşkanı ile gerçekleştirdiğim görüşmeden elde ettiğim izlenim, İsviçre’de yapılan son müzakerelerde, Kıbrıs Rum tarafının mesajının, özellikle de dönüşümlü başkanlık konusunda yönetimi paylaşmaya hazır olmadıkları yönündedir. 

Kıbrıs Rum tarafından beklediğimiz şey, yönetimi ve refahı bizimle paylaşmaya hazır olduğunu göstermesidir. Anastasiadis geçtiğimiz günlerde durumun aldığı şekilden duyduğu hayal kırıklığını ifade etti. Ben de, Kıbrıs Rum tarafının tutumundan dolayı hayal kırıklığı yaşadığımı söyleyebilirim. Son hidrokarbon tartışmasında, Kıbrıs Rum tarafından aldığımız sinyaller, evet siz de doğal zenginliğin ortak sahibisiniz ancak bunu sizinle paylaşmayacağız şeklindedir. Bunu biz karar verdiğimiz zaman yapacağız. O zamana kadar değerlendirmenin hangi şirketlerle, hangi koşullarda olacağına biz karar vereceğiz. Hal böyleyken, bizi ortak sahip olarak görmenizin bir anlamı var mıdır? 

Doğal gaz konusunda tam olarak nasıl bir ortak karar verme mekanizması ya da uzlaşma süreci hayal ediyorsunuz? 

Doğal gaz konusunda bizi avutacak bir komite aramıyoruz. Bir sürecin başlamasının gerekli olduğu kesindir, çünkü hoşumuza gitse de gitmese de şu anda hidrokarbonla ilgili bir kavganın içinde bulunuyoruz. İki taraf arasında bir özellikle bu konuda arabuluculuğa ihtiyaç vardır, başka sorunlara göre bu daha acil çözümü gereken bir uyuşmazlıktır. 

Ancak burada yalnızca Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türkler arasında bir zıtlaşma söz konusu değildir. Bunun, özellikle Türkiye ile ENI arasında olduğu söylenebilir, değil mi?

Durum gerçekten Türkiye’yi de içine alır, ancak yansıttığınız gibi değil. Eğer TPAO, tartışmalı olduğunu düşündüğünüz bu bölgelerden birinde sondaj yapmaya kalkışsa ve siz buna tepki gösterseniz, bu, şirketle sözde Kıbrıs Cumhuriyeti arasındaki bir kavga mı olacaktı? Devlet olarak tanınmayan bir devlet ya da bir faktör, yetki verdi. 

İlk baştaki soruya (mekanizma ile ilgili) yanıt verecek olursam, gerekli olan şey, tarafların görüşebilecekleri, diğer tarafın da ilgili taraf olduğunu teslim edecek, ortak karar alınacak bir süreçtir. Yani doğal gaz konusunda bizi avutacak bir komite aramıyoruz. Şu an “siz de bu zenginliklere ortaksınız” yeterli değildir, bu hakkımızın sadece sözde kalması anlamına gelir.

Kıbrıs Rum basınında doğru yansıtılmayan tezimiz, tarafların hukuki ve siyasi argümanları konusunda taraf tutmadan, Kıbrıslı Türklerin, bir tarafın düzeyinin yükseltilmesini ve diğer tarafın düzeyinin düşürülmesini talep etmedikleridir. Yani KKTC’nin tanınmasını istemedik. Öyle ya da böyle, bu tür bir süreç içinde değiliz. Elli yıl boyunca iki tarafın bir birini resmen tanımadan istişare etmesini de küçümsemeyelim. 

Bu, iki toplum arasında Münhasır Ekonomik Bölgesinin belirlenmesi ile ilgili açıklamanızla nasıl ilişkilendirilir? 

Bu açıklama yanlış anlaşıldı. Nasıl yanlış anlaşıldığını bilmiyorum ama Mecliste konuşma yaparken, kamuoyuna, KKTC ile Türkiye arasında Kıbrıs’ın Münhasır Ekonomik Bölgesinin belirlenmesi ile ilgili bir anlaşma yapmayı düşünmeye başlayabiliriz dedim. Bu, Kıbrıs Rum tarafında, benim kuzey ile güney arasında Münhasır Ekonomik Bölgesinin belirlenmesinden söz ettiğim anlaşıldı. Ancak bu doğru değildir.  

Şu anda KKTC ile Türkiye arasında deniz yetki alanları konusundaki tek anlaşma Münhasır Ekonomik Bölge ile ilgili değil, kıta sahanlığı ile ilgilidir. Bunun dışında Annan Planının eklerinde de yar alan ve eskiden yapılan denizcilik konularında bir anlaşma vardır. 

Kıta sahanlığı ile ilgili anlaşma 2003 yılında, Kıbrıs Rum tarafının önce Mısır sonra da İsrail ve Lübnan ile yaptığı kıta sahanlığı belirleme anlaşmasına yanıt olarak yapılmıştır. Biz buna karşı olduğumuzu belirtmiş tarafların bölgedeki diğer aktörlerin rızası olmadan, bu bölgelerin düzenlemesinden kaçınmaları gerektiğini söylemiştik. Bize kulak asılmadığını fark ettiğimizde dış politikamızın paradigmasını değiştirmeye karar verdik ve 2011yılında kıta sahanlığı anlaşması yaptık.

Mademki Kıbrıs Rum tarafı aynı politikaya devam ediyor ve Mısır ve Yunanistan ile anlaşmalar yapıyor, neden biz boş duralım? Askeri tercihlerden değil, Kıbrıslı Rumların faaliyetlerine benzer faaliyetlerden söz ediyorum. 

Mademki açıklamalarınızın yanlış anlaşıldığını söylüyorsunuz, neden Kıbrıs Rum tarafında yayınlanan haberleri yalanlamadınız? 

Mecliste kamuoyu önünde söylenen bir şey konusunda izahata gerek yoktur. Ne söylediysem konuşma sırasında söyledim. Yalnızca bir kısım medyanın yanlış tercümeden dolayı yanlış bilgiye sahip oldukları görülmektedir. 

Müzakere masasına dönme durumunda, dar ve somut bir takvime ihtiyaç duyulduğuna ilişkin Türk tezi dikkate alındığında, çözümden önce doğal kaynaklarla ilgili konuları nasıl yöneteceğimize ilişkin olarak kapsamlı bir müzakereye başlamamızla ilgili bir zaman marjı var mıdır? 

Bunun gibi kötü tecrübelerden mesajlar almamız gerekir. 2015 yılında yapılan başkanlık seçimleri sonrasında müzakerelerin başlamasının ardından, Kıbrıs Rum tarafının araştırmalara devam etmesi haksızlıktı. Çünkü bu araştırmaların pratikte dondurulması konusunda sessiz bir anlaşma vardı. Bu mesajı direkt BM’den de aldım ve bunu bugün Kıbrıslı Türk Cumhurbaşkanı da söylüyor. 

Kıbrıs Rum tarafı bunu kabul etmemişti ama müzakereler başladığı zaman pratikte durum buydu. İnanıyorum ki Kıbrıs Rum tarafı hiçbir şey değişmemiş gibi devam edebileceği, aynı zamanda AB üyesi ve tanınmış bir hükümet olduğu için, statükonun değişmesinin gerekli olmadığı mesajını aldı. O zaman neden herhangi bir şeyi, Kıbrıs Türk tarafı ile paylaşsın sorusunun bundan ortaya çıktığını düşünüyorum. 

Bu mantıklı bir sorudur ve Kıbrıs Rum toplumu ile liderliğini değil, diğer uluslararası aktörlerin yaklaşımını kınıyorum. Toplumlar ihtiyaçları doğrultusunda karar verirler. Durum değişmediği sürece, farklı şekilde davranmak zordur. Bu nedenle bu düşünce şekline karşı çıkmadan müzakerelere dönmemiz halinde, yeniden sonu olmayan bir döngü içine gireceğimize inanıyorum. 

Cumhurbaşkanı Anastasiadis müzakere masasına dönmemiz için, başarılı olmak amacıyla çok iyi bir ön hazırlığa ihtiyaç olduğunu açıkladığı zaman, Kıbrıs Rum tarafı ile hemfikir misiniz? 

Anladığım kadarıyla Sayın Anastasiadis’in gerekli ön hazırlığa ilişkin ifadesi ve söylemi, süreci geciktirmek ve yakınlaşmalara varmak için, sürece Kıbrıs’ta devam etmek amacı taşımaktadır. 

Ben diplomatım ve bana tatmin edici bir maaş verilirse, yaşarsam ara bölgede yakınlaşma eksersizleri yapmam için, bir elli yıl daha devam edebilirim. Ancak ihtiyacımız olan bu değildir. Eğer Sayın Anastasiadis, öz üzerinde bir görüşme yapmak amacıyla gerekli ön hazırlık ile ilgili olarak gerçekten aynı vizyona sahipse, çok mutlu olacağım. Ancak bunun için müzakereye gerek yoktur. Salonda üçüncü bir sahsın not ve skor tutmasına gerek olmadan, samimi bir sohbete ihtiyaç vardır. 

Sonuç olarak Kıbrıs Rum liderliği ve Kıbrıs Rum toplumu size hangi şekilde doğru mesaj verirse müzakere masasına döneriz? Ortak komiteyle mi, yoksa fonla mı? Çünkü Türkiye şu anda Kıbrıs’ın Münhasır Ekonomik Bölgesini militarize ederken, EXXON’un sondajı konusunda bir takvim vardır… Ekim ayı… 

İlk olarak tehditle vazgeçirme ve güç kullanımının ayrımına varalım. Vazgeçirme başka bir şeydir. Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin esas çizgisi ki buna gerçekten inanıyorum, barıştır. Kriz başka bir şeye dönüşebilirdi, ancak bu olmadı. Bu krizin diyalog ve diploması yoluyla çözülmesi gerektiğini söylediğimiz zaman, çok ciddiyiz. Eğer biri kapıyı diplomata kapatırsa, orada risk vardır. 

Elbette bunun hemen ardından farklı bir sürece girmemiz gerektiğini savunmuyorum. Diplomatik açıdan baskı yapıyoruz, çünkü düzeltici önlemler somut bir şeyler üretmelidir. 

Fon konusundaki sorunuzun yanıtına gelince… Hidrokarbon arama ve çıkarma konusunda araştırmalar devam ederken (tek taraflı) bir komiteye girmek istemiyoruz. Yumuşayacağımız bir komite değil, ciddi bir şeyler istiyoruz. Fonun komik olduğunu düşünüyoruz, çünkü bir fondan söz etmekle, Kıbrıslı Türklerin yalnızca çözümden sonra faydalanacaklarını söylememiz arasında kesinlikle hiçbir fark yoktur. 

Daha iyi ifade etmem gerekirse, bu gelecek için belirsiz bir sözdür. Geçmişte yerlerinden edilmişlerin malları konusunda buna benzer kötü bir tecrübe yaşadık. Taraflardan hiçbiri tazminat yatırmadı. Ancak biz taşınmaz mal komisyonunu kurduk. Miktarlarda anlaşmazlık olsa da, tazminat ödüyoruz. Kıbrıs Rum tarafında bize kullanım kaybı ve tazminatlar konusunda bir fon oluşturulacağı söylenmişti. Çözüm olduğu zaman gelecekle ilgili belirsiz bir durum gibi…

Dolayısıyla Kıbrıs Rum tarafının, doğal gazın federal devletin yetkileri içinde olması konusunda uzlaşı sağlandığını söylemesinin bir anlamının olmadığını düşüyoruz. Çözüm olmadığı sürece, bu cümlenin bir anlamı yoktur. Eğer çözüme yakın olsaydık ya da iki ay içinde referandum olacak olsaydı, bunu anlayabilirdim. 

Ancak Kıbrıs Rum kamuoyunda şu anda, Türkiye’nin tehditleri ile askeri bir kriz yaşadığımız görüşü hakim… Bu da halkta korkuya neden oluyor. Pratik açıdan böyle bir kriz nasıl yatıştırılır? 

Yanıt basittir. En iyi ve en etkili yöntem, bu krizde ilgili tüm aktörlerin dikkate alınmasıdır. Başlıca aktörlerden biri de doğal olarak Kıbrıslı Türklerdir. Bana göre Kıbrıs Rum kamuoyuna, Kıbrıslı Rumlarla Türkiye arasında ya da Kıbrıs ve Türkiye arasında bir anlaşmazlık olduğu hikayesinin anlatılması kötü bir şeydir. 

Bu bir, kendi kendini mağdur gösterme yöntemidir. Acı olmasını anlıyorum, bunu biliyorum, zira ben de Kıbrıslı Rumlar gibi bu mağduriyeti yaşayanlardan birisiyim. Konu Kıbrıs Rum basınında Türkiye’nin zorla hidrokarbonumuzu çalmaya çalışma çabası olarak gösterilmektedir. Ancak Türkiye, Kıbrıslı Türklerin de haklarından söz etmektedir. Biz Kıbrıslı Türkler Kıbrıs Rum liderliği tarafından Türkiye’nin egemen olduğu ya da yönlendirildiği insanlar olarak gösterildiğimiz ve bizim gerçek ortağınız olduğumuzu dikkate almadığınız ve Kıbrıslı Türklerin düzeyinin yükseltilmesine yardım etmediğiniz sürece mağdur olma hikayesine döneceğiz. Eğer bizi muhatabınız olarak görürseniz, bu hikaye ortadan kalkacaktır. 

Bir şey daha var. Kıbrıs Rum basınında, kuzeyde KKTC olmayı isterken, aynı zamanda Kıbrıs’ın güney kısmında da haklar talep ettiğimiz konusunda sert eleştirilere maruz kalıyoruz. İlk bakışta bu mantıklı gibi görünse de, öyle değildir. Çünkü eğer Kıbrıs Rum tarafı bizim KKTC’ye sahip olduğumuzu argüman olarak kullanırsa, o zaman bunu kabul etsin ve bunu görüşelim. Eğer ortak sahibi olduğumuz Kıbrıs Cumhuriyeti’nin var olduğunu söylerseniz, o zaman tüm adanın doğal kaynaklarını görüşelim. 

Ancak kuzeyde KKTC’nin varlığını tanısalar bile, yine halef ve doğal kaynakların dağıtılması sorunu olacaktı. Aynı tartışmalar, Mısır Osmanlı dönemindeyken borcu kimin ödemesi (Mısır mı, Türkiye mi) ya da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin Karadeniz donanmasının, onun yerine geçen devletlere nasıl dağıtılması konusunda da olmuştu. 

10 yıl sonra KKTC’yi nasıl hayal ediyorsunuz? Federal bir devlet yoluyla AB’nin bir parçası olacağına mı, yoka Kıbrıs Cumhuriyeti ile rekabet ilişkisi içinde ayrı devlet olacağına mı inanıyorsunuz? 

Kıbrıslı Rumlara mesajım, kendi kendimizi yönetme talebimiz ve ısrarımız yalnızca sizinle olan müzakerelerde ya da ortaklıkta geçerli olan bir şey değildir. Kendi kaderimizi belirleme konusundaki talebimiz, bizim dışımızdaki tüm taraflar için geçerlidir. Bunun anlaşılmasını istiyorum. Asırlardır uğruna mücadele ettiğimiz ve bugüne kadar muhafaza ettiğimiz Kıbrıs Türk kimliğini feda etme niyetimiz yoktur. 

On yıl içinde KKTC’nin Kıbrıs Türk toplumunun iradesini temsil eden, çağdaş bir kamu otoritesi olduğunu görüyorum. Politikacılar ve diğer ilgili taraflar olarak yapmamız gereken şey, gerek bütünlüklü bir çözümle, gerek çözüm olmadan, yapılarımızın uluslararası toplumun bir parası olmasına ve bakanlık ve kurumlarımızın sunacakları hizmetleri iyileştirerek, doğru yönde hareket edip uluslararası toplumla diyalog içinde olmaya özen göstermemizdir. 

Çıtayı yükseltmek ve insan hakları konularının da dahil olduğu uluslararası hukuk kurallarını izlemek istiyoruz. Bunu ne kadar çok başarırsak, Kıbrıslı Türklerin iradesi uluslararası platformda o kadar çok dikkate alınacak. Tanınma tartışması içine girmek istemiyorum, çünkü bu, günün sonunda, her zaman başkaları ile alakalı bir şeydir. Başkalarının ne karar vereceklerini beklemekten sıkıldık. Kendimize dikkat etmeliyiz ve adadaki ve ada etrafındaki kavgaların barışçı bir şekilde çözümüne açık olmalıyız. “

 

Bu haber toplam 2684 defa okunmuştur