1. YAZARLAR

  2. Konuk Yazar

  3. Osman Mekansız Çağdaşoğluları: Hangi sonun başlangıcı?
Konuk Yazar

Konuk Yazar

YENİDÜZEN

Osman Mekansız Çağdaşoğluları: Hangi sonun başlangıcı?

A+A-

Kürt, Ermeni ve Kıbrıs Sorunu kıskacında Türkiye

 

osman-001.jpg

Osman Mekansız ÇAĞDAŞOĞLULARI

Geçtiğimiz haftalarda ülkemiz, Ortadoğu ve Türkiye’de önemli değişimlerin habercisi olacak birçok gelişme yaşandı…

İlkin ABD’nin Kürtlere ağır silah yardımı kararı alması (ve sevkiyata başlaması), buna bağlı Türkiye’nin
ABD’ye eleştirileri, Putin’in Erdoğan ile Pekin görüşmesinin hemen ardından yaptığı “Kürtlere desteğimiz sürecek” açıklamaları, Alman yetkililerinin milletvekillerinin İncirlik Askeri üssüne girişlerinin engellenmesi sonucu Almanya Başbakanı Angela Merkel’in “İncirlik üssüne alternatifleri değerlendireceğiz, Ürdün bir olasılık” açıklamaları ve NATO’nun  Brüksel’de yapılacak NATO Zirvesi öncesinde aldığı İŞİD Karşıtı Koalisyona Katılma Kararı etkileri bakımından üzerinde durulması gereken önemli gelişmelerdir.

Bir de merkezi İstanbul’da bulunan Avrupa-Asya Borsası’nın faaliyet merkezini İstanbul’dan Erivan’a taşıma kararı alması var ki yabancı sermayenin Türkiye’ye bakışına dair ipuçları veren ve dikkate alınması gereken bir gelişmedir.

Ama bu gelişmeler içinde bölgede Ortadoğu ve Türkiye siyaseti açısından etkisi en çok hissedileni ABD’nin Suriye’deki Kürtlere ağır silah yardımı kararı alması idi.

Bu kararla birlikte Kürt sorunu; Türkiye’nin bir iç meselesi iken Suriye’nin kuzeyinde ve Irak Kürdistan’ındaki gelişmelerle bölge meselesi, Irak Kürdistanı’nın referandum kararı alması ve Suriye Kürtleri’ne ağır silah yardımı yapılması kararıyla uluslararası boyut kazanan bir mesele haline geldiğini söyleyebiliriz.

Zira Türkiye gelişmeleri ve yaklaşan tehlikeyi hissediyor olacak ki, müttefiklik ilişkisi içinde olduğu ABD’nin bu kararının kabul edilemez bir karar olduğunu belirtmiş ve Erdoğan “Temenni ederim ki ifade edilen bazı gerçeklerden ABD’ye gitmeden bir an önce dönülmüş olunur”  açıklamasında bulunarak karardan duyduğu rahatsızlığı dile getirmişti.

Tam da bu açıklamalar ortaya konurken ABD Dış İlişkiler Konseyi Başkanı Richard Haass, Donald Trump’ın YPG’yi silahlandırmak için Pentagon’a verdiği yetkiye ilişkin, “Erdoğan ziyaretini iptal ederse, otoriter yönetimi ve Suriye’deki yararsız rolü göz önüne alındığında büyük bir kayıp olmaz” dedi. [1]

ABD yetkilisinin bu açıklaması biraz amiyane tabirle “ister gel, ister gelme… kimin umurunda” cümlesinin başka türlü ifade edilişidir…

Gerilen Türkiye-ABD ilişkilerini konuşmak ve Erdoğan’ın tabiriyle “nokta koyulmak” üzere gerçekleştirilen ABD ziyaretinden de Erdoğan eli boş dönmüş, ABD Kürtlere yardım pozisyonundan geri adım atmadığı gibi havuz medyasının içeriğini gizlediği çeviri skandalıyla Türkiye’nin ABD’den aman diler bir pozisyona düşürüldüğü gözlerden kaçmamıştır.  [2]

Türk Dış Politikası bağlamında bu olgular; geleneksel Türk dış politikasından uzaklaşan, Erdoğan’ın söylemleriyle sürekli değişkenlik gösteren, diplomatik derinlikten ve stratejiden yoksun, sağa sola çatan, iç siyaseti kurtarmaya yönelik “GÜNÜBİRLİK” dış politika tarzının iflas ettiğinin göstergesidir.

Peki, Erdoğan’ın ‘temenni ederiz kararınızı gözden geçirirsiniz yoksa gelmeyiz” açıklamalarına karşı “pek kayıp olmaz”  diye başlayan, nihayetinde Trump ile görüşmesinde ABD’nin Kürtlere ağır silah yardımından geri atmamasıyla devam eden ve akabinde seçilmiş ABD Başkanı olarak Trump’ın  ABD siyaset geleneğinde bir değişikliğe imza atarak Ortadoğu ziyaretini Türkiye’ye gelmeyerek ilk durak olarak Suudi Arabistan’a gitmesini, NATO içerisinde müttefik diye  nitelendirilen Türkiye gibi bir “stratejik ortağa” karşı örneğini daha önce pek görmediğimiz bu olumsuz diplomatik tavrı neye yormalıyız?

Tüm bu gelişmeleri ve buna paralel yapılan açıklamaları nasıl değerlendirmeliyiz?

Bunu şu iki soruyu sorarak somutlaştırırsak;

1- Müttefiklik bağlamında Erdoğan’ın dış politikada izlediği siyasetin güven vermediği ve Ortadoğu’daki stratejik ortaklığının önemini yitirdiğini, bu yüzden Erdoğan’ın siyasetten tamamıyla tasfiyesi için düğmeye basıldığı mı?

2-  Yoksa, gözden düştüğü halde otoriter özelliğiyle kontrol ettiği makamda kalması ve Türkiye iç siyasetinde yarattığı kaos etkisinin, emperyalistlerin Ortadoğu’daki hedeflerini gerçekleştirmesine yönelik dolaylı katkı yapması nedeniyle Erdoğan’a şimdilik yeterli tepki ve yaptırım uygulanmıyor mu?  

Bu soruların karşılığı olabilecek cevap, bence her ikisi de şeklindedir.

Çünkü sorularda özetlendiği şekliyle gelişmelerin, birbirini tamamlayan ve birbirine paralel şekilde ilerlemekte olduğunu gözlemlemekteyiz.

Zira gözden düşmüş otoriter Erdoğan’ın,  izlediği ve uyguladığı politikalardan kaynaklı olarak, laik Türkiye devletinin temellerini sarsan, bütünlüğünü bozan, halkları, azınlıkları, farklı kimlikleri birbirinden uzaklaştıran, onları birbirine düşman eden, ötekileştiren bir siyasi figür olması, büyük emperyalist devletler için bulunmaz bir velinimet pozisyonunda olduğu tespitinde bulunmak sanırım yanlış olmaz.

Başta ABD, AB, Rusya,  İngiltere, gibi emperyalist devletler, İsrail yanında Ortadoğu politikalarına paralel hareket edecek Büyük Kürdistan Devleti oluşuncaya kadar Erdoğan’ın  ülke içinde ve dışında yapacağı iç hukuk anlamındaki hukuksuzluklara ses çıkarmayacaklarını ya da çıkarır gibi açıklamalarla geçiştireceklerini ama savaş suçu ve ekonomik ambargoları delme girişimi (ör. Zarrab Davası, Halk Bankası Davası, İŞİD’e gittiği iddia edilen silah yüklü MİT Tırları Davası, Rusya’nın Türkiye’yi zor durumda bırakabilecek belgeleri içeren BM’ye verdiği İŞİD dosyası. Vs.) sayılabilecek uluslararası hukuk ihlallerini bir yere not ettiklerini, her türlü bilgi ve belgeyi topladıklarını, günü geldiğinde raftan indirerek yeni anayasanın (123ve 126. maddelerinin da imkan verdiği üzere) “başkan eliyle özerklik” gibi birtakım tavizlerin önünü açmak için Uluslar arası siyasi ve hukuki koz olarak kullanmaktan kaçınmayacakları ve günün sonunda yargılamaktan da geri durmayacakları ihtimalini barındıran ‘zayıf karnının’ olduğu görülmektedir.

Çünkü Ekonomisi çıkmaza girmiş, iç siyaseti ve kuvvetler ayrılığının yeni anayasa maddeleriyle ortadan kalktığı zayıf hukukuyla, özgürlüklerin rafa kalktığı ve duygusal olarak farklı halkların ve kimliklerin birbirinden kopma noktasına geldiği parçalanmış bir Türkiye’ye, tüm yetkileri elinde bulunduran tek adam aracılığı ile dayatmanın daha kolay olacağının hesaplarının yapıldığı aşikardır.

Türkiye’nin dış siyaset açısından başını ağrıtacak ve Ortadoğu’daki gelişmelere paralel ve onunla ilintilendirilmeye müsait diğer iki zayıf noktası ise; yıldönümü vesilesiyle her yıl 24 Nisan’da ABD’nin soykırım ifadesi kullanacak mı kullanmayacak mı diye sancısı çekilen Ermeni Soykırımı Meselesi ve Kıbrıs Sorunu olduğu bir gerçektir.

ERMENİ SOYKIRIMI MESELESİ…

Türkiye ile bugünkü sınırlarını belirleyen Gümrü ve Kars Antlaşmalarını, Sovyetler Birliği döneminde imzalanmasını gerekçe göstererek, her siyasi ve politik platformda tanımadığını söyleyen Ermenistan’ın, 23 Ağustos 1990’da kabul ettiği Bağımsızlık Bildirgesi’nin 11. maddesinde “Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Türkiye’si ve Batı Ermenistan’daki 1915 soykırımının uluslararası olarak tanınmasının başarılması görevini desteklemeye devam etmektedir” ifadesi yer almaktadır.  [bkz. Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi]

Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere Ermeniler  “Osmanlı Türkiye’si” diyerek Türkiye Cumhuriyeti’ni yeni bir devlet olarak değil Osmanlı devletinin devamı olarak nitelemektedirler.  Doğu Anadolu bölgesini de “Batı Ermenistan” diye ifade ederek iki ayrı siyasi ve coğrafi bölgeye vurgu yapmakta ve nihai idealleri olan Büyük Ermenistan Devleti’nin bir parçası olarak görmektedirler. Nitekim bu ideallerinden vazgeçmediklerini Büyük Ermenistan’ın bir parçası olarak gördükleri Dağlık Karabağ’ı işgal ederek ortaya koydular. [3]

Türkiye, Karabağ’ın işgalinden sonra Ermenistan ile her türlü siyasi, ekonomik ve ticari ilişkilerini durdurmuş, sınırlarını kapatıp ambargolar uygulayarak tepkisini ortaya koymuştu.

AKP’nin iktidara gelmesiyle “komşularla sıfır sorun” dış politika “vizyonu” ekseninde Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesinin diplomatik yolları aranmış nihayetinde Kars Antlaşması’nın 88. yıl dönümüne üç gün kala 10 Ekim 2009’da Ermenistan’la Zürih Protokolleri imzalanmıştı.

Ancak imzalanan protokoller her iki ülkenin meclislerinde onaylanmasa da, protokollerin ileride raftan indirilmesi, uygulamaya konulması için baskılar geldiği taktirde Türkiye’nin başını ağrıtacak nitelikte maddeleri içerdiğini belirtmek gerekiyor. [4]

Özellikle muhalefetin ve eski dışişleri diplomatlarının vurguladığı üzere Türkiye’nin doğu sınırlarını belirleyen Kars Antlaşması’nın protokollere yazılmaması, Türk diplomasisi için büyük bir delik ve başarısızlık olarak ifade edilmiş ve ileride soykırımın uluslararası tanınmışlık boyutu kazanması halinde Ermenistan’ın Türkiye’den toprak ve tazminat talep etmesiyle sonuçlanabilecek gelişmelerin önünü açacak nitelikte olduğu söylenmiştir. [5]

Bu kaygıları haklı çıkaracak bir açıklama; Koçaryan’ın 25 Nisan 2005 tarihli mektubundaki istekleri, 1921 Kars Antlaşması’nı yok sayan 2009 Zürih Protokolleri’yle Türkiye’ye kabul ettirmesini Ermenistan’ın  başarısı olarak gören Cumhurbaşkanı Sarkisyan’dan geldi… Sarkisyan açıklamasında; “Birinci önemli husus; protokollerde bizim Ermenistan olarak başından beri savunduğumuz hiçbir önkoşul bulunmaması... (burada önkoşul diye atıfta bulunduğu Kars Antlaşması’dır.) İkinci önemli nokta, Türkiye ile Ermenistan arasında tarihi ilişkilerin… Hükümetler arası alt komisyon tarafından ele alınacak olması...” görüşlerini dile getirmiştir. [6]

Ermeni sorununun Türkiye-AB ilişkilerinde geçmişte de etkisi olduğunu 1987 yılında alınan kararda da görmekteyiz. Türkiye AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunmasından üç ay sonra, Avrupa Parlamentosu tarafından alınan tavsiye kararında 1915-1917 yılları arasında yaşananların 1948 BM sözleşmesine göre soykırım olarak nitelendirilmiş ve Türkiye’nin soykırımı tanımamasının AB’ye tam üye olmasına engel olduğuna vurgu yapılmıştır. Daha sonra 15 Aralık 2004’te AB kabul ettiği tavsiye kararında da Türkiye’nin “soykırımı” tanıması istenmiş ve 1987’de alınan tavsiye kararlarının gereğini yerine getirmediği bu kararda belirtilmiştir. [Kamer Kasım -Soğuk Savaş Sonrası Kafkasya kitabı 2. Baskı. Syf 101,102,103,104]

Ayrıca 15 Nisan 2015 tarihinde Avrupa Parlamentosu tarafından; “Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan PROTOKOLLERİN ÖN KOŞULSUZ ŞEKİLDE ONAYLANIP UYGULANMASI ISRARLA TAVSİYE EDİLİYOR.” kararının alınması ve bu kararların her ne kadar tavsiye kararı niteliğinde olsalar da Türkiye’de beka sorunu ve toprak bütünlüğüne ilişkin kaygıların ileride daha da artacağına işaret ediyor.

ORTADOĞU’DAKİ GELİŞMELERLE İLİNTİLİ OLARAK KIBRIS SORUNU…

Kıbrıs sorunu, Ortadoğu’daki gelişmelerle özellikle de Kürt meselesiyle pek de ilişkilendirilmese de şu an alınan siyasi ve askeri kararlara baktığımızda önümüzdeki 10-20 yıl içerisinde, kurulması için büyük devletlerin öncülük ettiği Büyük Kürdistan Devleti bağlamında kanımca Türkiye’nin önüne gelmesi muhtemel bir sorundur.

Çünkü Türkiye 1960 Kıbrıs Anayasası’nda yer alan garantörlük haklarına dayanarak 1974’te adaya askeri müdahalede bulunurken “Üniter Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bozulan anayasal düzenini yeniden tesis etmek” için müdahale bulunduğunu ve bunun sağlandığı anda geri döneceğini deklare etmişti. Ancak yıllar içerisinde Türkiye adadaki asker sayısını artırması, KKTC’nin kurulması, ABAD kararlarıyla Kuzey Kıbrıs limanlarının gayrı yasal ilan edilmesi,  nüfus aktarımı ve yerli nüfusun azınlığa düşmesi ve Rum mallarına koçan verilmesi gibi siyasi gelişmeler Türkiye’nin uluslararası hukuk anlamında Kıbrıs’taki pozisyonunu zora sokmuştur. Öyle ki Güney Kıbrıs Avrupa Birliği’ne alındıktan sonra Türkiye’nin Kıbrıs’taki pozisyonunun daha önce olduğu gibi her koşulda “işgalci” olduğunu iddia etmiş ve Türkiye’nin AB tam üyelik müzakerelerinde birçok başlığın açılmasını engellemiştir.

Özellikle KKTC’nin kurulması ve Türkiye’nin KKTC’yi tanıdığını ilan etmesi, önümüzdeki yıllardaki gelişmelere bağlı olarak Kürt meselesi bağlamında Ortadoğu coğrafyasını şekillendiren güçlü devletler tarafından Türkiye’nin aleyhinde kullanılabilecek muhtemel bir koz olduğunu düşünmekteyim.

Nitekim Kuzey Irak Kürt Özerk Yönetimin Bağımsız Kürdistan için 2017’de referanduma gideceğini açıklaması,  ABD’nin İŞİD’e yönelik Rakka operasyonu kapsamında Suriye’nin kuzeyinde önemli bir bölgeyi elinde bulunduran PYD’ye ağır silah yardımı kararı alması (sevkiyatına başlanması) ayrıca son olarak NATO’nun İŞİD karşıtı koalisyona katılma kararı alması Büyük Kürdistan Devleti Projesi’nin adım adım ilerlediğinin ipuçlarını bize göstermesi bakımından önemlidir. [7]

Kürt Devleti’nin ilanı ve Kuzey Suriye’nin tamamıyla İŞİD’ten temizlenerek PYD’nin kontrolüne geçmesiyle sonuçlanacak zaferle birlikte Ortadoğu coğrafyasında dört ülkede (Türkiye, Irak, Suriye ve İran) ayrı ayrı varlığını sürdüren Kürt Halkı’nın ulusal bilincinin yükseleceğini ve Büyük Kürdistan Devleti Projesi’ne paralel Türkiye ve İran’dan önce özerklik ardından da toprak talep edeceklerini düşünmekteyim.

Gelişmelere bağlı olarak, özerklik ve toprak gibi taleplerin gündeme gelmesi halinde  Türkiye, kendisinin üniter bir devlet olduğunu, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğunu söyleyerek bu gibi taleplere karşı çıkacağını tahmin etmek zor değil.

Ancak; İşte tam da bu noktada Ortadoğu’yu şekillendiren devletler Türkiye’ye “bozulan anayasal düzenini yeniden tesis etmek için” üniter bir devlete müdahale ettiğini ve uluslar arası hukuka ters olarak o üniter devletin topraklarında ayrı bir devlet kurulmasına sebep olup ve tanıdığı gerçeğini hatırlatarak bu çelişkili durumuna vurgu yapacaklarını,  Kıbrıs’tan askerlerini çekmesi ve garantörlük haklarını kaybetmesi ihtimali dahil birçok yaptırımı hayata geçirebileceklerini Ortadoğu’daki gelişmeler bağlamında olası görmekteyim.

KÜRT, ERMENİ VE KIBRIS SORUNU KISKACINDAKİ TÜRKİYE ve HANGİ SONUN BAŞLANGICI?

Bu gerçekleşen ve gelecekte de olması muhtemel gelişmeler karşısında; zamanında “Ben Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanıyım” diye söylemlerde bulunan ve Yeni Osmanlı siyasetine kendini konumlandıran  Erdoğan ve AKP iktidarının yönettiği Türkiye’nin, büyük güçlere karşı gelişmeleri tersine çevirecek ne siyasi ne de askeri gücü olmadığını; “onların biran önce yanlıştan dönmelerini temenni ediyoruz” gibi açıklamalarla yetinmesinden , ABD’ye yapılan ziyaretlerde elinin boş dönmesinden  ve etrafındaki tüm gelişmelere seyirci kalmasından anlıyoruz.

Yakın zamanda Kuzey Kıbrıs’ın bazı sanatçı, sivil toplum temsilcisi, siyasi parti yetkilisi ve milletvekillerinin yanında durup boy boy fotoğraf çektirdiği sözde “Sosyalist” Tsipras’ın yönetimindeki Yunanistan’ın Ege’deki 18 ada ve 1 kayalığı işgal ederek asker yığması [8], ABD’nin İran’ı baskılama ve çevreleme politikasına paralel olumsuz açıklamaları yanında Sünni Arap NATO’su kurulmasına yönelik telkinlerde bulunması ve yine ABD’nin Suudilerle 300 milyar dolar değerinde silah satış anlaşması imzalayarak Ortadoğu’yu daha büyük bir kan gölüne çevirmeye niyetli olduğunu gözlemlediğimiz böyle bir politik ortamda Türkiye ne yapmalı? Hangi politik ve siyasi adımları hayata geçirmeli?

Bunları kabaca maddeler halinde sıralarsak;

  • Öncelikli olarak Türkiye Atatürk’ün “Yurtta Barış Dünyada Barış” sözüyle özetleyebileceğimiz ülke ve dış politika ayarlarına geri dönmeli; 
  • Bunun yanında partiler yasası, Seçim ve Halk Oylaması Yasası değiştirilmeli, seçip barajını %5 veya altına çekmeli;
  • Yerel yönetimlere geniş yetkiler tanıyan halkın yerinden yönetim anlayışıyla kendi kendini yönetmesini sağlayacak yerel yönetimler yasası bir an önce hayata geçirmeli;
  • Çağdaş bir eğitim yasasıyla teknolojiyle desteklenen yeni bir eğitim sistemini dünyadaki gelişmelere uyumlu hale getirerek hayata geçirmeli;
  • Ve en önemlisi uluslar arası hukuka uygun, tüm kesimlerin taleplerine cevap veren, uzlaştırıcı, düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve bireysel hakları güvence altına alan; Avrupa Birliği normları ile uyumlu, muğlak yorumlar içermeyen, net anlaşılır hukuki dili olan, tekrar parlamenter sisteme geçişi ve ileride Türkiye’nin başını ağrıtacak anayasaya maddelerinin (123. Ve 126. Maddeler) değiştirilmesini veya kaldırılmasını öngören demokratik bir anayasa yapıp hayata geçirerek yüzünü tekrar Avrupa’ya dönmeli ve geleceğini o perspektife uygun olarak kurgulamalıdır.
  • Türkiye’nin acilen adım atması gereken bir diğer önemli nokta ise mezhep kaygılarını bir tarafa bırakıp reel politik gerçekleri görerek Kürt Sorunu bağlamında ortak kaygıları paylaştığı Suriye, Irak ve İran’la ilişkileri düzeltmeli ve ortak hareket etmenin koşullarını yaratmalıdır. Bu konuda kırgınlıklar ve sorunlar olsa da yine de zorlanması kaçınılmaz bir durumdur.

Aksi takdirde ‘Arap Baharı’yla başlayıp bugün İŞİD vesilesiyle Büyük Kürdistan Devleti’nin kurulması hedefiyle devam eden süreçte Irak, Suriye ve İran gibi ülkeler için SONUN BAŞLANGICI diye nitelendirebileceğimiz gelişmelerin Türkiye’ye de sıçraması büyük bir olasılık olarak görünmektedir.

Türkiye’nin, bu tehlikelerin ne kadar farkında olduğunu yakın zamanda atacağı siyasi ve diplomatik adımlarla daha net görebileceğiz.

Ama savaşların durdurulması, barış ve huzurun hakim kılınması, özgürlükler, insan haklarının hayata geçirilmesi için atılacak her adımın, hem Türkiye’yi hem Kıbrıs’ı, hem de Ortadoğu coğrafyasını rahatlatacağı tartışılmaz bir gerçektir.

 


Referanslar

[1] https://tr.sputniknews.com/abd/201705101028417243-abdli-yetkili-erdogan-iptal-ederse-buyuk-kayip-olmaz/

[2] IMPNews’in 17.05.2017 tarihli “Erdoğan-Trump görüşmesinde çeviri hatası” isimli haberi’nde “Erdoğan konuşmasında, “Terör örgütleri ile ilkeli ve kararlı mücadele konusunda geçmişte yaşanan hataları telafi edecek adımların devamının geleceğini ümit ediyoruz” ifadelerini kullanırken, bu ifadeler Trump’a, “prensip dahilinde terörist örgütlere karşı bütün dünyada yapılan mücadelede, biz geçmişte yaptığımız hataları tekrarlamayacağız, bu yolda beraberce çalışmaya devam edeceğiz” şeklinde çevrildi.  Bu konuda TELE 1 TV’de Prof. Emre Kongar o çeviriyi yapanın kişinin cumhurbaşkanlığının türk delegasyonunun resmi çevirmeni olduğu ve elinde konuşma metninin bulunduğu belirtirken, “Demek ki yapılan bir hata değil, çok bilinçli bir değişik mesaj…” diyerek önemli bir ayrıntıya dikkat çekti.

[3] Ermenistan’ın,  Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırı belirleyen 1921 tarihli Kars ve 1920 tarihli Gümrü antlaşmalarının yürürlükte olmadığına dair iddiasını ortaya koymasına yönelik önemli sayılabilecek bir ayrıntı Rasul ALMEMMEDOV’un Türkiye-Ermenistan Sınır Sorunu isimli makalesindesöyle ifade edilmektedir: “2011’de Ermeni dili ve edebiyatı yarışmasında öğrencilerden birinin, “Batı topraklarımızı Ağrı Dağı’yla birlikte geri alabilecek miyiz?” sorusuna yanıt veren Sarkisyan, “Bu sizin neslinize bağlı. Mesela benim nesil, üzerine düşen görevi başarıyla yerine getirdi. 90’lı yıllarda vatanımızın parçası Artsah’ı (Karabağ) düşmanın elinden kurtardık. Her neslin bir görevi vardır. Siz de ileride bizim gibi görevinizi yerine getirip getirmeyeceğiniz, birlik ve beraberliğinize bağlıdır” demişti. (Kaynak: Rasul ALMEMMEDOV’un Türkiye-Ermenistan Sınır Sorunu isimli makalesinden)

[4] Ermenistan ile imzalanan protokollerin TBMM tarafından onaylanması için olağanüstü baskı yapıldığını, hatta inanılmaz bir şekilde ABD Büyükelçisi Jeffry TBMM’ye gelerek, Dışişleri Komisyonu üyesi milletvekilleriyle görüştüğünü ve “tek çıkış yolu protokollerin onaylanmasıdır” dediğini Selcan TAŞÇI’nın Yeniçağ gazetesinde yayınlanan 19.04.2015 tarihli “Kars Antlaşması’nı kim neden sansürlüyor!”  isimli köşe yazısından öğrenmekteyiz.

[5] CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’ in  TV 8  “Erkan Tan’la Başkentten”  Programına Verdiği Mülakat 12 Ekim 2009. https://www.onuroymen.com/arsiv/1852?lang=en

[6] Kaynak: Selcan TAŞÇI’nın 19.04.2015 tarihli “Kars Antlaşması’nı kim neden sansürlüyor!”  isimli köşe yazısı -Yeniçağ Gazetesi]

[7] Kaynak: 24.05.2017 tarihli ABD: “Irak’ta bağımsızlık kaçınılmaz” haberi– Yeniçağ Gazetesi

[8] Bkz. 12.05.2017 tarihli Ahmet Takan’ın “Bundan daha açık tehdit nasıl olur!” isimli köşe yazısı-Yeniçağ Gazetesi. (https://www.yenicaggazetesi.com.tr/bundan-daha-acik-tehdit-nasil-olur-42754yy.htm)

* Link:  https://www.yenicaggazetesi.com.tr/aaron-stein-hdp-disinda-hicbir-turk-bu-karardan-memnun-degil-163592h.htm

* https://www.yenicaggazetesi.com.tr/abd-basininin-nota-yorumu-kisasa-kisas-164242h.htm

* https://www.yenicaggazetesi.com.tr/abdli-senatorden-kritik-ypg-sorusu-164219h.htm

* https://www.yenicaggazetesi.com.tr/abdden-pydpkkya-100-tir-silah-164176h.htm

* BAĞIMSIZLIK SONRASI ERMENİSTAN-RUSYA İLİŞKİLERİ (Hatem CABBARLI- * Araştırmacı,  ASAM, Kafkasya Araştırmaları Masası.  )

* Kaynak: Emperyalist zoka! - Tuncay MOLLAVEİSOĞLU

* https://www.hurriyet.com.tr/ermeni-anayasasinda-turkiye-karsiti-maddeler-39204084

* Link: https://www.agos.com.tr/tr/yazi/13122/ermenistandaki-askeri-ussun-rusya-icin-onemi-artti

* Link: https://news.am/tur/news/167843.html

* https://tr.euronews.com/2015/02/16/ermenistan-protokolleri-geri-cekti

* https://www.hurriyet.com.tr/ermenistan-turkiye-protokolu-ne-getirir-ne-goturur-12413468

* Link: https://www.diplomaticobserver.us/yazdir?41D14B70516802B764731E3F61242990

* https://www.yenicaggazetesi.com.tr/natodan-isid-karari-164276h.htm

* https://tr.sputniknews.com/analiz/201705251028609455-nato-isid-turkiye-almanya-incirlik-suriye-teror-ab-recep-tayyip-erdogan-bruksel-zirve/

* https://tr.sputniknews.com/abd/201705131028452275-abd-suudi-arabistan-100milyar-dolar-silah-satisi/

* Bernard Lewis: Ortadoğu (kitap)

* Samuel P. Huntington:  Medeniyetler Çatışması (kitap)

* Kamer Kasım: Soğuk Savaş Sonrası Kafkasya (kitap USAK yayınları- 2. Baskı )

* Merdan Yanardağ: Liberal İhanet –Siyasal İslama Biat Edenler (kitap- Kırmızıkedi Yayınları)

* Merdan Yanardağ: Bir ABD Projesi Olarak AKP (kitap)

 

 

 

Bu yazı toplam 3639 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar