1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Othello Kalesi hakkındaki araştırmalarım ve bulgularım...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Othello Kalesi hakkındaki araştırmalarım ve bulgularım...”

A+A-

Ulus Irkad

“Herdaim Dostlar Gurubu”,  Cumartesi sabahı, sabahın erken saatlerinde, bu defa da benimle birlikte, “Kara Kapısı”, “Rivelin”, “Limasso” veya “Leymosun Burcu”ndan sonra “Othello” etkinliğine imza attı. “Othello” hakkında daha önce de kişisel olarak, rahmetli Tansu Eyüboğlu ve de gene rahmetli Haşmet Bey’le birlikte, vardığımız sonuçları yazmadan önce, sizlere genel bir tarihi bilgi vereyim;

 

“OTHELLO KALESİ”

Kale, aslında köşelerinde dört yuvarlak kule bulunan, ondördüncü yüzyıldan kalma bir binaydı ve bir zamanlar bir hendekle çevriliydi. İlk burçta büyük bir mermer Aziz Mark aslanı var. Ana girişin üzerinde Cumhuriyetin kanatlı aslanı ve 1492 yılında kaleyi yeniden şekillendirip üst katı kaldıran Venedikli Kaptan Nicolo Foscarini'nin adı bulunmaktadır.

Bu sözde "Othello Kulesi"nden bahsederken Shakespeare sadece "Kıbrıs'ta bir liman"dan bahseder ama kale her zaman trajedinin sahnesi olarak gösterilir. Othello'nun, 1506-1508 yılları arasında, Kıbrıs'ta görev yapan Christoforo Moro adlı Teğmen Valisi’nin ikametgahı olduğu sanılıyor; adı ve üç dut samurundan oluşan arması (Dut ağacı onun Mağribi olduğu anlamına gelir), kölelikten Venedikli bir komutan olarak terfi almasını anlatan öyküsünü temsil eder. Öyküsü veya tiyatro oyunu, onun bir Mağripli’den (Afrikalı köle) bir Venedikli asilzadeye terfi edişinden bahsetmektedir.

Kalede kalan ana bina, 92 ayak x 25 ayak boyutlarında olan ve on dördüncü yüzyıldan kalma Büyük Salon veya yemekhanedir. Kilit taşında Krallığın veya Kudüs'ün armaları hâlâ görülebilmektedir. ”(Gunnis,90,1947)

 

OTHELLO HAKKINDA BENİM BULGULARIM VE ARAŞTIRMALARIM

Othello ve Martinengo Tabyaları yönlerinde yapılacak yüzeysel bir araştırmada bile, gerek Matrinengo’nun (Güney Batı) ve Othello Tabyası’nın (Kuzey Doğu), Osmanlıların oraya yapacakları saldırıların oldukça zayıf kalacağı ve o dönemlerdeki insan gücünün oldukça önemi düşünülürse, bunların imkansız hale geleceği görülebilmektedir. Öncelikle Martinengo Tabyası yönünde yaptığım araştırmada, buradaki zeminin oldukça kayalık olduğu, Osmanlı lağımcı ve kumbaracılarının burada yapacakları “Sıçan Hendekli” saldırıların başarısız olacağı, Martinengo ve de Limassol Tabyası’na kadar olan Bölgede, kayalık zemin yanında, Venedik duvar bariyerlerinin çok kayıp verdirme ve de saldırı için gereken manevra ve hareket olanağını vermediği, açıkça görülmektedir. Kaldı ki Çamlık Yolu üzerindeki yokuş aşılsa bile, hemen karşıdaki tabyalardan ve Martinengo ;tüm buradaki Kuzey Batı ve Kuzey Doğu yönlerindeki Tabyaları Martinengo idare etmekteydi ve merkezdi, Osmanlılara büyük kayıp verdirteceği, bunun yanında yokuş bariyerinden sonra, yol aşılınca, aşağıya inmek ve duvara veya surlara saldırmak, oldukça zaman ve de zorluk vermekteydi. Uçurum yüksekliğinde bariyer aşıldıktan sonra, aşağıya inmeye çalışacak olan Osmanlıların da, büyük kayıp vereceği, bunun oldukça zor bir durum olduğu, o zamanki zaman ve şartlar düşünülürse açıktı. Gene Martinengo karşısındaki kayalık platform, yüksek bariyerler ve de aşağıya, yani hendeğe girmek, büyük kayıplar verdirecekti. Savaş veya fetih sırasında, Arsenal (Canbulat) karşısında yapılan top savaşında bile, ki Arsenal karşısı topraktı ve sıçan hendeği taktiğine olanak veriyordu, orada bile 3000’e yakın Osmanlı’nın şehit oluşu buna örnektir. Demek ki Martinengo’nun Batısı da, Kuzey’i de, Martinengo’nun çok iyi hazırlanmış bir savunma cephesi olarak, Osmanlı’yı engellemekte en büyük savunma mevzileriydi. Bu arada Kuzey Doğu tarafta en uçta bulunan Karpaz Tabyası ciheti de, savunma bakımından muntazamdı ve Martinengo, bu tarafta da bir saldırıya mahal vermiyordu. Othello’nun orada bulunması, hem Liman için bir güvenlik, hem de limanı kapatan zincirin kontrol ve idare edilmesi bakımından önemliydi. Elbette Liman’ın güvenliği önemliydi, çünkü Birinci 1570 saldırısından sonra, Osmanlı geri çekilince, Venedik’liler Girit’ten gelen 12 gemiden 1700 kadar kuvveti içeri almışlardı, ama bu sayı maalesef yeterli değildi. Bu arada Venediklilerin yardıma gelen 20 bin Venedik askeri, gene Rodos, Korfu ve Girit adalarında hatta başka adalarda veba ve sıtma hastalıklarından telef olmuşlardı.

 

OTHELLO TARAFI

Bir zamanlar Kale dışında bir saray olan Othello Kalesi de, 1492 yılında, Leonardo Da Vinci ile, 1480-81 yıllarında Kıbrıs’a gelen, öğrencileri Nicolaos Foscarini (Sarayı sağlamlaştıran Venedikli komutan ve mühendis) ve Nicolaos Prioli’nin yaptığı Deniz Kapısı da bayağı teçhizatlıydı ve zaten bu burçların karşısında sadece deniz bulunuyordu. Bu taraftan ise denizde bulunan büyük bir Venedik Zinciri, Osmanlıların bu burçlardan taraf çıkarma yapmasını engellemişti. Bu tarafta da genelde Osmanlı Kadırgaları, deniz içinde kalarak, Osmanlı burçlarını bu bölgelerden sadece sıkı top atışına tuttular. Bu bölgelerin yerkabuğu veya coğrafik şartlar ve de toprak zemininin olmamasından dolayı zor taarruz yapılacağını gören Osmanlılar, artık, toprak zemini olan ve de “Sıçan Hendekleri” taktiği manevrası ve de operasyonu ile uygun olan, hatta zeminindeki topraklardan ötürü burçlar seviyesine getirilip, üzererindeki mevzilerden toplarla ateş edilebilecek olanağı bulunan Arsenal ve Limassol veya Rivelin Bölgelerinden saldırıya geçtiler. Tabi ki iki senelik bir saldırı ve hazırlıktan ve de Lefkoşa düştükten sonra, Mağusa da düşürüldü. Büyük Dayım Mehmet Zihni İmamzade (Burada 1920’li yıllarda araştırmalar yaptı) ve çeşitli kitaplardan ortaya çıkardığım sonuçta, Lefkoşa’da Osmanlılar 30 veya 50 bin kayıp verirlerken, Mağusa Bölgesi’nde veya bilhassa Rivelin Canbulat (Arsenal) bölgelerinde yaptıkları saldırılarda, 70 bin ile 50 bin kayıp verdiler. Daha önce de yazmıştım; bilhassa son gün Rivelin’e beş saldırı oldu ve her iki taraf da çok büyük kayıplar verdi. Sıçan Hendekleri Olayı oldukça önemliydi, Osmanlı saldırılarında en büyük rolü onlar oynadılar. Bir insan boyu olan, lağımcı ve kumbaracılar tarafında açılan bu hendeklerle Osmanlılar, ta burçların yanına kadar yeraltından sokulmakta ve burçların altına mayın ve patlayıcılarla delikler açarak hem hasar vermekte hem de orduları kale içine girmekteydi.

 

ELBETTE VENEDİKLİLER DE İYİ BİR SAVUNMA YAPTILAR

Othello Tabyası üzerinde saldırıların ilk günlerinde, Martinengo, Baglione ve Bragadin görev yapmaktaydılar. Güney duvarlarından, yani, Arsenal (Canbulat) ve Rivelin (Limassol-Kara Kapısı) arasında saldırılar artınca, Martinengo’ya, Othello Kalesi devredilerek, Baglione (Venedik orduları başkamutanı) ve Bragadin (Mağusa Kale Komutanı) Rivelin’e geçerek oradaki askerlerin komutasını devralarak, orada Osmanlı Birliklerine karşı kahramanca savaştılar, Daha önce dediğimiz gibi, sayıca Osmanlı üstündü ve onbinlerce kayıp vermesine rağmen, derhal Karaman ve Suriye kıyılarından onbinlere kayıba karşılık, Karamürsel gemileriyle, Yeniçeri ve asker toplayarak ordularını telafi ederek, savaşa devam etmekteydi. O dönemlerde ölüm de işe yarıyordu, çünkü ölen askerler, hendek içine doldurulup duvarlara kadar onlara basarak çıkmak, bir nevi avantaj sağlamaktaydı. Tabii bu arada ceset kokuları ve Kıbrıs’taki bir nevi bitki de yakılarak, rakip ordunun nefes almasına zorluk çıkarılarak, rakip ordunun dayanma ve nefes gücünün zayıflatılması da başlıca amaçtı.

Venedikliler, Mağusa’da 8600-8300 civarında olan birliklerinin (Lefkoşa’da da aynı sayıda birlikleri bulunuyordu...U.I.) hemen hemen birçoğunu yitirirken, Osmanlılar ise bu savaşta sadece Mağusa Kalesi’nde 70 bin (50 bin de olabilir-Toplam Osmanlı kayıbı 100 bindi) asker yitirdiler. Tüm ölenlerin anısına saygıyla diyorum…

 

FAYDALANILAN KAYNAKLAR

Gunnis, Rupert, Historic Cyprus, Methuen& Co. Ltd., London.

Kıbrıs Tarihi Üzerine Belgeler (2006), Samtay Vakfı

Mağusa Yazıları (2001), Samtay Vakfı

Kıbrıs Tarihi Üzerine Belgeler (2007-Cilt 3), Samtay Vakfı

Graziani, A.M. (2017) Kıbrıs Savaşı (1570-1571), Galeri Kültür, Lefkoşa

Milat Öncesinden Günümüze Kıbrıs Tarihi Üzrine Belgeler (2005), Samtay Vakfı.

Excerptra Cypria’dan Mağusa Yazıları (M.Ö. 66-M.S.1772), Samtay Vakfı.

fg-002.jpg


***  GEÇMİŞLE VE BUGÜNLE YÜZLEŞMEYE DAİR YAZILAR...

“Ben Holokost'tan kurtulan bir ailenin çocuğuyum. Gazze'de yaşanan travmanın nesiller boyu süreceğini biliyorum...”

Elliot Kukla

Yaklaşık 82 yıl önce babam Nazi işgali altındaki Belçika’da doğmuş. Henüz 3 haftalıkken öz babası Max, Naziler tarafından yakalanıp öldürülmüş. Babam ise bir dizi Hristiyan koruyucu aile tarafından saklandığı için hayatta kalabilmiş. Ben huzurlu bir zamanda ve huzurlu bir yerde doğdum. Victoria, Kanada, 1974. Ancak benim hayatım doğumumdan onlarca yıl önce meydana gelen olaylarla şekillendi.

 

GAZZE’DE ÇOK ÇOCUK ÖLDÜRÜLDÜ...

Ben bu satırları yazarken Gazze’de 4.000’i çocuk olmak üzere 11.000’den fazla Filistinli öldürüldü. Save the Children (Çocukları Kurtar)’a göre Gazze’de son birkaç hafta içinde, son üç yılda küresel çatışmalarda öldürülen çocuk sayısından daha fazla çocuk öldürüldü. Bunun gibi vahşetlerin tarihte iyileşmesi bir nesilden fazla sürecek boyutta bir delik açtığını ilk elden biliyorum.

 

KAOTİK ÇOCUKLUĞUM NEDENİYLE HASTALIK...

Babam ailemizi hâlâ Gestapo’dan kaçıyormuşuz gibi yönetiyordu. Suyu akmayan çadırlarda yaşıyorduk ve her altı ayda bir taşınıyorduk. Bir yetişkin olarak bana, erken travma ile bağlantılı, sakat bırakıcı bir otoimmün hastalık olan lupusun nörolojik bir formu teşhisi kondu. TSSB’li kadınların bu hastalığa yakalanma olasılığının, önemli bir travma yaşamamış olanlara göre neredeyse üç kat daha fazla olduğu tespit edildi. Ben de kısmen kaotik çocukluğum nedeniyle bu hastalığa yatkındım.

 

ENGELLERİN TOHUMLARI ATILMAYA DEVAM EDECEK...

Holokost gibi kitlesel travmaların, hayatta kalanların çocuklarının ve torunlarının genlerini hücresel düzeyde etkileyerek bizi kronik hastalıklara yatkın hale getirdiğine dair epigenetik kanıtlar da var. Siyasi şiddet bir engelli adaleti meselesidir; çünkü hemen fiziksel ve psikolojik engellere yol açar ve gelecek nesiller boyunca da bu engellerin tohumlarını atmaya devam edecektir.

 

“HASTANE MORGA DÖNÜŞEBİLİR...”

Gazze’de, çocuklar da dahil olmak üzere hasta ve engelli insanlar saldırıların ön saflarında yer almaktadır. Gazze’de çocuk doktoru olan Hussam Abu Safyiaa şöyle yazıyor: “Acil yakıt ikmali yapılmazsa, ışıklar kalıcı olarak sönecek ve hastanemiz bir morga dönüşebilir.”

Babam da çocukken tıbbi bakımdan mahrum bırakılmış ve bu miras onu ömür boyu fiziksel ve psikolojik olarak yaralamış. Saklandığı sırada boğmaca hastalığına yakalanmış. Öksürük sesi kendi hayatını ve onu Nazilerden koruyan ailesinin hayatını tehdit ediyormuş. Herkesi korumak için Belçika kırsalındaki bir Katolik yetimhanesine götürülmüş.

Orada rahibeler ona ilaçsız baktı. İyileştiğinde, genç bir rahibe onu gecenin köründe koruyucu ailesinin kapısına bıraktı. O zamana kadar kalıcı olarak solunum sorunları ve kronik bronşitle baş başa kalmıştı. Diğer yaralarını ölçmek daha zordu ama bir o kadar da gerçekti. Bir ebeveyn olarak babam komik, zeki ve duygusal olarak mesafeliydi; korkunç öfkeleri vardı ve çocukları tehlikeden korumanın ne anlama geldiğine dair çok az fikri vardı.

 

BABAM ŞANSLI OLANLARDAN BİRİYDİ...

Babam şanslı olanlardan biriydi. Hayatta kaldı ve 9 yaşındayken annesi ve yeni üvey babasıyla Los Angeles’ta yeniden bir araya geldi. Çoğunluğu Yahudi olan tarihi bir okul olan Fairfax Lisesi’ne devam etti. Sınıf arkadaşları arasında McCarthycilik yüzünden kara listeye alınan Hollywood yazar ve oyuncularının çocukları da vardı. 1967’de, Aşk Yazı’nda, Hollywood Tepeleri’ndeki bir partide annemle tanıştı. Diğer bazı Yahudi radikallerle birlikte Vietnam savaşına karşı ateşli protestocular oldular.

 

BARIŞ AKTİVİZMİ...

Büyürken Yahudilik benim için bu anlama geliyordu: entelektüel muhalefet ve barış aktivizmi. Hahamlık okulunda, eski Yahudi kutsal metinlerine göre, tek bir hayatı kurtarmanın bütün bir dünyayı kurtarmakla aynı şey olduğunu öğrendim, çünkü her birimiz farklı ilişki şehirleri, yeri doldurulamaz tutku coğrafyaları ve derin anı okyanusları içeriyoruz.

Ben ve 140’tan fazla meslektaşımın Ateşkes için Hahamlar’ın bir parçası olarak, giderek büyüyen Yahudi barış hareketiyle birlikte barış çağrısında bulunmamızın bir nedeni de budur. Bununla birlikte, çoğu büyük Amerikan Yahudi kuruluşu bu işgali desteklemektedir. Bana direnişe, barışa ve her bir insan hayatının kutsallığına değer vermeyi öğreten bir topluluğun şiddeti desteklemesi ve muhalefeti susturması benim için derin bir ahlaki yaradır.

 

BARIŞ İÇİN KONUŞMAKTAN KORKUYORLAR...

Tanıdığım pek çok haham ve diğer Yahudi profesyonel, barış için konuşmaktan korkuyor ve aileleri ya da sinagogları tarafından dışlanma ya da kâr amacı gütmeyen kuruluşlarının fonlarını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalıyorlar.

Şimdi Gazze bombalanarak toz ve kül yığını haline getirilirken, babam Toronto’da bir hastane odasında hayatının son evresine giriyor. Babamın hayatı bir kez daha, dışarıda vahşet sürerken, sadece dar bir odada yaşamaya indirgenmiş durumda. Ancak bu kez Gazze’deki ağır hastaların aksine babama iyi bakılıyor. Sıcak ve kuru, kucağa alınıyor ve seviliyor. Zamanı geldiğinde, onurlu ve rahat bir şekilde ölmesini sağlamak için yeterli yakıt ve yiyecek var. Babam bu dünyaya bir insan gibi muamele görerek gelmedi, ama bu dünyadan insan gibi bakılarak ayrılıyor. Herkes bunu hak ediyor...

(Elliot Kukla Oakland’da yaşayan bir haham, yazar ve aktivisttir. Yakında çıkacak olan “The Lazy Day” adlı çocuk kitabının yazarıdır.)

https://www.latimes.com/opinion/story/2023-11-17/generational-trauma-gaza-children-holocaust-survivor

(LOS ANGELES TIMES’da 17.11.2023’te yayımlanan Elliot Kukla’nın yazısını Türkçeleştirerek aktaran AVLAREMOZ – 21.11.2023)

Bu yazı toplam 1357 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar