Ouroboros’un Sessizliği: Geçit Yok!
Bazen mitolojideki semboller, bir toplumun ruh halini anlatmak için kelimelerden daha fazlasını söyler. Ouroboros — kendi kuyruğunu ısıran yılan — bu coğrafyada yaşadığımız kısır döngülerin, kendi içine kapanan bir sistemin ve giderek derinleşen bir toplumsal tükenmişliğin sembolü gibi geliyor bana.
Kıbrıs’ın kuzeyinde son dönemde yaşadıklarımıza baktığımda, bu sembol canlanıyor gözümde:
Ekonomik krizle boğuşan, siyaseten müdahaleye açık, ifade özgürlüğü daraltılırken trollerce nefret söylemi pompalanan, gençliği göçe zorlanan, çocukları siyasi nesnelere dönüştüren, dindar – dinsiz ikiliği körüklenen, sosyal adaleti örselenen bir yapı... Ve tüm bu gerçeklerin üstü, sanki derin bir bilinmezlik perdesiyle örtülüyor.
Bu bilinmezlik, aynı zamanda iradenin bizde olmadığı algısını yaygınlaştırarak, toplumun olan biteni kabullenmesine zemin yaratıyor. ‘Hepsi aynıdır, kim gelirse gelsin bu düzeni değiştiremez’ inancıyla, toplum kendine olan güvenini kaybediyor, zorbanın hanesine puan yazılıyor.
***
Öğretmen sendikaları başta olmak üzere, bilimsel eğitim ve anayasal haklar için sokaklara taşan toplum mücadelesi bastırıldığında, bir gazetecinin kalemi hedef gösterildiğinde, bir yurttaş yoksulluğun pençesinde yalnız bırakıldığında... Sessizliğin, bir tercihe dönüşeceği, bir noktadan sonra kayıtsızlığın hüküm süreceği varsayılıyor.
Bu süreç ‘silahsız’ bir savaş gibi ilerliyor. Yüksek Mahkeme binasının açılışında olduğu gibi, bizi çok keskin dönemeçler bekliyor. Eğer bu döngünün içinde birbirimizden koparılır, güçsüzleşir, başka yolların mümkün olduğuna olan inancımız erozyona uğrarsa, amaç hasıl olacak. Oysa döngü, yalnızca tekrar eden bir yazgı değildir. Aynı zamanda bir uyarıdır. Aynı hataları yeniden yapıyorsak, belki de artık hatada değil, mücadele yönetimde bir sorun vardır. Belki de dayanışmanın gücünü hatırlamalı, toplum olarak güçlenerek çıktığımız dönemleri hatırlayıp yeni araçlarla yönümüzü belirlemeliyiz.
***
Bugün, Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşananlar, bir sistem sorunudur.
Bağımlı ekonomik model, çözümsüzlük, demokratik denetim mekanizmalarının etkisizliği, cahilliğin ve teslimiyetin egemen olduğu hükümet yapısında ‘ben yaptım oldu’ anlayışı... Tüm bunlar, toplumun kendi potansiyelini gerçekleştirmesini engelleyen, özgürlük alanlarını daraltan yapısal sorunlardır. Ve her şeyin "dışta şekillenen kararlara" bağlanması, ülkeyi yönettiğini iddia eden hükümetimsi yapının elini rahatlatan ama halkı çıkışsız bırakan bir politik söyleme dönüşmüştür.
Ve bu döngüye karşı bir direniş var.
14 Nisan'da, ortaöğretimdeki disiplin tüzüğü özelinde tüm dayatmalara karşı yeniden eylem gerçekleşecek. Geçtiğimiz hafta ucu bucağı görünmeyen kalabalıkla yapılan eylemin devamı olacak bu eylem.
Hepimiz biliyoruz ki, bu tüzük, yalnızca bir kılık - kıyafet meselesi değil, aynı zamanda çocuk hakları, hukuk devleti ve anayasal ilkelerin ihlali, toplumsal yapının dönüştürülmesi anlamına geliyor. Bu yüzden, tüzüğün geri çekilmesi talebi, sadece bir hukuk meselesi değil, aynı zamanda toplumun geleceğine sahip çıkma, çocukların haklarını savunma meselesidir.
Örgütlü hareketlerin bir araya gelerek güçlü bir tepki verdiği bu birliktelik, halkın değişim için verdiği kararlı bir mesajdır. Bu mücadele, yalnızca tüzüğün kaldırılması değil, bu ülkenin hukuki ve demokratik değerlerinin savunulması adına da kritik bir adımdır.
***
Ve son olarak,
Hukuk devleti ilkesinin de ciddi bir tehdit altında olduğunu üzülerek görüyoruz. Yüksek Mahkeme binasının, din görevlileri eşliğinde dualarla açılması, yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığıyla birlikte, devletin tüm din ve inançlara eşit mesafede durmasını öngören laiklik ilkesini ciddi biçimde zedelemiştir. Hukuk, sadece söz konusu dini sembollerle değil, aynı zamanda tarafsız ve bağımsız bir yargı ile korunabilir. Yargının özgürlüğü, adaletin temelidir. Bu tür bir açılış, adaletin sağlanacağına dair toplumun güvenini sarsmakta, ‘tek kale’ diye tanımlanan Mahkemelerin siyasi etki altına alındığı algısını körüklemektedir.
Bütün bunlar, döngüyü kıracak gücü ve iradeyi hiçbir koşulda elden bırakmamız, uçurumun kenarında duran varoluşumuza sıkıca sarılmamız ve yalpalamadan doğru yolu dayanışma içinde kurmamız gerektiğini bize hatırlatıyor.
Birbirimize sırtımızı dönmeden, aksine birbirimize tutunarak bu karanlık döngüyü sonlandırabiliriz. Bu ada, bu toplum, kendini yeniden kurabilecek güce sahiptir. Yeter ki aynı yerde dönmeyi bırakıp, manipülasyonlara kapılmadan doğru adımları atmayı seçelim.
Çünkü bu döngüyü kıracağız.
Ve o gün geldiğinde, bu adanın hikâyesi değişecek.