OUTOPİA’DAN EUTOPİA’YA
OUTOPİA’DAN EUTOPİA’YA
Pervin Yiğit
[email protected]
Gerçek ismi François Marie Arouet olan aydınlanma döneminin en önemli filozoflarından Voltaire (1694- 1778), dönemin tüm politik ve sosyal değerlerini radikal bir biçimde eleştirmesiyle akıllarda yer etmiştir. Fransız Devrimi’nin gerçekleştiğini göremeden öldüyse de; devrimin altyapısını hazırlayan düşünürlerdendir.
1759’da yazdığı pikareks türünde bir roman sayılan Candide adlı eseri, ismini Latincede beyaz demek olan ve saflığı ve dürüstlüğü temsil eden candide kelimesinden alır. Eser, Leibniz’in (1646-1716) optimist felsefesini eleştiriyor gibi görünse de; dikkatli okunduğunda, sosyal adaletsizlik, kilise, insan doğası ve sömürgecilikle ilgili birçok eleştiriyi de içerdiği fark edilir.
Leibniz’e göre; yaratıcı güç olan Tanrı’nın daha iyi bir dünya yaratması söz konusu değildir çünkü mümkün dünyaların en iyisi budur. Açıkçası, her gerçekleşen olay, başka türlü olamayacağı için gerçekleşmiştir, “çünkü her şeyin bir gayesi vardır; o halde her şeyin en iyi gaye için olduğu tartışılmaz bir gerçektir” (1). Fakat, olayların en iyi biçimde yaşanıyor olduğunu düşünmek, insana söz konusu olayların başka türlü olamayacağını kabul ettirmekle beraber eldekiyle yetinilmesi gerektiğini de öğretir. Ne gariptir ki ilk günahın işlenmesinin ardından dünya yaşanacak iyi bir yer değil, yaşanabilecek en iyi yer oluverir bir anda. Kısacası, insan mümkün olabilecek dünyaların en iyisine aslında kovularak gelmiştir ve maalesef buradaki ironi önemsiz bir noktadan ibarettir. Leibniz’in karşılaştığımız her şey olanaklı olanın en iyisidir iddiası, Voltaire tarafından o kadar saçma bulunmuştur ki, burnun gözlük takabilmek için yaratıldığını ve hayvanların bizim yememiz için yaratıldığını söyleyerek Leibniz’le dalga geçer (2).
Voltaire, Leibniz’in kötülük ve ahlaksızları Tanrı veya tanrısal kavramlarla açıklamasını eleştirirken, Aydınlanma Çağı’na önemli bir katkı sağlamıştır. Yaklaşık olarak 300 yıl önce yazılmış bir kitap olsa da, Candide bizim kötülük ve özgürlük üzerine düşünmemiz için bugün bile önemli bir kitaptır. Günümüzdeki politik ve sosyal durumu açıklamak için hala Voltaire’in Leibniz eleştirisini kullanabiliriz. Başka türlü olması mümkün olmayan olaylar zincirine inanmak, tam da bizim “hayırlısı neyse o olsun”, “bir kapı kapanırken diğeri açılır”, “her şey olacağına varır” gibi Ortaçağ söylemleri ile hareket ettiğimiz dünyamızı eleştirmek için güzel bir araçtır.
Her şeyin zorunlu olarak birbirine bağlı olduğunu ve en iyi biçimde kurulduğunu kabul etmek, desteklediğimiz siyasi partiye “daha kötüsü de olabilirdi” diyerek bağlı kalmak ve böylece bulunduğumuz durumla yetinip fazlasını istememek tam da şu andaki siyasi çıkmazlarımızı açıklar. Başbakan’ın gençleştirme politikası ile ilgili gelen eleştirilere karşı “Değiştiren ben olduğum için benim yaşım sorgulanmaz” (3) diye tepki vermesi ya da CTP’nin şu an ne kadar solcu bir parti olduğu tartışılırken, partinin tabanının verdiği cevaplarda Leibniz’in farklı bir tezahürüne rastlanıyor. Değişen dünyada sol ideolojinin bundan daha iyi olamayacağı, o yüzden bununla yetinmemiz gerektiği iyimser bir felsefe değil de nedir? CTP-UBP koalisyonu gerçekleştikten sonra, CTP tabanının, “kötünün iyisini seçmek zorundaydık”, başka bir deyişle “olabilecek en iyi koalisyon buydu” şeklindeki açıklamaları ile beraber, parti Genel Başkanı’nın yapılacak olan icraatlardan sonra karşı çıkan kesimin “iyi ki bu koalisyon olmuş” (4) diyeceğini iddia etmesinin kaderci bir anlayışla “biz buna mecburuz” demekten pek farklı olduğunu düşünmüyorum. Açık uçlu bir soru olan “ne istersin yerine”, kısıtlayıcı bir şekilde “şunu mu istersin, bunu mu istersin” sorusu ve bunu takip eden cevabın varlığı, özgürlük tartışmasını da beraberinde getirmelidir. Romanda Candide’e soruyorlar; “dövülmek mi istersin yoksa beynine kurşun yemek mi?” Candide, ikisini de istemediğini söylüyor ama bu noktada iradenin özgür olduğunu söylemek Candide için imkansız. Bu bağlamda, CTP’nin DP ile veya UBP ile koalisyon kurma seçeneğini değerlendirirken, kötünün iyisini seçmediğini ve böylece özgürce davrandığını kim iddia edebilir ki? Peki, “daha kötüsü olur ama daha iyisi olamaz” diyerek davranmak, daha iyisinin her zaman olacağına inanması gereken sol görüşün, nasıl bir sol olduğunu bizlere tartışma konusu yapmaz mı?
Eskiden Yok-ülke’ydi adım, ücralardaydım,
Şimdi ise Platon’un devletiyle aşık atarım,
Belki ondan bile üstünüm, boş sözlerle karalanan ne varsa çünkü o kitapta,
Ben insanlarla, kaynaklarla, en iyi yasalarla canlandırdım:
Yaşanası-yer denmeli bundan böyle bana, bu benim hakkım.(5)
Beterin beterinden kurtulmaya çalışarak, en iyiye-ütopyaya nasıl ulaşabiliriz ki? Candide’de olabilecek en iyi yer “El Dorado” diye tanımlanır. El Dorado, bizim ütopya dediğimiz, şimdide var olmayan ama her zaman düşlenen bir yerdir. Yunancada eutopia iyi ve yaşanası bir yer demek iken, outopia ise var olmayan yer demektir. Böylece, Thomas More’un (6) ürettiği ütopya kelimesi, hem düşlenen, gerçekleşmesi istenen yer; insanlığın bir gün ulaşabileceği bir yer olarak görülür hem de var olması imkansız olan sadece zihinde bulunabilen ideal bir yeri belirtir. Peki ütopyanın gerçekleşmesi mümkün müdür?
El Dorado, Latince’de altından olan anlamındadır ve altınlarla dolu olduğu sanılan hayali bir ülkeyi belirtir. Voltaire, “Burası herhalde, her şeyin en iyi olduğu ülke olacak; çünkü elbette böyle bir ülke de vardır” (7) der ve böylesi bir ülkeyi anlatmaya koyulur. El Dorado’da insanlar deisttir; dinleri sorulduğunda sabahtan akşama kadar Tanrı’ya taptıklarını söylerler. Tüm inananlar papaz sayılır, yaptırım gücü olan ve korkulan bir papaz figürü yoktur ve her şeye sahip oldukları için Tanrı’ya dua etmezler (8). Herkes eşit olduğu için dünya herkesin sayılır, herkes eşit haklara sahiptir ve adil bir sistem vardır. Bu yüzden adliye sarayı, parlamento veya cezaevine ihtiyaç yoktur (9). Voltaire’e göre böylesi bir yerin mümkün olduğunu varsaymak için, önce insan doğasının iyi olduğunu kabul etmek gerekir. Voltaire, kitapta Thomas Hobbes’un “insan insanın kurdudur” (10) sözüne gönderme yaparak “İnsanlar da doğayı biraz bozmuş olmalılar; çünkü insanlar kurt doğmadıkları halde kurt olmuşlar. Tanrı onlara ne yirmi dörtlük top, ne de süngü vermiş. Oysa onlar, birbirlerini yok etmek için süngüler, toplar yapmışlar” (11) der. Burada da açık olduğu üzere Voltaire insan doğasının iyi olduğuna inanır ve romana Hobbes gibi düşünen Martin’i ekleyerek aralarında geçen bir diyalogda insan doğasına değinir. Martin, her şeyin olumsuz tarafını gören, insanların birbirlerine acı çektirdiklerinden, tüm dünyanın kötülüklerle dolu olduğundan bahseden biridir. Candide bir gün Martin’e sorar: “İnsanların bugün olduğu gibi her zaman birbirlerini öldürmüş olduklarını, her zaman onların böyle yalancı, hilekar, hain, nankör, haydut, zayıf, vefasız, namussuz, kıskanç, açgözlü, sarhoş, pinti, hırslı, katil, dedikoducu, ipsiz, yobaz, riyakar ve ahmak olduklarını mı sanıyorsunuz?”. Martin de “Atmacaların her zaman, güvercin bulsalar yiyeceklerine inanır mısınız?” diye karşılık verince, Candide “kesinlikle” der ve Martin “Öyleyse, madem ki atmacalar hiç huylarını değiştirmemişler, neden insanların huy değiştirmesini istiyorsunuz?” diyerek tartışmayı noktalar (12).
Voltaire’in insan doğasının iyi olduğunu kabul etmesiyle beraber ütopya da mümkün hale gelir. Gerçi, insan doğasının kötü olduğunu varsaymak da bunu değiştiremeyeceğimizi, insanı eğiterek ideal düzene ulaştıramayacağımızı göstermez. Sistemli bir eğitim aracılığı ile bencil bir doğaya sahip insanlar bile herkesin eşit haklara sahip olduğu, mutlu ve adil bir dünyada yaşamayı öğrenebilir. Voltaire, insanın doğal durumunun iyi olduğuna inandığı için ütopyayı daha yakın bir hedef olarak görüyordu. Bireyin aydınlanmasıyla mükemmel düzene ulaşılacağını “il faut cultiver Notre jardin” cümlesi ile ima ederek de romanını bitirir. “Bahçemizi ekelim” şeklinde Türkçeye çevrilebilecek olan bu cümle farklı şekillerde yorumlanmıştır. Hatta Simone de Beauvoir, cümleye tamamen negatif yaklaşarak, “bahçemize mi çekilelim, peki bahçemiz neresi ” diye sorar (13). Bu noktayı “herkes kendi işini yapsın” ya da “herkes bir işle meşgul olsun” diye yorumlayanlar olsa da Voltaire’in düşüncelerini göz önünde bulundurarak bu son cümleyi “kişisel olarak aydınlanalım” diye anlamak daha doğru olacaktır.
İnsan doğası iyi de olsa, kötü de olsa, hatta insan doğası diye bir kavram olmasa dahi ütopya imkansız bir hayal değildir. Aksine gerçekleşmesi gayet mümkün olan, olabilecek dünyaların en iyisidir. Maddi anlamda elimizdeki hiçbir şeyle yetinmeyen ve yetinmek istemediğimizi her fırsatta dile getiren bir toplum olarak manevi olarak elimizdekilerle ve hatta daha azıyla yetinmeyi kabul etmemiz ilginç bir ayrıntıdır. Sürekli olarak arabanın, evin veya cep telefonun bir üst modeli hakkında konuşan bir toplumun, siyasi kültürü ve değerleri ile ilgili azla yetinmeye her daim hazır olması; ülkenin durumuna karşı kayıtsızlıktır. Bu noktada yapmamız gereken; olabileceklerin en iyisinin bu olmadığını bilerek düşünmek, üretmek, değişmek ve değiştirmektir. Böylece outopia, eutopiaya dönüşecektir.
----------------------------------------------------------------------
Referanslar
1. Voltaire. Candide, çev. Tuncay Türk (İstanbul: Oda Yayınları, 2010), syf. 10.
2. A.g.e., 11.
3. UBP ile yeniden pazarlık olmaz. (2015, 25 Ekim). Yenidüzen, https://www.yeniduzen.com/Haberler/roportaj/ubp-ile-yeniden-pazarlik-olmaz/57479.
4. Talat, UBP’ye güveniyor. (2015, 11 Temmuz). Havadis Gazetesi, http://www.havadiskibris.com/Haberler/kibris/talat-ubpye-guveniyor/60783
5. Thomas More, Ütopya, çev. Çiğdem Dürüşken (İstanbul: Alfa, 2014), syf. 7.
6. A.g.e., 8.
7. Voltaire, Candide, 59.
8. A.g.e., 61.
9. A.g.e., s. 62.
10. Thomas Hobbes, Leviathan. ed. Richard Tuck. (Cambridge University Press, 1991), syf. 25.
11. Voltaire, Candide, s. 20.
12. A.g.e., s. 74.
13. Deirdre Bair. Simone de Beauvoir: A Biography (New York, 1990), syf. 270.