1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Öyküler Yarıştı
Öyküler Yarıştı

Öyküler Yarıştı

Öyküler Yarıştı

A+A-


Yenidüzen-Deniz Plaza Öykü Yarışması’nın dereceye giren öykülerine devam ediyoruz. Bugün 9,10,11 yaş grubunda üçüncü olan Melisa Şener’in ‘bir günlüğüne görünmez olması durumunda ailesi, arkadaşları ve ülkesi için neler yapacağı’ öyküleştirilerek anlatılıyor.

İsim: Melisa Şener
Yaş: 10
Okul: Doğu Akdeniz Doğa Koleji

Görünmez İyilik

Sıcak bir yaz akşamı misafirlerimizle bahçede oturuyorduk. Vakit çok geç olmuştu. Yaşlı Hasan amca her zamanki gibi aynı fıkraları anlatıyordu. Ben ise dinlemiyordum, sıkılmıştım. Etrafıma bakınmaya başladım. Evimizin biraz ötesinde bulunan ormanlık alandaki kocaman ağacın yanından renkli ışıklar geliyordu. Bir yanıp, bir sönüyorlardı. Herkese “Bakın, bakın, ağacın yanına bakın” diyerek işaret parmağımla ışıkları gösterdim. Herkes susup gösterdiğim yöne baktı. Ama kimse bir şey görmemişti. Şaşırdım. Nasıl göremezlerdi ki! Sonra saate baktım. Çok geç olduğunu fark ettim. On bir buçuk olmuştu. “Belki de hayal görüyorum. Çok uykum var.” dedim kendi kendime.

Herkese iyi geceler deyip, odama çıktım. Renkli ışıklar bir türlü aklımdan çıkmıyordu. Onları düşüne düşüne uykuya daldım:

Ormanda bir mağaradaydım. İçinden ışık geliyordu. İçeriye girdim. Orada bir büyücüyle tanıştım. Bana içmem için bir iksir verdi.

Ertesi gün uyandığımda her şeyin sadece bir rüya olduğunu anlamıştım. Saate baktım. Sekiz buçuk olmuştu. Annem aşağıda temizlik yapıyordu.

Annem çok titiz biridir. Yüzümü yıkadım giyindim ve odamı toparlamaya başladım. Annem beni çağırdı. “Melisa, kahvaltı hazır!” Hemen gitmem gerekiyordu, annem yemeğe gecikmemden hiç hoşlanmazdı.

Kahvaltıdan sonra, annem ve babam her zamanki gibi bahçede kahvelerini içiyorlardı. Babam esprili, maç seyretmeyi seven biraz da çılgın biridir. Onların sohbetleri beni sıkmıştı. Ben de izin alarak ormanda yürüyüşe çıktım. Ama esas maksadım o ışıkların nerden geldiğini öğrenmekti. Yürürken çevremdeki insanların hayatlarını düşündüm. Herkes benim kadar şanslı mıydı acaba?

Annem ve babamın benim için yaptıklarını düşündüm. Beni çok seviyorlar. Ben de onları. Keşke ben de onlar için bir şeyler yapabilsem!

Sonra aklıma arkadaşlarım ve öğretmenim geldi. Şu anda biraz üzgünler. Yan sınıftaki arkadaşım Derviş, arkadaşlarıyla küsmüş. Deniz’i çok seviyorum. Deniz, yerinde duramayan, tatlı ve akıllı bir kızdı. Arkadaşlarıyla küsmesine üzülüyorum. Keşke arkadaşlarıyla barışmalarının bir yolunu bulabilsem! Sonra aklıma Libya’dan gelen arkadaşım Nağma (Nejma) geldi. Türkçe derslerinde zorlanıyor ve buna üzülüyor. Öte yandan Fatma öğretmenim de üzgün. Çünkü bebeği çok üşütmüş. Keşke herkese yardım edebilsem!

O kadar çok yürümüştüm ki hem yorulmuş, hem de susamıştım. Bir ağacın altına oturdum. Aniden kolyem parladı. Güneş ışınlarından olduğunu düşündüm. Bu kolyeyi hiç çıkarmam. Çünkü bu kolye bana büyük büyükannemden kaldı. Bana her zaman şans getirdiğini düşünürüm. Kalp şeklinde, altından, üzerinde çiçek deseni olan çok hoş bir kolye. Annem, bu kolyenin açılabildiğini ve içinde eski tür yazıların olduğunu hep söyler. Ama ben hiç bu kolyeyi açmadım. Çünkü anahtar yıllar önce kaybolmuştu.

Kolyem o kadar çok parlıyordu ki gözlerim kamaşmıştı. Başımı kaldırıp etrafıma bakınca karşımda bir mağara gördüm. İçinden renkli ışıklar geliyordu… Aynı şekilde bir gece önce bahçede otururken gördüğüm gibi. Ve hatta rüyamda gördüğüm ışıklar gibi. O kadar heyecanlanmıştım ki ellerim terlemeye başlamıştı. Korkarak mağaraya girdim.

Küçük delikten eğilerek içeriye girdim. Hiç de karanlık değildi. Rengarenk ışıklar vardı. Aniden bir duman oluştu ve öksürerek bana doğru gelen yaşlı bir kadın gördüm. “İyi misiniz?” diye sordum. Kadın, “iyiyim evladım; sadece sıradan bir iksir patlaması” diyerek kahkaha attı. İksir mi? o da ne? Sanırım bu kadın deli, diye düşündüm. Çok yaşlı bir kadındı. Belli ki gözleri de iyi görmüyordu. Çünkü bana konuşurken başka yerlere bakıyordu. Saçı bembeyazdı ve topuz şeklindeydi. “Siz kimsiniz?” diye sordum merakla. Bana, “Ben bir büyücüyüm ve buraya senin için geldim” dedi. Bir anda korktum! Kaçmak istedim. Kadın dik dik kolyeme bakıyordu. “Tılsımın…” dedi. “Bu bir tılsım değil ki, sadece eski bir kolye”, dedim.”Hayır evladım. Sen seçilmiş kişisin. Kolyenin birçok özelliği var.” dedi kadın. Şaşkındım. Kadın devam etti: “Bu tılsım doğaüstü bir güçle karşılaştığında parlar, aynı zamanda seni korur ve isteklerini yerine getirir. Sen az önce bir sürü dilekte bulunmadın mı? Ben bu yüzden buradayım” diyerek malzeme rafının yanına gitti. Ben onu merakla takip ediyordum. Malzemeleri çıkarırken bir yandan da benimle sohbet ediyordu. “Sana bir iksir hazırlayacağım ve bu iksiri içtiğinde görünmez olacaksın. Ama sakın tılsımını çıkarayım deme! Sonra iksirin hiçbir işe yaramaz” deyip kocaman kazanının başına geçti. Kendi kendine mırıldanıyordu. Ben ise şaşkın şaşkın onu seyrediyordum. “Üç adet kertenkele gözü, biraz da yılan derisi ekleyelim. Bir tutam peri tozu ve üç adet kurbağa bacağı” diye mırıldanıyordu kendi kendine. Kocaman bir kaşıkla malzemeleri karıştırırken bir yandan da ıslık çalıyordu. İksir hazır olduktan sonra bir şişeye doldurup bana uzattı. “Bunu iç,” dedi. İksiri elime aldım. “Peki, bunu nasıl kullanacağım?” diye sordum. “Görünmez olduktan sonra tılsımını o kişiye dokundur ve dileğini tut, yeter” dedi büyücü. “Ama dikkat et süresi en fazla yirmi dört saattir.” Büyücüye teşekkür edip eve doğru yola koyuldum…

Eve döndüğümde annem kitap okuyor, babam ise her zamanki gibi maç izliyordu. İksir cebimde olduğu için koşarak odama çıktım. Onu kimsenin bulamayacağı bir yere koymam gerekiyordu. Bu yüzden yastığımın altına sakladım.
Arkadaşım Nehir’in evinde bir pijama partisi düzenledik. Bu akşam her şeye başlayabilirim diye düşündüm. Öğle yemeğinden sonra odama çıktım ve eşyalarımı toparladım. İksiri, pijamalarımı ve diş fırçamı çantama koydum. Saat beşte babam beni Nehir’lerin evine bıraktı. Çok heyecanlıydım. İksiri içtiğimde neler olacaktı acaba?
İçeriden müzik ve çocuk sesleri geliyordu. Herkes oradaydı. İksir zamanıydı. Arka kapıdan sessizce mutfağa girersem kimse beni görmez diye düşündüm. Saat tam beş buçuktu. Mutfağa girdim ve çabucak iksiri içtim. Tadı iğrençti. Mutfak camındaki görüntüme baktım. Yavaş yavaş görünmez oluyordum. Tuhaf hissettim sanki yok olmuştum.

Arkadaşlarımın bulunduğu odaya girdim. İçeride kimi konuşuyor, kimi dans ediyor, kimi ise bir şeyler yiyip içiyordu. Odanın ortasında durup sessice bekledim. Kimse beni fark etmemişti. Deniz dans ediyordu. Nehir birkaç arkadaşla sohbet ediyordu. Nağma ise konuşmaları anlamaya çalışıyordu. Belli ki zorlanıyordu!

Önce Deniz, Asya ve Cemre’yi barıştırmak lazım. Yavaşça, önce Cemre’ye, sonra Asya’ya, daha sonra Deniz’e tılsımımı dokundurdum ve dileğimi tuttum. “Lütfen Cemre, Asya ve Deniz barışsın.” Dilek anında üçü birden duraklayıp birbirlerine baktılar. Asya bir bardak limonata alıp Deniz’e götürdü. Cemre elindeki kurabiyelerden birinki Deniz’e uzattı. Deniz de onlara oturmaları için yanında yer açtı. Birinci görev tamamlanmıştı.

Yavaşça Nağma’nın yanına gittim. Sohbetlere pek katılmıyordu ama eğleniyor gibi görünüyordu! Ona tılsımımı dokundurup dileğimi tuttum. “Lütfen Nağma Türkçeyi anlayabilsin ve Türkçe konuşabilsin.” Nağma bir anda durakladı ve sustu. Birden sohbete katılmaya ve rahatça konuşmaya baladı. Herkes şaşırmış, dik dik ona bakıyordu. İkinci görev de tamamlanmıştı.

Artık oradan ayrılıp Fatma öğretmenimin evine gitmeliydim. Ancak gitmeden önce yapmam gereken minik bir şey daha vardı. Çok sevdiğim arkadaşım Nehir’e de bir hediye vermek istedim. Yatağının yanına gidip, beraber yaptığımız bileziği yastığının altına koydum. Bulduğu zaman eminim onun oraya nasıl geldiğini merak edecekti!

Odanın bir köşesine geçip tılsımımı avucumun içine aldım. Gözlerimi kapatıp öğretmenimin evini düşündüm. Çok kolaymış! Gözlerimi açtığımda oradaydım. Evin tüm ışıkları yanıyordu. Saat dokuz buçuktu. Bebek durmadan ağlıyor, öğretmenim ise bebeğin beşiğini sallıyordu. Bebeğin ağlaması beni çok üzmüştü. Öğretmenim uykusuz, perişan haldeydi. Yavaşça bebeğin yanına gittim. Tılsımımı o küçük alnına dokundurdum ve dileğimi tuttum. Bebek anında susmuştu. Öğretmenim bebeğin ateşini ölçtü. Nihayet ateşi düşmüştü. Görev üç tamamlanmıştı.

Odanın bir köşesine geçip tılsımımı avucumun içine aldım. Gözlerimi kapatıp evimi düşündüm. Gözlerimi açtığımda evimin oturma odasındaydım.

Herkes uyuyordu. Her yer karanlık ve sessizdi. Saat on bir olmuştu. Uykum gelmişti.

Babam için bahçeyi düzenlemeye karar verdim. Çünkü babam bahçeyi düzenlemek için bir türlü vakit bulamıyordu. Bahçe darmadağındı. Çimler uzamış, çiçekler solmuş, çitler uzamıştı. Tılsımımı çimenlere dokundurdum. Çimenler yavaş yavaş kısalıp canlandı. Sonra solan çiçeklere dokundurdum. Bir anda çiçekler canlanıverdi. Çitlere de aynısını yaptım. Tüm çitler dümdüz oldu. Bahçemiz çok güzel olmuştu. Capcanlı, renkli çiçekler ve yemyeşil çimler sarmıştı her tarafı. İşte babamın hayali!

Annem için evi temizlemeye karar verdim. Tılsımımı avucumun içine aldım ve gözlerimi kapattım. Evimizin bütün odalarını düşünüp dileğimi tuttum. Gözlerimi açtığımda her yer tertemizdi.

Göz kapaklarım artık çok zor açık kalıyordu. Çok yorulmuştum. Çıkıp yatağıma yatsam diye düşünürken merdivenlerden ayak sesi geldi. Telaşlandım. Annem aşağıya iniyordu. Ya bana çarparsa! Mutfağın ışığını açtı. Her yerin yatmadan önce bıraktığından çok daha düzenli ve temiz olduğunu fark eder miydi acaba? Gözünden uyku akıyordu. Fark etmedi. Suyunu içip merdivenlere doğru yürüdü. Arkasından ben de mutfaktan çıkıp, odama gidecektim ki ayağım masaya çarptı. O kadar telaşlandım ki kalbim hızla atmaya başladı. Annem arkasına dönüp sesin geldiği yere baktı. Kimse yok! “Hayal görüyorum herhalde” deyip yukarıya çıktı. Yavaşça, parmaklarımın ucuna basa basa ben de odama gidip yatağıma yattım.

Sabah kalkar kalkmaz koşarak aynaya baktım. Görünür hale gelmiştim. Aşağıya koşarak indim. Her şeyi annemle babama anlatmak için sabırsızlanıyordum. Annem beni mutfakta görünce şaşırdı. Babam meraklı gözlerle bana baktı. “Senin Nehirler’de olman gerekmiyor muydu?” diye sordular. İçimden güldüm ve sonara olup biten her şeyi onlara anlattım. Kahvaltıdan sonra onları büyücünün yanına götürdüm. Şaşkın şaşkın etrafı incelediler. “Bu, bu imkansız”, dedi annem. Büyücü, tozlu ve eski bir dolaba doğru yürüdü. Kapağını açtı ve üst raftan bir anahtar alıp bana uzattı. “Bu anahtar tılsımının kayıp anahtarı”, dedi. Şaşırmıştım. Anahtarı alıp tılsımın kilidini açtım.

Annemin söylediği gibi içinde eski, anlaşılmaz yazılar vardı. “Ama bu yazıları biz okuyamıyoruz ki”, dedi annem. “Bu yazı iyilik, güzellik ile ilgilidir. Yardımlaşmak, paylaşmakla ilgilidir. Bu tılsıma sahip olan onu iyi niyetle kullanırsa, ömür boyu iyilik bulur” dedi büyücü.

Bütün bu yaşadıklarımdan sonra, insanlara yardım etmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu anladım. Tılsımımı saklıyorum. Günü geldiğinde onu ben de torunlarıma vereceğim. Ama unutmayın: İnanlara yardım etmek için tılsım şart değil!! “Peki, kendin için ne yaptın, ülken için ne yaptın?” diye sorduğunuzu biliyorum. Ben, iyilik yapmanın ne kadar güzel olduğunu öğrendim. Bu hikayeyi okuyan herkes benim gibi düşünürse ülkemde de ne kavga olur, ne savaş. Bir insanın ülkesi için isteyebileceği en güzel şey budur. İyilik ve güzellik. İnsanlar için yapılan her iyilik, ülke için yapılmış olur.

 

 

Bu haber toplam 1677 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 214. Sayısı

Adres Kıbrıs 214. Sayısı