1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. ÖYP-KKTC: “Üniversiteler Adası” mı Dediniz?
ÖYP-KKTC: “Üniversiteler Adası” mı Dediniz?

ÖYP-KKTC: “Üniversiteler Adası” mı Dediniz?

Öğrencilerin gelmesinin, gelmeye devam etmesinin esas koşulu, elbette, eğitim kalitesinin artırılması, nitelikli akademisyenlerin yetiştirilmesi ve yükseköğretimde herkes için geçerli olacak ve uygulanacak belirli standartların sağlanmasıdır

A+A-

 

Nuhcan AKÇİT
[email protected]

ÖYP-KKTC Nedir?

“Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı” (ÖYP), ilk olarak Türkiye’de 2002 yılında, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde başlatılmış; daha sonra diğer üniversitelerde de uygulanmaya başlanmıştır. Programın temel amacı, Türkiye’de, çok sayıda yükseköğretim kurumunun açılmasıyla ortaya çıkan “nitelikli öğretim üyesi” ihtiyacını karşılamaktır.

Bu uygulama örnek alınarak 2007 yılında, ODTÜ ile YÖDAK arasında bir protokol oluşturulmuş, ÖYP-KKTC programı da bu protokol esas alınarak başlatılmıştır. Burada amaç, yine, Kıbrıs’ın kuzeyindeki üniversitelerin nitelikli öğretim görevlisi ihtiyaçlarını karşılamaktır. Programın temel mantığı ve işleyişi şu şekilde olmuştur: Bu programa dâhil olmaya hak kazanmış öğretim üyesi adayı ile YÖDAK ve bu adayların Kıbrıs’ın kuzeyinde dönecekleri üniversite arasında bir sözleşme yapılmıştır. Bu sözleşmenin içeriği gereği, programa dâhil olan kişiler yüksek lisans ve doktora eğitimlerine devam ederken, araştırma görevlisi olarak ODTÜ’de çalışacak ve bunun karşılığı olarak da buradaki araştırma görevlilerinin aldığı maaşı alacaktır. Öğretim üyesi adaylarının, doktora eğitimlerini ODTÜ’nün kriterlerine uygun olacak şekilde tamamladıktan sonra, Kıbrıs’taki üniversiteye, ODTÜ’de eğitim aldığı süre kadar mecburi hizmette bulunması öngörülmüştür. Sözleşmeye göre, programın kural ve koşulları, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin belirlediği ÖYP esasları üzerinden yürütülmektedir.

2007 yılında başlayan programda, ilk günden bu yana, yaşanan sorunlar bir türlü nihayete ermemiş, çözüme kavuşturulmamıştır. Karşılıklı “iyi niyete” dayalı olarak başlatılmış olan ÖYP-KKTC’de, programa dâhil olan kişilerin bütçesinin ve statüsünün ne olacağı iyi düşünülüp sağlıklı bir zemine oturtulmamıştır. Bu sebeple, 2007 yılında programa başlayanlar, aylarca araştırma görevlisi olarak çalışmış; ancak bu kişilerin statüsü ve bütçesi hususundaki belirsizlik, muğlaklık devam etmiştir. Bu belirsizlik nedeniyle, 2008 yılında programa kimse alınmamıştır. 2009 yılında yeniden alım yapılmışsa da, 2009 yılı sonrasında programa kimse dâhil edilmemiştir. YÖDAK, son derece basit bir mantık yürütmeyle, programdaki öğretim üyesi adaylarının -yani yüksek lisans/doktora öğrencilerinin- sayısı arttığı zaman, sorunların da büyüyeceği kanaatine varmış ve programa alımı sonlandırmıştır.

Bu yazıdaki amacım, ÖYP-KKTC’ye dâhil olan öğretim üyesi adaylarının –ki ben de onlardan biriyim- sıkıntılarından hareketle, Kıbrıs’ın kuzeyindeki yükseköğretim politikalarına; iktidarıyla ve muhalefetiyle siyaset kurumlarının yükseköğretime bakışına dair birkaç çıkarım yapmak... Çünkü Kıbrıs’ta pek konuşulmayan bir mesele olsa da, ÖYP-KKTC’nin ortaya çıkışından bu yana geçen sürede yaşananlar, aslında Kıbrıs’ın kuzeyindeki genel durumun da iyi bir fotoğrafını ortaya koyuyor.

Özlük Hakları, Yasal Statü ve Maaş Krizi

Kıbrıs’ın kuzeyi ve YÖDAK söz konusu oluğunda kimsenin şaşırmayacağı bir başlangıç yapayım: ÖYP-KKTC’nin ortaya çıkışından bu yana epeyce zaman geçmesine ve bu geçen zaman içerisinde araştırma görevlisi olarak çalışılmasına rağmen, herhangi yasal bir statüsü ve özlük hakları bulunmayan insanların bu haklarını savunma ve bunu somut bir statüye kavuşturma ihtiyacı, YÖDAK tarafından hiçbir zaman gündeme getirilmedi. Bu yöndeki taleplerse dikkate alınmadı. Bu programa dâhil olan benim gibi insanlar, kendi koşullarımızı iyileştirmek için çaba harcadığımız zaman ODTÜ, olayı YÖDAK’a yıkmaya çalıştı… YÖDAK ise ODTÜ’ye… Programı başlatan YÖDAK’ın, programdaki insanları, daha doğrusu bizzat bu programın kendisini sahiplenmesi gerekirken, son derece anlamsız bir şekilde, zaman içerisinde bizlerden kurtulması gerektiğini ya da bizim bütçeye bir yük oluşturduğumuzu düşünmeye başladı. Öte yandan, kurulan hükümetler de bu meseleyle ilgilenmekten geri durdu, uğraşlarımıza rağmen ÖYP-KKTC ile ilgili herhangi bir iyileştirmeye gitmedi. Üstelik, imzaladığımız metin bir sözleşme değil de, bir müzakere metniymiş gibi algılandı. Program direkt ortadan kaldırılmaya da çalışıldı, programa dâhil olanlar başarısız gösterilerek itibarsızlaştırılmaya da… ÖYP-KKTC’deki akademisyen adaylarının devletin sırtındaki yük ve asalak olarak gösterilmeye çalışıldığı bir süreç içerisine bile girildi. Bu programın özü, temel mantığı ve içeriği hiçbir hükümet tarafından doğru düzgün anlaşılmadı. Eğitim bakanlığındaki bürokratlar, bize yapılan ödeneği, burs tüzüğüyle açıklamayı denedi. Biz, 2015 yılında, 10 ay boyunca maaş alamadık. Sorun önlerine getirilmesine rağmen, zamanının hükümetleri de bu meseleyi pek umursamadı. Eğitimle ilgili kurumlarda çalışan bürokratların bizim maaş alamayışımıza verdikleri tepki de bir hayli tuhaf oldu. Kimileri burs tüzüğüne başvurarak, “başarısız doktora öğrencileri” olduğumuzu, bize açıklamaya çalıştı… Kimileriyse “toptan 6 aylık maaşınızı ödeyelim, bu programı da bitirelim” demeye başladı.

Bu arada biz zaten maaşlarımızı her yıl gecikmeli olarak, Mart’ta almaya başlıyorduk… Tuhaf; fakat YÖDAK bunu da normal bir şeymiş gibi yansıtıyordu. 2015’te ise bu iş iyice abartılarak, 10 ay boyunca maaşlarımız ödenmedi. Bu sorun esas olarak, “protokol bitti, program sona erdi” gibi bir bahane yaratılarak ortaya çıktı. Bu bahsedilen protokol, 2007-2012 yıllarını kapsayan ve bittiği zaman ODTÜ tarafından yenilenmesi talep edilen; ancak programa yeni öğrenci alımı yapmayacağı için YÖDAK’ın yenilemediği protokol…  Ve bu protokolün amacı, “yeni” kişileri programa alabilmekti. Hâlihazırda programda olan insanların zaten karşılıklı sözleşmeleri vardı ve doğal olarak, “protokol yenileme” meselesi, onlar için bir şey ifade etmiyordu. Kaldı ki 2012’de bittiği iddia edilen protokol, akıllara 2015 yılında geldi… Buradaki bir tuhaflık da şurada: Yukarıda da belirttiğim gibi, bu programa öğrenci alımı en son 2009’da yapılmıştı. Eğer protokol 2012’de bittiyse ve bu tarih, hâlihazırda sözleşmesi olanları da etkiliyorsa, YÖDAK’ın beklentisi, ODTÜ’deki yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin 3 yılda bu programları bitirip dönmesi miydi? Bu anlamsız fikir nereden çıktı diye düşünürken kimsenin programı anlamadığı, hatta birçoklarının bunu külfet olarak gördüğü iyice ortaya çıktı. Şayet bazı yetkililer, 3 yılda yüksek lisans ve doktora programlarının tamamlanacağına gerçekten inanıyorsa, bu daha vahim bir durum. Tabii bunlar olurken, sonsuza kadar bu parayı almak için eğitim süremizi özel olarak uzattığımızı düşünenler de oldu. ODTÜ’nün yüksek lisans ve doktora için belirlediği yasal süreler ortadayken, programda bulunan bizler, yüksek lisans ve doktoralarımızı bilhassa uzatıyorduk?! Gülünç.

Bu sorunların alevlendiği dönemde, 2015 yılında, YÖDAK Başkanı Hüseyin Gökçekuş problemin ne olduğunu keşfedene kadar yılın altı ayı geçti. O güne kadar her seferinde, maaşlar ha yattı, ha yatacak diyerek vakit geçirdiler. Altı ayın sonunda, yukarıda da anlattığım gibi, sorunun protokolün bitmesinden kaynaklı olduğu ve yeni bir protokole ihtiyaç duyulduğu söylendi. Daha sonra YÖDAK heyeti, ODTÜ’ye bizimle bir toplantı yapmak üzere geldi. Bu toplantıda bizim sorunlarımızın ne olduğunu dinlemek ve sorunu çözmeye çalışmak yerine, başkan kendinin yüksek lisans ve doktora çalışmalarında ne kadar başarılı olduğunu anlattı. Bizim özlük haklarımız hiçbir YÖDAK yetkilisinin umrunda olmadığı için bu konuda hiçbir şey yapılmadı. Bu sorunumuz da hala devam etmektedir. Açıkçası yapılan bu ziyaret, kendilerinin ne kadar haklı olduklarını ıspatlamak üzerine kuruluydu. Oysa sözleşmede yazan şartlar ortadadır. Yukarıda da ısrarla belirttiğim gibi, ODTÜ’de eğitim/öğretim programlarının esasları ve süreleri bellidir. Yüksek lisans ve doktoraların daha kısa sürelerde bitmesi yönünde bir beklenti varsa, belki ÖYP-KKTC, ODTÜ’yle değil de başka üniversiteyle ya da başka bir ülkedeki üniversitelerle yürütülmeliydi. YÖDAK avukatı protokolün bitmesinin hâlihazırda programdaki insanları etkilemeyeceğini söylemesine rağmen, YÖDAK maliyedeki bürokratları işaret ederek, onların böyle düşünmediğini iddia etti. Hukuki haklarımıza karşı gösterilen referans buydu… Avukat görüşünü de dikkate almayan YÖDAK, yeni bir protokolde ısrarcı olarak aslında hiçbir geçerliliği olmayan yeni bir protokol ortaya koydu. Protokol geriye doğru işleyemeyeceğine göre yeni protokolün de aslında hiçbir geçerliliği yok.

Yukarıda anlattığım 2015’teki maaş kriziyle iyice ayyuka çıkan sorunlar değilse bile, maaş krizinin kendisi aşıldı; ama programda her sene bütçe açılma krizi, özlük hakları, statü sorunları olduğu gibi devam ediyor. Öğretim üyesi adaylarına karşı bakış açısında da, yukarıda anlattıklarımdan farklı bir duruma gelinebildiğini zannetmiyorum.

Sonuç Yerine: Üniversiteler Adası?

Kuzey’deki hiçbir siyasetçinin ve siyasi partinin bu meseleyi umursadığı yok açıkçası… Daha da vahim olanı, bu ÖYP-KKTC’nin de dışında,  nitelikli öğretim elemanı yetiştirilmesiyle ilgili, nitelikli eğitim ve üniversitelerle ilgili kimsenin somut bir planı, programı da yok. Üstelik ülkemizde siyasi parti başkanlarının, milletvekillerinin, parti kadrolarının bir kısmı da akademisyen. Bu ise, ayrıca garipsenecek bir hal. Yükseköğretim kurulumlarının eğitim kalitesi, standartları konusunda yeterli çalışma ve geleceğe dönük planlama yok ama, “üniversiteler adası” oluşturma iddiası her daim gündemde ve durmadan yeni üniversite açılıyor ülkemizde… Eğer böyle giderse, bu bakış açısıyla ülkemiz nitelikli eleman konusunda da, nitelikli eğitim konusunda da ilerleme sağlayamayacağı gibi, birkaç yıl içinde üniversitelerimize öğrenci gelmemesi halinde buna herhalde çok da şaşırmayacağız. Yetkililer ve siyasetçiler, her fırsatta, üniversitelere öğrencilerin gelmemesini tanınmamışlığa ve kuzeydeki pahalılığa bağlamaya çalışıyor; fakat işin esası burada değil. Bunlar ancak yan unsur olabilir. Öğrencilerin gelmesinin, gelmeye devam etmesinin esas koşulu, elbette, eğitim kalitesinin artırılması, nitelikli akademisyenlerin yetiştirilmesi ve yükseköğretimde herkes için geçerli olacak ve uygulanacak belirli standartların sağlanmasıdır.

Sessiz siyasi partilerin, siyasetle iştigal eden akademisyenlerin ve diğer siyasi kadroların bu konularla ilgili düşünceleri nelerdir, merak ediyorum. Ülkemizin “üniversite çöplüğüne” dönüşmesini istemiyorsak, yükseköğretim meselesi yetkin kişiler tarafından değerlendirilmeli ve bununla ilgili somut ve gerçekçi politikalar oluşturulmalıdır.

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 7520 defa okunmuştur
Etiketler : ,
Gaile 411. Sayısı

Gaile 411. Sayısı