OYSA BEN EN ÇOK ÖZGÜRLÜK AŞKINI SEVDİM
Ben Türkiye’nin en çok şairlerini sevdim. Acı içinde yüreği, mutlu olmayı bilmeyen, Anadolu’ya baktıkça içi acıyan şairlerini... En güzel onlar anlattı yüzlerce yıldır kanayan yaraları... Çıkarılacak binlerce ders...
Ben Türkiye’nin en çok çöplükte bir avuç yemiş arayan çocuklarını sevdim. Ayakları çıplak, aç ve sefil ve çaresiz geleceğe bakan köprü altı çocuklarını... Şimdilerde sütü bile celladından medet uman!
Ben Türkiye’nin en çok cefakar kadınlarını sevdim, tarlada elleri nasırlaşmış kocası kahvede keyif çatan işe yaramaz erkeklerini...
Toprağının doğurganlığını sevdim, nasır tutmuş kadınlarının maharetli ellerinde büyüyen... Erkek egemen devlete rağmen evde ‘ağa’ oluşlarını sevdim o kadınların... Mıhlamasını, kömmesini, mısır ekmeğini, pişisini sevdim onların... Yoktan var etmelerini...
Ben Türkiye’nin en çok isyankar topraklarını sevdim... Ağaya, paşaya, padişaha dayılananlarını, isyanlarını sevdim... Ben en çok onlara yandım, devlet denen ceberuttun kendilerine biçtiklerini gördükçe uykularım kaçtı, kahroldum, bir daha aynı ben olamadım.
Gençlerini sevdim meydanlara dolan. “Alayına gider” diyenlerini... “Vazgeçme, erteleme, dayan rüsva etme beni” diyenlerini sevdim... İçtikleri polis zehrine rağmen iktidara diklenenlerini sevdim korkusuzca... ‘Büyük Türkiye’ budur dedim! Türkiye’yi kurtaracak olan budur dedim, inandım!
Kimler ‘idam sehpasına’ gitti ama Türkiye kurtulamadı! Zevahiri kurtarmak da bu saatten sonra kolay değil artık. Anlayana!
Bizim buralarda ise işler daha da zorlaştı. Hayal ettiğimiz demokrasi ve normalleşme sapla saman gibi karışık duruyor orada kimsenin laf ettiği yok. Herkes hayatta kalma sevdasında. Biz eski düşlerde kaldık. Ceberutta yenik düştük.
Oysa ben Kıbrıslıların bir adım önde oluşunu sevdim. Medeniyetini, özgürlük aşkını...
Ve ona inandım, onu savundum tarihim boyu. Tarih bugün başlamadı. 2006 yılında başladım ben bu gazetede yazmaya. Uzun uzun aralar versem, başka başka gazetelerde yazsam bile ‘kürkçü dükkanına’ döndüm yine yeni gelin edasıyla. Arada yıllarca mahkemelerde süren davalar koşturdum karnımda çocukla. Ama yılmadım, yılmam da!
Ve şimdi ben susayım, sığındığım Ahmet Arif söylesin bundan sonrasını:
Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı,
Sığınabilirdi yüceltilere...
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,
Yanan cıgaranın külünü,
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini,
İlk atımda uçuran
Usta elleri...
Bu gözler, bir kere bile faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların,
Önceden bilen gözleri...
Çaresiz
Vurulacaktı,
Buyruk kesindi,
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi...
Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun...
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
...
Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fukaralıktan.
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına...
---
Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
...
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...
(Affınıza sığınarak yazılarıma bir süreliğine ara veriyorum...)