Öz Eleştiri Yapmaktan Kaçan İnsandan Korkun!
Öz Eleştiri Yapmaktan Kaçan İnsandan Korkun!
Tufan Erhürman
Bu yazıya klişe bir cümleyle başlamak istemezdim doğrusu ama derdimi daha iyi anlatabilmek için başka çarem yok galiba! O cümleyle başlıyorum: Her insan hata yapar!
“Hatasız kul olmaz”, “hata insana mahsustur” gibi cümleler, dinsel çağrışımlarından soyutlansalar da, doğru kabul edilmek gerekir. Hatta biraz daha ileri giderek, bütün hayatını hata yapmadan geçiren bir insanın son derece sıkıcı olacağını da eklemek gerek sanırım. “Doğrucu Davut” hiç hazzetmediğim bir karakterdir.
Hata yapmaktan kaçamayacağımıza göre, dini, ahlakı ve hukuku, hata yapılmayacağı ön kabulü üzerine bina etmenin bir manası yoktur. Dindeki tövbe, günah çıkarma, hukuktaki itiraf, ikrar, iyi hâl ve pişmanlık, insanın hatanın ardından yapabileceği ve kendilerine olumlu değer atfedilen davranışlardır. Kanımca bunların ahlak alanındaki muadilleri, öz eleştiri ve özür dilemektir. Ahlaken kabul edilemeyecek bir davranışta bulunan insan, davranıştan zarar görenin ya da kamunun önünde öz eleştirisini yapar ve ardından da samimiyetle özür dilerse, kınama yaptırımının şiddetinin azalması beklenir. Elbette öz eleştiri ve özür bazı durumlarda yapılmış hatayı yapılmamış hâle getirmeyecek, davranışı yapanın tamamen affedilmesini sağlamayacaktır. Ancak olumsuz davranışın karşılaştığı kınama yaptırımının şiddetinin, hemen ardından gelen olumlu davranış (öz eleştiri ve özür) sayesinde hafiflemesi kuvvetle muhtemeldir.
Dine aykırı bir davranışın yaptırımı Tanrı (bazen de onu yer yüzünde temsil ettiğini iddia edenler), hukuka aykırı bir davranışın yaptırımı devlet, ahlaka aykırı bir davranışın yaptırımı da toplum tarafından uygulanır. Bu yaptırımların üçü de dışsaldır. Ancak her üç davranış için de geçerli olabilecek bir yaptırım daha vardır ki muhtemelen diğerlerinin tümünden daha güçlüdür. O yaptırım içseldir ve doğrudan doğruya failin vicdanı tarafından uygulanır. Ama vicdan, hukuka, dine, ahlaka aykırı her davranışta devreye girmeyebilir. İnsan, doğruluğuna inanmadığı bir hukuk ya da ahlak kuralını ihlal ettiğinde vicdanının sızlaması beklenmez (hatta insan, bazen sırf hukuk kuralı vicdanını sızlattığı için, bile isteye hukuku ihlal eder. Bazı sivil itaatsizlik uygulamaları bunun örneğidir). Benzer biçimde, bir dine inanmayan ya da onun farklı biçimde yorumlanması gerektiğini düşünen insan da, bazı din kurallarını vicdanı sızlamaksızın ihlal edebilir.
İnsanın vicdanını sızlatan, inandığı, içselleştirdiği, kendi özel hayatı için de kural hâline getirdiği, din, hukuk ve ahlak kurallarını ihlal etmesidir. Böyle bir kuralı ihlal eden kişi için vicdanı tarafından tâbi tutulacağı yaptırım, çarptırılacağı dışsal yaptırımdan daha şedittir; hatta bazen, vicdanını biraz rahatlatma kaygısıyla insan, dışsal yaptırıma tabi tutulmayı özler, arzu eder duruma gelir.
Görüldüğü gibi, dışsal yaptırımlarla baş etmek, vicdanın yaptırımlarıyla baş etmekten çoğu zaman daha kolaydır. Vicdan içsel, iç dünyayla ilişkili ve yaptırımları da daha şiddetli olduğu için, onunla baş etme yöntemleri de daha çetrefillidir. Baş edebilmenin en sağlıklı yolu, öz eleştiri ve özürdür. Bu yöntemin özellikle hata ayyuka çıkmadan kullanılması, dışsal yaptırımları hafifletmesi bir yana, vicdanı ciddi biçimde rahatlatacaktır. Yöntemi kullanan, bir yandan kendi “doğru”larından vazgeçmek zorunda kalmayacak, diğer yandan ruhsal bütünlüğünü koruma ihtimalini sağlamlaştıracaktır.
Gelin görün ki vicdanla baş etmenin en popüler yolu bu değildir. Ondan daha popüler olan yollar, hatayı bilinç altına itme ve insanın kendisini, yaptığı şeyin aslında hata olmadığına ikna etme çabası içerisine girmesidir. Psikolog değilim ama sanırım, “unutma” sözcüğünün karşısında aciz kaldığı “bilinç altına itme”, birçok psikolojik rahatsızlığın temel sebeplerinden biridir. Hafızanın dışına ittiğimizi sandıklarımız çeşitli kılıklara bürünerek hayatımızı işgal edecek, kendi kendimizi tanımamızı dahi olanaksız hâle getireceklerdir.
İnsanın kendisini, yaptığı şeyin aslında hata olmadığına ikna etme çabası içerisine girmesi ise özellikle siyaset alanında yapılan hatalar söz konusu olduğunda gündeme gelir. Bu yöntem, ilkelere dayanan siyasetten pragmatist siyasete geçişte sıklıkla kullanılır. Seçim kazanabilmek ya da iktidara gelebilmek için oy satın alan, iktidara geldikten sonra iktidarın devamını sağlayabilmek için vesayeti kabul eden siyasetçinin hâlleri sanırım bu yöntemle ilgilidir. İktidar olma hırsı (ki pek çok insanda görülen bir zaaftır), diğer adayların oy satın aldığının bilindiği bir seçimde, oy satın almayı ahlaksızlık olarak nitelendiren bir kişiyi kötü yola düşürebilir. Özellikle bu kişinin, temiz siyaseti, dürüstlüğü şiar edinmiş bir siyasi partiden/hareketten gelmesi durumunda, bu yola düşmek, hem toplum (en azından yoldaşları) tarafından kınanmayı, hem de vicdan sızlamasını gündeme getirir.
İşte bu noktada vicdan, kendini rahatlatacak yöntemleri çağıracaktır. Hatayı yapanın kendini hata yapmadığına ikna etmesi yöntemi seçilirse, dönüşüm kaçınılmaz olarak başlayacaktır. Dönüşümü başlatan, insanın kendine ve yanındakilere “bu ülkenin gerçeği bu. Bu ülkede bu işler böyle yapılır. Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı demek, bunları köprüyü geçince düzeltmek gerekir” demesidir. Bu cümle elbette vicdanı “rahatlatabilir” ancak bir kez kurulduktan sonra, onu kuran insan artık o cümleden önceki insan değildir. Fail, vicdanını rahatlatmak için “doğru”larından, aslında o güne kadarki kendinden vazgeçmiştir.
Para karşılığı oy satın alma burada sadece bir örnektir. Toplumda kabaca (buradaki “kabalık” nezaketsizlik anlamında değil, meselenin inceliklerini görememe anlamındadır) “dönek” olarak tanımlanan insanların hâlleri genelde böyledir. Hata üzerine hata yapılmış, vicdanlar rahatlasın diye “onlar aslında hata değildi, stratejiydi” denmiş, bir süre sonra hataları yapanlar kendilerini aynaya baktıkları zaman tanıyamayacak durumda bulmuşlardır. Oysa öz eleştiri yapma ve özür dileme, belli bir süre kınanmayı göze alarak “doğru”larını ve ruhsal bütünlüğünü koruma anlamına gelecektir. Ancak kişi, o süreyi göze almaktansa, gayya kuyusuna düşmeyi tercih edebilmektedir.
Hülasa, siyasette hata yaptıktan sonra öz eleştiri vermekten, özür dilemekten kaçıp da, yaptığının aslında hata olmadığını, stratejik ve pragmatik bir gereklilik olduğunu ileri sürmeyi seçen insan, çoğu zaman yaftalandığı şekilde, basitçe “dönek” değildir. Vicdan sızısından kurtulmak için vicdanını, “doğrularımdan ödün vermedim” diyebilmek için doğrularını, “ben değişmedim” diyebilmek için “ben”ini kaybetmiş bir kişidir. Böyle bir kişi bir kez dönmeye başladı mı, döndürek olmak mukadderdir.
Siyasette en çok döndüreklerden korkmak gerekir!