Öz güven sorunu
Öz güven sorunu
Tufan Erhürman
Geçenlerde “bugünün gençleri” konusunda son dönemin popüler kitaplarından biri olan “BEN NESLİ”ni karıştırırken ilgimi çeken şu satırlara rastladım:
“Düşünün ki bir öğrencisiniz ve sınavı geçemediniz. Sınava bile çalışmayacak kadar tembel ya da açık bir şekilde aptal olduğunuzu kabul ederseniz, öz güveninizi zedelemiş olacaksınız. Ama öğretmenin adil olmayan bir sınav yaptığını söyleyerek onu suçlarsanız, kendinizden hala hoşnut olabilirsiniz. Öz güvenimizi korumak adına, yaşanan kötü şeylerin bizim hatamız olmadığını söyleriz. Yarışa karşı olan bir eğitim kitabında ‘bir sürü kişi kaybedip sadece bir kişi kazanıyorsa, kişinin öz değerini koruması için denememek ve sadece denemediğin için başaramamak daha kolay’ diye yazıyor” (Jean M. Twenge, “Ben” Nesli, çev. Esra Öztürk, İstanbul, kaknüs Yayınları, 2013, s. 205).
Bu satırlar Kıbrıs Türk halkının “öz güven sorunu” üzerinde bir kez daha düşünmeye sevk etti beni. Kanımca birkaç önemli nokta var yukarıdaki alıntıda. Birincisi, başarısızlığın sebebini kendinde değil, dış faktörlerde aramak. Bu davranışı, kendinden hoşnut olmaya devam etme, bir anlamda öz güveni koruma arzusuyla açıklıyor yazar. Bu yolu seçmek kişiyi öz eleştiri yapmaktan ve kendini sorgulamaktan kurtarıyor doğal olarak ki bunu birinciyle yakından bağlantılı ikinci nokta olarak tespit etmekte yarar var. Üçüncü nokta ise bizi bir adım öteye taşıyor ve kişi başarısız olduğunun tescil edilmesini, dolayısıyla öz güveninin zedelenmesini önlemek amacıyla mücadeleye girişmekten kaçmaya başlıyor.
Bana, her üç nokta da biraz daha tartışma kaldırırmış gibi geliyor. Ben, insanın, başarısızlığını dış faktörlerle açıkladığı zaman da, öz eleştiri yapmaktan, kendini sorgulamaktan ve başarısız olmak korkusuyla mücadeleye girmekten kaçtığı zaman da, içten içe, kendi halinin, yani başarısızlıktaki payının farkında olduğunu sanıyorum. Eğer haklıysam bu düşüncemde, öz güveni korumak adına yapılan her üç davranış da paradoksal biçimde öz güven kaybına sebebiyet verecektir kaçınılmaz olarak. Yani kişi, öğretmen adil bir sınav yapmadı derken kendisinin yeterince çalışmamış olduğunu, öz eleştiri yapmaktan ve kendini sorgulamaktan kaçarken, bunları yaparsa ortaya neler çıkacağını, başarısız olduğunun tescil edilmesini engellemek için mücadeleye girmekten vazgeçerken, bunun esas itibarıyla kazanamama korkusundan kaynaklandığını aslında içten içe biliyor. Bu durumda, bu davranışlar dışa karşı öz güvenini koruduğu yanılsamasına yol açarken, kişi içten içe öz güvenini kaybediyor.
Temel sıkıntı da buradaki çelişkiden kaynaklanıyor gibi geliyor bana. Etrafta geh geh geğirip bir balon gibi şişinerek gezinirken, her şeyi ve bir şeyler yapmaya çalışan herkesi tiye alan, öfke nöbetlerine tutulan, gittikçe saldırganlaşan kişilerin hallerini buradan okumak gerektiğini sanıyorum.
Bir halk olarak yaşadığımız öz güven problemini de buralardan bir yerlerden tartışmaya başlamak gerekir bence. Bu ülkede olması gerektiğini düşündüğümüz bir sürü şeyin “dış ve büyük güçler”den dolayı olmadığını anlatmak için bu kadar çaba göstermenin, geçmişte olan bitenle ilgili öz eleştiri çağrılarına kulak tıkamanın, hatta bu tip çabalara girişenler karşısında saldırganlaşmanın, mücadeleden, “bu memlekette hiçbir şey olmaz”, “siz bizim bu işleri tek başına yapabileceğimize inanıyor musunuz gerçekten” diyerek sürekli olarak kaçmanın ama tüm bunları yaparken de, televizyonlarda, radyolarda aralıksız biçimde konuşup, gazetelerde ve internette durmaksızın kendinden emin ve dökülen incilerin bir türlü anlaşılamamasından dolayı öfkeli tonlarla yazıp çizmenin açıklaması bu olabilir.
Başarısızlığı yalnızca dış faktörlere bağlayan, öz eleştirinin ve kendini sorgulamanın yanından bile geçmeyen, mücadeleyi gereksiz, hatta imkansız gören, her şeye rağmen mücadele etmeye çalışanları, kendi durumu açığa çıkacak korkusuyla durmadan küçümseyen bu dilin sahibi her şeyin içten içe farkındadır ve tam da bu sebeple öz güven sorunu yaşamaktadır bence. Mesele, bunu dahi kabullenemeyip, söyledikleri, yazdıkları ve yaptıklarıyla tam tersini, yani öz güveninin tam olduğunu göstermeye çabaladığı noktada ortaya çıkmaktadır. Bu çelişki, onu yaşayanı öfkelendirmekte ve saldırganlaştırmaktadır.
Son zamanlarda Kıbrıs Türk halkına musallat olan saldırgan ve her daim kötücül öfke dilini belki de böyle açıklamak gerekir. Bu düşüncem elbette yanlış da olabilir. Ama galiba kesin olan bir şey vardır: Mesele, fena halde derinlerdedir!