“Özay Akif, Leymosun ve Leymosunlular…”
Hasan KAHVECİOĞLU
Leymosun; Kıbrıslı Türkler’in 1974’te topluca terk etmek zorunda kaldıkları Kıbrıs’ın üç kazasından biri…
Oralardaki yüzlerce yıllık, kök salmış “Kıbrıslı Türk” varlığı, günümüzde de “görünür”lüğünü koruyor.
Şimdiki Limasol Belediyesi, bizden geride kalan “kültürel ve tarihsel miras”ı gizlemiyor, tam tersine şehre kattığı “zenginlik”ten turizm ve çeşitli amaçlarla nemalanıyor.
Savaşın “talan” ettiği Kıbrıs’ın “ortak miras”ı konusunda bizler, iyi bir sicile sahip değilken, Rum tarafında bu “koruma” kültürüne daha çok önem verildiğini görmekteyiz.
Limasol’da Osmanlı’dan kalan hanlar, cami ve mescitler, tekkeler, çeşmeler, köprüler, konaklar, medreseler, sarnıçlar, yazıtlar, mezarlıklar ve daha birçok tarihsel “yapı” kentin çok kültürlü geçmişini sembolize ediyor ve bu da Limasol’a büyük bir değer katıyor.
Fanatik düzeyde bir “aidiyet” duygusuyla Leymosun’a bağlı olan Özay Akif, kapıların açılmasından sonra doğduğu bu kentte tarihsel mirasın izlerini sürdü. Kimisinin talan edildiğini, kimisinin yerinde olmadığını, kimisinin ise iyi korunduğunu saptadı.
Özay Akif, Leymosun’un her sokağını, konağını, ağacını, insanını, geçmişini, müthiş bir özlem tutkusuyla yeniden ele aldı ve Leymosun’un neredeyse bir “anatomi”sini çıkardı.
En büyük avantajı ise; 80 yaşını çoktan geçmiş olmasına karşın, geçmişe ait her detayı biriktirdiği müthiş “hafıza”sıydı…
Özay Akif ile iki yıl süren bir çalışma yaptık. Leymosun’daki Kıbrıslı Türklere ait kültürel ve tarihsel geçmişi lime lime sorguladık. Ta Osmanlı’ya kadar uzandık. Eğitimden ticarete, günlük yaşamdan, gelenek ve göreneklere kadar tam bir “kentsel panorama” oluşturduk.
Ortaya, içinde 350’nin üzerinde fotoğraf bulunan, özgün metinlerden oluşmuş kocaman bir başucu kitabı çıktı.
“Tarih” yazmak gibi bir iddia taşımayan, sözlü bir bellek çalışmasıydı bu…
Özay Akif, kentteki yakın geçmişi ele alırken, İngiliz İdaresi’nde Vakıflar’ın İngiliz yandaşı yöneticilerinin yaptığı yanlışları da bircik bircik anlatmaktan çekinmeyen bir eleştirel söylem kullandı.
Kentin 1974 öncesi yaşamını; mahalle mahalle, kökenlerine dayanarak, tarihsel öyküleriyle birlikte işledi. Bunu yaparken kendi bireysel deneyimlerini ve yaşanmışlıklarını ortaya koydu.
Bu yüzden kitapta güçlü içerikleriyle “anılar” var ama bir o kadar da araştırma ürünü veriler yer alıyor.
“1974 Öncesi Leymosun” adlı kitapta, bugüne kadar hiçbir yerde yayımlanmamış fotoğraflar ve bilgiler, dökümanlar dikkat çekiyor.
Örneğin; 1878’den, 1957’ye kadar “Leymosun Belediye Meclisi”nde Rum üyelerle birlikte ortak kent yönetiminde bulunmuş tüm Kıbrıslı Türklerin listesi yer alıyor.
Yine; 1955’te EOKA’nın ortaya çıkmasından sonra, kentte iki toplum arasında gerginleşen ilişkiler nedeniyle, kentin Türk ve Rum ileri gelenlerinin ortak imzasını taşıyan ve halkı “itidal”e davet eden ve o günlerde dağıtılan el ilanı var.
Kitaptaki “eğitim” bölümünde ise 1900’lerin başında Türk erkek ve kızların “ayrı” okullarda okutulmasından sonra “karma” okullara geçiş süreci ve okullaşma çabaları anlatılıyor.
Yine Leymosun’da yaşanan sel felaketi ve burada ölenlerin yattığı Seylap Şehitliği’nin hikâyesi ve son yıllarda bu konuda yapılan “restorasyon”a yer veriliyor.
Özay Akif’in kitabında geniş biçimde yer alan ve Leymosun’un karakteristik özelliğini ortaya koyan “deniz kültürü” ise kentin çok şey borçlu olduğu bir yaşam biçimi…
Özellikle Leymosunlu Türklerin en büyük “ekmek kapısı”…
Balıkçısı, gemicisi, tersane sahibi, kaptan, mavnacıların oluşturduğu bir toplum…
Kentin “kozmopolit” değerine katkı koyan liman, ihracat ve çevre ülkelerle sıkı temaslar Leymosun insanının “çağdaş vizyon” sahibi olmasındaki en büyük etken…
Hatta diğer bölgelerimize bu alanda “fark” atan bir toplumsal karakteri var Leymosun insanının…
Düşünebiliyor musunuz? 1920’li yıllarda yelkenli gemi üreten, Beyrut’a, Hayfa’ya, Port Sait ve Laskiye gibi limanlara ihracat yapan bir toplumsal güçten söz ediyoruz.
Kitabın kapağında yer alan Osmancık gemisi o dönemin gurur tablosu…
Kitapta ayrıca bazı çarpıcı tarihsel olaylara da yer verildi. 27 Mayıs 1912’de; 1 Türk ve 4 Rum’un ölümü ile sonuçlanan, 100 Türk ile 50 Rum’un yaralandığı Leymosun Deniz Panayırı’ndaki Türk-Rum kavgası bunlardan biri…
Özay Akif; Leymosun’un Türk mahallelerindeki capcanlı “sivil toplum” yaşamını da anlatıyor bu kitapta. Terakki Kulübü, İslam Cemiyeti, Şehir Kulübü, Kadınlar Birliği gibi derneklerin ve spor kulüplerinin faaliyetlerine yer veriyor.
Kitapta Leymosun kasabasındaki sanatsal faaliyetler, ayrıca sinema, tiyatro, kahvehanelerde Karagöz oynatılması da anlatılıyor.
Dokuma yapan “Çulha”lardan, bohçacı kadınlara; cenaze ve düğün geleneklerinden yemek kültürüne kadar tüm alanlardaki Leymosun “insanı” kitapta baştacı ediliyor, tüm anlatımların odağında yer alıyor.
Çevresel miras da yer alıyor kitapta… Özay Akif kentin doğasını da anlatıyor… Kınnap, Cümbez ve Kurtunya ağaçları… Bunlara ilişkin şakalar, alışkanlıklar…
“1974 Öncesi Leymosun” etkili bir “hümanist” söylemle bir “başyapıt” niteliğinde…
Özay Akif’i kültürümüze kattığı bu eser için yürekten kutluyorum.
(NOKTA KIBRIS/HALKIN SESİ - Hasan KAHVECİOĞLU – 21.1.2025)
*** BASINDAN GÜNCEL...
“Uğur Mumcu cinayetinin düğümünü Mehmet Ağar'ın tanıklığı çözebilir mi?”
Mahmut Hamsici/BBC
24 Ocak 1993'te uğradığı bombalı saldırı sonucu hayatını kaybeden Uğur Mumcu'nun ölümü, aradan 32 yıl geçmesine rağmen hâlâ tam olarak aydınlatılamadı.
Hukuki süreç, aralarında Mumcu suikastının da bulunduğu faili meçhul cinayetlerle ilgili "Umut davası" üzerinden yürüyor.
Davanın 16 Ocak'taki duruşmasında mahkeme heyeti, Mehmet Ağar'ın tanık olarak dinlenmesine karar verdi.
Bir sonraki duruşma 12 Mayıs'ta görülecek.
Peki davanın avukatları neden Ağar'ın dinlenmesini talep etti? Ağar'ın tanıklığı neden önemli ve cinayetin tüm yönleriyle aydınlatılmasını sağlayabilir mi?
UMUT DAVASI NEDİR?
Kamuoyunda Umut davası olarak bilinen davanın geçmişi, 17 Ocak 2000'de İstanbul'un Beykoz ilçesinde Hizbullah örgütüne ait bir eve yapılan baskına dayanıyor.
Baskında ele geçirilen belgeler sayesinde; Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve Ahmet Taner Kışlalı'nın da aralarında bulunduğu 22 faili meçhul cinayete dair önemli bilgiler ortaya çıktı.
Bunun üzerine, bu siyasi cinayetleri çözmek amacıyla kısa adı Umut olan, Uğur Mumcu Uzun Takip operasyonu başlatıldı.
İlerleyen aylarda operasyon, bazı kilit isimlerin tutuklanmasıyla derinleşti.
Aynı yıl "Umut davası" başladı.
Davada, sanıkların yasadışı Tevhid Selam Kudüs Ordusu ve İslami Hareket örgütleriyle bağlantılı oldukları ve İran gizli servislerinin yardımıyla cinayetler işlediği belirtildi.
2014'e kadar süren yargı süreçlerinde çeşitli sanıklar hapis cezalarına çarptırıldı.
Son cezaların onandığı, 31 Mart 2014 tarihli Yargıtay kararında, Tevhid Selam Kudüs Ordusu örgütünün,1988 ila 1999 yılları arasında Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı'nın öldürülmesi olaylarının da aralarında bulunduğu 18 ayrı saldırıyı gerçekleştirdiği, beş ayrı saldırının ise İslami Hareket örgütü tarafından düzenlendiği belirtildi.
Bu süreçte, Mumcu'nun aracına bombayı koyduğu öne sürülen firari sanık Oğuz Demir'in dosyası ise ayrıldı.
1971 doğumlu Oğuz Demir, Ankara'da 2000 yılındaki bir polis operasyonunda yakalanmak üzereyken kaçarak kurtuldu.
Bugün hâlâ kayıp olan Demir, İçişleri Bakanlığı'nın arananlar listesinde kırmızı kategoride yer alıyor.
Firari olduğu için de bu dava devam ediyor.
Bu davanın son duruşması, 16 Ocak'ta Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü.
Mahkeme heyeti duruşmada iki önemli karar verdi.
Bunlar biri, Mumcu ailesinin avukatlarının talebi üzerine, eski emniyet genel müdürü, içişleri bakanı ve adalet bakanı Mehmet Ağar'ın tanık olarak dinlenmesi.
Heyet ayrıca, sanık Demir'in ve ailesinin Türkiye'de yaşayıp yaşamadığının araştırılmasına ve Emniyet Genel Müdürlüğü'ne müzekkere (Yargılama makamının, bir kararın yerine getirilmesi konusunda belli bir makama yazdığı yazı) yazılmasını kararlaştırdı.
Bir sonraki duruşma tarihi, 12 Mayıs olarak belirlendi.
MEHMET AĞAR NEDEN ÖNEMLİ?
Davanın avukatlarından Turgut Kazan, mahkemenin Ağar'ın dinlenmesi kararının kendileri açısından da sürpriz olduğunu belirtiyor.
BBC Türkçe'ye konuşan Kazan, Ağar'ın tanıklığını neden önemli bulduklarını anlatırken iki nedenden bahsediyor.
Öncelikle Ağar'ın geçmişte emniyet genel müdürlüğü, adalet bakanlığı ve içişleri bakanlığı gibi kritik görevlerde bulunmuş olmasından bahsediyor.
Kazan, "Türkiye'de 1993 ile 1996 yılları arasında birçok faili meçhul cinayet işlendiğini, Ağar'ın bu dönemlerde önemli görevlerde yer aldığını, Susurluk kazası sırasında içişleri bakanı olduğunu ve istifa etmek zorunda kaldığını" hatırlatıyor.
Kazan, Ağar'ın Susurluk davasında silahlı terör örgütü yöneticiliğinden ceza aldığını ve hapis yattığını vurguluyor.
Ağar, o dönemki yeni yargı paketine dayanarak 1 yıl 4 gün hapis yattıktan sonra tahliye edilmişti.
Kazan ikinci neden olarak ise Uğur Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu'nun 1996 yılında, Ağar'la arasında geçtiğini aktardığı diyaloğun da önemli olduğunu belirtiyor.
Mumcu, görüşmeyle ilgili detayları 'İçimden Geçen Zaman' adlı kitabında yazmıştı.
Avukat Kazan'ın dosyaya da sunduğu kitapta aktarıldığına göre 1996 yılında, Uğur Mumcu davasında yakalanan bazı sanıkların, yakalanma tarihlerinin belge ve tutanaklarda farklı biçimde yer alması üzerine Güldal Mumcu, dönemin adalet bakanı Ağar'dan bir görüşme talep etti.
Ağar eve gelebileceğini söyledi, Mumcu ise tek görüşmek istemediği için avukatları Emin Değer'i de çağırdı.
Kitaba göre görüşmede Mumcu ve Değer, belgelerdeki tahrifatların sehven yapılamayacağını savundu, belgeleri kontrol eden Ağar ise "Evet, buralarda bir şeyler olduğu görülüyor" dedi.
Aktardığına göre Mumcu, "Karşımıza sürekli engeller çıkıyor. Bir duvar örülüyor sanki" deyince Ağar "Evet, Güldal bir duvar örülüyor" karşılığını verdi.
Tanıklığına göre Güldal Mumcu, bunun üzerine, "O zaman bir tuğla çekin, duvar yıkılsın" dediğini, Ağar'ın "Çekemem" cevabını verdiğini, "Tuğlayı çekin, kenara çekilin" dediğinde "Yapamam. Onu da yapamam" cümlesini sarf ettiğini, ardından "Soruşturma için yeni bir ekip kurulmasını sağlayabilirsiniz belki" dediğinde ise "Kusura bakma Güldal, yapamam" cevabını aldığını aktarıyor.
Mumcu, kitapta daha sonra şunları yazıyor: "O zaman, başkaları çeker, altında kalırsınız" dedim. "Ona kimsenin gücü yetmez" gibi müstehzi bir ifadeyle gülümsedi."
Ağar ise ilerleyen yıllarda yaptığı bir açıklamada, Mumcu'ya bu sözleri söylemediğini savundu.
Avukat Kazan, bu görüşmeyi yorumlarken "Burada biz görüyoruz ki Mehmet Ağar'ın bir bildiği var çünkü hem 'Bir şeyler olmuş' diyorsun hem de bilebilecek durumdayken hiçbir şey bilmiyorsun" diyor.
Kazan, 1977'deki seçim çalışmaları sırasında dönemin Cumhuriyet Halk Partisi lideri Bülent Ecevit'e ateş açıldığını, ilerleyen yıllarda ise Ecevit'in bu olayın aydınlatılmasını değerlendirirken "Karşıma bir duvar çıktı. Öbür tarafa geçemedik" dediğini hatırlatıyor.
"Mumcu cinayetinin elebaşlarının yakalanmadığını" belirten Kazan, "Biz bu tür yakalamamalarda o örülü duvara inanıyoruz ve ne yazık ki yakalamıyorlar" diyor.
Ağar geçmişte yaptığı açıklamalar ve verdiği ifadelerde, faili meçhul cinayetlerle ilgili bilgisi olmadığını söylemişti.
Uğur Mumcu'nun kızı Özge Aybars Mumcu, Ağar'ın sadece babasının değil, birçok faili meçhul cinayetin işlendiği bir dönemde kritik görevlerde yer almış olduğunu hatırlatıp, "Dolayısıyla tanık olarak çağrılması bu açıdan çok kritik" diyor.
BBC Türkçe'ye konuşan Mumcu, "Gelip kendini tırnak içinde 'aklaması' ya da bildiklerini aktarması önemli olacaktır diye düşünüyorum" diye devam ediyor.
Özge Aybars Mumcu, genel olarak hukuki süreci değerlendirdiğinde ise en başından beri eksiklik ve hatalarla karşılaştıklarını anlatıyor.
Mumcu, gerçeklerin açığa çıkması çağrısı yapıyor:
"Bugün Türkiye'nin her yerinde Uğur Mumcu sokakları, meydanları, kütüphaneleri vs. var ve Uğur Mumcu ismi birçok insan için hâlâ kanayan bir yara. Dolayısıyla bu davanın da artık en sağlıklı ve babama en yakışan şekilde son bulması gerekiyor; yani gerçekleri açığa çıkarılarak."
(BBC – Mahmut HAMSİCİ – 24.1.2025)