1. YAZARLAR

  2. Eralp Adanır

  3. Özcan Özcanhan’ın ardından...
Eralp Adanır

Eralp Adanır

Özcan Özcanhan’ın ardından...

A+A-

Geçtiğimiz Perşembe günü (19 Ekim 2023) sosyal medyaya bir haber düştü, biz basın mensuplarını, spor camiasını derinden üzen. Gazetecilik mesleğimizin duayenlerinden olan Özcan Özcanhan abimiz hayata veda etmişti. 17 Mart 2010 tarihinde BRT'de yer alan "Söz ve Yazı" programıma konuk almıştım kendisini. Müthiş bir kaynak eser olan ve Levent Dirençay'ın yayına hazırladığı, "Onurlu Bir Yaşamdan Dikine Kesitler" kitabını konuşmuştuk. Çocukluğundan eğitim günlerine, futboldan gazeteciliğe kadar birçok konuya değinmişti. Uzun bir röportaj olmuştu kendisiyle. İşte bu röportajımızdan Özcan abinin anısına bazı bölümleri sizlerle paylaşmak istedim. Huzur içinde uyu sevgili Özcan Özcanhan abimiz...

 

   “Yenicami’de Hacı Faik hocaydı ilk hocam benim, sarıklı cübbeli bir hoca. Ve öfkelendiği zaman çocukların kafasına elini şöyle çekiş gibi yapar tak tak vururdu. Çok da üzücüydü yani. Acıtırdı da ama Allaha şükür ben yemedim o çekiçten dayağı. Parmağı çekiç gibiydi yani.

   Reşat Kazım hocayla Osman Şakir hoca, onlar okuttu beni. Hasan Tahsin hoca. Kemal Yücel bey geçende yine beni aradı böyle arada bir arar moralimi düzeltir, büyük cesaret verir, çok efendi çok değeli bir hocamdır. Ve yani sizin öğrencinizim hocam gurur duyarım, ben seninle gurur duyarım diyor. Allaha şükür ne hocalarımı mahcup ettim ne annemi babamı.

   İlkokul dönemlerimizde alfabeden başlardık öğrenmeye. O zamanlar ülkeni, coğrafya derdik, işte Kıbrıs şudur başkenti şudur ne yetişir ve saire. Türkçe dili, “imlâ” derlerdi, hoca okurdu, okuduğunu yazardık ondan sonra alır düzeltirdi.

   Evvela Türkçemize dikkat ederlerdi. İlkokul bu tabii. Din dersi de vardı. Şimdi çoğu yani insanlarımız belki de yakışıksız olacak söylemem ama, cenaze namazlarına katılırım ben, ve orda hoca efendi işte ruhu için el fatiha der, maalesef fatiha okuyamaz insanlarımız. O ilkokulda bizim din dersimiz vardı. İhlas suresini, fatihayı, dua etmeyi, temiz olmayı, yardımcı olmayı, konu komşuyla iyi geçinmeyi, dürüst olmayı öğretirlerdi.

   Birçok sure öğrenmiştik o zamanlar. Ve hakikaten de temizliğe ister istemez özen gösterirdik çünkü haftada bir hocalarımız tırnaklarımızı kontrol ederdi. Uzat elini bakalım derdi. Kimin tırnakları pis ise kirli ise uzamışsa cetvelle, çok sert değil tabii, ama vurur ikaz ederdi. Kesecen tırnaklarını, temiz olacak ellerin derdi...

  ... Ortaokul ve sonra lise. İlkokulun birinci sınıfını Yenicami’de okudum, daha sonra Haydarpaşa’ya aktarıldık. 6 yıldı o zamanlar eğitim, ilkokul eğitimi. 6. Sınıf sonlarında sorardı hocalarımız, liseye mi gideceksiniz başka okula mı gideceksiniz diye. Çocuklar anlatırdı. Ben İngiliz Okuluna gitmeyi tercih ettim. Ama ben okula geliyorum deyip de gidemezdin. O zamanlar 500 kişi sınava girdik İngiliz Okulunun. Lisenin sınavlarına da girdim. Orda da başarılı oldum. Ama babam lisan öğrenmemi isterdi. Kendisi 1938’den 45’e kadar, ben daha yeni doğmuştum, ikinci Cihan Harbi zarfında, o zaman Kıbrıs’ta işsizlik vardı asker oldu babam ve gitti. Ve savaştan sonra geldi. Ve beni ilkokula rahmetli dedem elimden tutup götürdü kaydımı yaptırdı. Babam nice yıllar sonra geldi.

   İngiliz ordusunda asker, asker ocağı çok şey öğretir insana derler, babam İngilizce öğrendi. Kıbrıs’a döndü Rumca öğrendi. İngilizce gazete okur Rumca gazete okurdu. Bana dedi ki İngiliz okuluna gideceksin. İngiliz Okulu da paralı. 3 lira 5 şilin her terim (dönem) idi. 9 lira 15 şilin her yıl, akademik yıl. Ama bu arada ekstra masrafları vardı. Okulun ceketi olacak, kravatı olacak, kepi olacak. Ayakkabılar boyalı olacak. Tertemiz pırıl pırıl. Ve okulun kendi kütüphanesinde kitapçı dükkanı gibi dükkanı vardı, ordan alacaksın defterleri de kitapları da. Masrafları olurdu.

   Sınavlara girdim çok şükür Allaha 26 kişi aldılar. Ve o 26 kişiden sadece 19 kişimiz mezun oldu. İngiliz Okulunda mesela 1 sene iki dersten çaktın diyelim, tekrar yeniden sınıfa girmek yok. Okuldan seni uzaklaştırırlardı. Sınıf geçmeme, sınıfta kalma, bütünlemeye kalma diye bir şey yok. Çalışmak mecburiyetindeydik. Orda da nur içinde yatsın Hasan Navzat hocam, Necat bey hocam, ve şimdi Allah iyilik sağlık versin Mustafa Raif hocam vardı. Esat Hilmi hocam ki, ilk temel ingilizcede ilerlememize yardımcı olan hocaydı. Kendisine burdan sağlıklı yaşam dilerim. Babam askerden döndükten sonra İngiliz kendisine yani bir lütufta bulundu, devlet dairelerinde odacılık verdi, odacı maaşı alırdı. Bu para bize yetmezdi.

   Ben o zaman da eczacı Küfi beyin yanında gider çalışırdım. Servet hanım nur içinde yatsın oğlularının giysilerini verirdi bana, giyerdim. Tertemiz buz gibi. Birkaç da kuruş verirlerdi. Bir iki yaş daha ilerleyince, “ekmeçi deli Hüseyin” derlerdi, ama hiç de deli değildi o adam, öyle derlerdi. Kıbrıs’ta ürettiği ekmeği üretebilen başka fırın yoktu. Rum’u, Türk’ü, Ermeni’si gelir ve ordan ekmek alırdı. Lefkoşa’da Girne Kapısı’nda. Ordayagider un elerdim. 6 şilin alırdım. O paracıkları biriktirir ve işte okulun taksitlerini öderdim.

   Bana Hüseyin, deli Hüseyin dedikleri o adam, her tabii sınavlardan sonra, hele hiç unutmayacağım bu anımı hemen aklıma gelmişken anlatayım. Ben İngiliz okulunun üçüncü ya dördüncü sınıfına yeni girmiştim, English Lover, hükümetin o zamanlar sınavları vardı. İngilizce lisan, Cyprus Certificate, English Lover, English Higher, Greek Lover, Greek Higher. Bu sınavlarda ben üçüncü sınıftayeken girdim. Hüseyin dayıya da söylemiştim bunu. Sınav sonuçları çıktı. O zamanlar isim yazma yoktu. Numaran vardı, 3826 banim numaramdı. Onun da bir evladı vardı veyahut beslediği, akrabasının bir çocuğu vardı, kız orda, o da girmişti sınavlara. Gazeteyi getirdi Hüseyin amcaya “geçtim” dedi, “pass”. Benim numaramı söyledim baktı güya “yoktur sen geçmedin” dedi. Öyle bozuldum inanamazsınız. Ağlamaya başladım. Verin bir de ben bakayım dedim, e Hüseyin amca da bekler, çalışkan biri olarak bilir beni, aldım gazeteyi baktım, gayet iyi geçmişim. 3826, bir ferah bende. Ve iki lira verdi bana Hüseyin amca. Nur içinde yatsın. İngiliz okulunda çok başarılı bir talebeydim.

   Beşinci sınıfa geldiğimde biraz daha büyüdüm tabii ve Mağusa’ya giderdim Şemmedilere, amcamdı. Orda kalırdım ve hamallık yapardım limanda. Orda daha çok para alırdım. O paracıkları biriktirirdim babama yardım olsun diye...

   ... Futbol ayakkabım yok maalesef. Ve onu da o zaman almak, bir iki lira, 25 şilin mi neydi bir çift ayakkabı. Tabii futbol ayakkabısı. Okul sonrası eğitsel faaliyetlere gitmemeye başladım. Çünkü saat 1’e kadardı okul. Öğleden sonra da diğer faaliyetler, okul faaliyetleri vardı. Futbol, Kriket, Atletizm vardı. Bazen öğleden sonra bir konu verirdi hoca iki grup ayırırdı, karşılıklı tartışmalar yapardık. Young Farmer Assosiation vardı bize keçi bakımı, tarımcılık dersi verirlerdi. İsteyen bunlara katılırdı. Ben gitmemeye başladım bunlara çünkü futbol isterdim ama paramız yotu ayakkabı alamaya. Brown, o zaman çok mühim bir hukukçumuz Fuat bey vardı onun kızıyla evliydi. Brown geleceksin dedi, gelemem dedim. Müdürün karşısına çıkardı beni. Anlattım durumu. Gelsin baban dedi. Babam eve geldiğinde ona durumu anlattım. Bunlar ne biçim okul, onu ister parayla bunu ister parayla. E ne yapalım dedim. Gidelim de seninle konşacaklar dedim. Aldı beni gittik, Jackson’ın karşısına, babam tabii İngilizce bilir. Sordu kendisine işte “bu oğlun bu okulun örencisi midir? Yes sir” dedi babam. “Bu okul ne uygularsa uymak mecburiyetindedir. Anlarsın değil mi? Yes sir. E anlıyorsun ki madem bu çocuk bu futbola katılacak. Katılmasına izin vermezsen imkânın yoksa al evladını git” dedi. Ağlıyordu babam neredeyse. “Yes sir” dedi “gereken yapılacaktır.”

   Çıktıktan dışarıya bizi müdüre getiren Brown karşımızda. “Ne dedi” diye sordu. Babam dedi ki, alsın beni gitsin çünkü kurallara uymuyormuşuz. Babam Brown’a anlatmaya başladı, işte odacıyım hademeyim aylığım bu kadar, evlatların dört oldu yetişmiyor. “Allright allright” dedi Brown. O aldı bana bir çift futbol ayakkabısını. Futbola katıldım ve okulun başarılarında, bir de Ayhan Mulla Hasan arkadaşım vardı, imza attık. Bizden önce Özkan ile Erdoğan vardı bizden bir iki sınıf üst.

   Okulun futbol takımında iki Türk vardı. Bir Ayhan bir de ben. Sonra Ünsal’ı da defans olarak sokuşturduk takıma ve her gittiğimiz yerde İngiliz okulunun futboldaki başarısına damgasını vuran Ayhan ile bendim. Hiç unutmayacağım, Amerikan Akademi vardı o zamanlar Lârnaka’da. Bizi işittiler işte İngiliz oklunda böyle süper futbolcular varmış diye. O zamanlar Güzelyurt’ta öğretmen okulu vardı, öğretmen yetiştirdikleri okul. Oradaki takımla da oynamaya gittik, ben daha zayıf cılız birisiydim. Ama onlar artık yetişkin öğretmen olacak kişiler. Ve hiç unutmam orda rahmetlik Mehmet, Kara Mehmet derlerdi, rahmetlik Mustafa Saffet hoca vardo... Sabahleyin gittiğimizde önce Kriket oynanır, Hokey oynanırdı, öğleden sonra da futbol maçı. Öğle yemeği de orda alınırdı.

   Bir hafta iki hafta önce Melkonyan’la yani, Ermeni okuluyla İngiliz okulu karşılaştı, 5-2 yendik biz. Süper inanılmayacak bir oyun oldu o gün. Allah yardım etti bana golleri Ayhan hazırladı ben attım. Onlar da duydu işte. Pilavagi, uınutmam hiç, daha sonra Pezoborikos’un kalecisi olmuştu, onların kalecisi. Sorar kimdir bu Özcan diye. Aha demişler o. Hıh demiş bu bana gol mu atacak?

   Başladı oyun dördüncü beşinci dakikada güzel bir asis yaptı Ayhan, sağ sol şut atardım, cılız ama güzel vururdum. Sol iç oynardım. Şimdi orta saha derler ama hem ileriye hem geriye giden aynı şekilde bir pozisyondu. Pilavagi “Ayağını kıracağım” demez mi bana. Golü attık ya biz, çekildim bir kenara. Korner atılır yanaşmam. Halftime oldu çağırdı beni Brown. “N’oldu da oynamıyorsun” dedi bana. Dedim “Ayağımı kıracağını söyledi. Kim?” dedi, dedim “bu”, kaleciyi göstererek. Saldı dövsün adamı. “Ben senin ayağını kıracağım” diyerek. Ondan sonra maçı 2-1 aldık.

   Yani takımda temayüz ettim sonra Çetinkaya’dan geldiler ilgilenenler oldu. Rahmetlik Mustafa Defteralı, Küsler’i getirdi. Aboel’in antrenörünü, bizim için iki gencimiz var diyerekten. Yani istikbal vaadederdik. Akademiye gittik ya Lârnakaya, yani öyle anlatırım da gözlerim dolar hâlâ daha. İki Türk biz (gözleri doldu). Etraf doldu taştı sanki de büyük bir milli maç oynanacak. O İskele Türkleri geldi, kimdir Özcan ve Ayhan, çağırdılar bizi. Gazoz getirirler su getirirler okşarlar bizi filan. Kahraman gibi. Ve o gün 1-1 kaldık. Yenemedik Amerikan Akademiyi, golü Ayhan attı ben de yardım ettim ona...”

22-ekim-2023-eralp-ozcan-ozcanhanin-ardindan-2.jpg

Bu yazı toplam 1379 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar