ÖZCESİ DİYORUZ Kİ…
Temel bir varıştan söz ediyoruz aslında. Bu konunun ve diğer yan konuların temeli: Kıbrıslı Türkler yıllarca kendilerini “Türk” olarak tanımladılar ve şimdi aslında ayrı bir unsur olduklarını fark ediyorlar. Nasıl bir aidiyet içinde nasıl bir
Temel bir varıştan söz ediyoruz aslında. Bu konunun ve diğer yan konuların temeli: Kıbrıslı Türkler yıllarca kendilerini “Türk” olarak tanımladılar ve şimdi aslında ayrı bir unsur olduklarını fark ediyorlar. Nasıl bir aidiyet içinde nasıl bir fark tanımlandığıyla ilgili aslında “ötekilerle” yaşanan bu “çatışmalar” ve “bizden” olanlarla yaratılan dayanışmalar. Ayrı bir unsur olmak, birilerini ötekileştirerek tanım yapma yanlışını da yaratmaktadır aslında. Çünkü buradaki ayrı unsur vurgusu anlam itibariyle, refleks bir çıkış içerdiği için doğal olarak tepkiseldir. Bu tepkinin içeriğinde çok önemli ve fazlasıyla açık bir gerçek vardır ki, kanımca dikkatle ele alınması gereken ve ivedilikle çözüme kavuşturulması gereken de budur. Kıbrıs Türk halkı “Kıbrıs ve Kıbrıslılık” yok ediliyor tehdidinin farkına vardığında kendini “Kıbrıslı Türk” olarak tanımlamaya başlamıştır. Bu bir anlamda, ulusçu bir karşı koyma, ben de varım deme şeklidir. Ancak bunu kime ve nasıl ve ne zaman yansıttığınız önemlidir. Buraya gelen göçmenler üzerinden bir dışlaştırma sorunu kangren haline getirebilir. Oysaki yapılması gereken, planlı süreçler içinde sistematik olarak toplumsal var oluşu güvence altına almaktır ki bu da ancak bir taraftan federal çözümle, bir taraftan kendi kültürel kimliğini sürdürecek sanattan tutun da mutfağa, tiyatrodan spora, çevre bilincinden üretimin her alanına kadar ortaya çıkardığımız değerlerle, diğer taraftan da bağımsız ve özgür bir ekonomi ile olanaklıdır. Peki, bizim böyle bir şansımız var mı? Üretimden koparılmış, memurlaştırılmış, rahat bir düzen içinde sorgulamadan ve salt maddi çıkarlarımızı sağlama alarak yaşamaya yönlendirilmiş bir halk olarak, gün içerisinde yaslanabilecek, güç alabilecek çok az olumlu değer bulunabilmektedir. Bu durumda da yaşanan bu var olma süreci, olumsuzlukların unutulması ve/veya görmezden gelinmesi ile geçmişe olumlu referanslarla açığa çıkıp hayat bulmaktadır ki benim kendimce karşı olduğum ve yanlış bulduğum da budur. Çünkü eğer geçmişi yeterince değerlendirmek ve incelemek mümkün olursa görülmektedir ki bu halk var oluş mücadelesini her zaman sürdürmüştür. Geçmişte de özlemle yâd edilebilecek az şey vardır. Şimdiki müzakere süreçleri bile geçmişteki var olma direnişinin hal değiştirmiş bir devamı niteliğindedir.
Ancak bu tepkilerin ana nedenleri ve bunları besleyen alt satırlar incelendiğinde, bu tepkilerin çocukça ve mesnetsiz olmadığını da görmekteyiz. El ele vurmadan ses çıkmaz denir ya, aynı mantık burada da yaşam bulmaktadır. Eğer doğru düzgün ve size güven ve/veya güvence veren üretim alanlarınız yoksa var olan temel kurumlarınız alınıp satılıyor; bir gecede el değiştiriyor; iflas ediyor ve/veya ettiriliyorsa; siyasal iradeniz denetim ve yönetim altındaysa; hesap sorulabilir ve hesap veremezseniz azarlanabilir haddi bildirilebilir bir eşitsizlik pozisyonundaysanız; her şey mış gibi ve muş gibiyse…
Örneğin nüfus yapısı ciddi şekilde değişmiş durumdadır. “Gelen Türk giden Türk” yaklaşımı, gereken demografik tedbirlerin zamanında ve sistemli olarak alınmaması nedeniyle yorucu bir hal almıştır öyle ki günlük ve gündelik yaşam pratiklerine bakıldığında, kullanılan konuşma dili de tercihler de zevkler de değişime uğramaktadır. Ancak bu o kadar hızlı bir dönüşüm haline gelmiştir ki insanlar yok olma duygusu içinde olağandışı tepkiler geliştirmektedir. En yalın haliyle bu tepkiler “Hepsi gitsin!” diye seslendirilmektedir. Bu biraz da gelmiş geçmiş iktidarlara duyulan tepkidir çünkü şimdiye dek iç politika içinde alınabilecek tutarlı, kararlı ve yönetsel önlemler işi bu noktaya getirmek isteyenleri de engelleyebilecek güce sahip olabilirdi. Bu biraz da çaresizce bir feryattır çünkü iki halk da ortak paydalar yakalandığında güllük gülistanlık yaşam formları yaratabilmiştir kendilerine; bunu da yadsımamak gerekir.
Sorulması gereken en önemli soru, Kıbrıslı Türklerin ve Türkiyelilerin yaptığı “ Kıbrıslı-Türkiyeli” ayrımı kime fayda sağlamaktadır; ne amaçla desteklenmektedir; nereye ulaşılmak istenmektedir? Kuzey Kıbrıs’ın nüfusunu oluşturan çoğunluk halklar Kıbrıslı Türkler ve Türkiyeliler’dir ve eğer bu iki halk kendi çıkarları doğrultusundan bir arada olamayacaksa, yan yana durup bir varlık gösteremeyecekse, Ankara’nın dayatmacı ve planlı hareketlerine karşı statükoyu koruyan kollayan hale getiriliyorsa, Ankaralılarla mı ANKARA’YLA mı mücadele temek gerekmektedir? Bilinçli ve özenli bir stratejik yapı ile halk kitleleri birbirlerine karşı uyarılmakta ve hassasiyetlerine göre de uygun damarlar aranmaktadır; zamanı gelince nereden vurulacak bilinsin diye.
Şimdilerde bizim bu duruma karşı oluşturabileceğimiz en olumlu yaklaşım ve herkese karşı oluşturulması gereken tepki adada bulunan göçmen kitlelerle kurulacak örgütlü ilişkilerdir. Kendi ülkesinde göçmen yaşamış bizler için göçmen kitleler ile somut çıkarlar üzerinden kurulacak örgütlü kader birliktelikleri oynanmak istenen oyunu bozabilir belki. Eşit ve saygılı ilişkiler üstünden somut mücadele içinde halkların kaynaşmasının zeminini yaratmak her radikal fikrin ve eylemin (buna her nereden bakarsanız bakın milliyetçilik dâhildir) karşısında durulabileceğini göstermek anlamında yaşamsal öneme sahiptir.