1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Özden Selenge: “Roman yazmak dev bir yürek ister”
Özden Selenge: “Roman yazmak dev bir yürek ister”

Özden Selenge: “Roman yazmak dev bir yürek ister”

Özden Selenge: “Roman yazmak dev bir yürek ister”

A+A-

Simge Çerkezoğlu

Özden Selenge, Kıbrıs Türk sanatının çok yönlü isimlerinden. Ressam, yazar, romancı ve öykücü. 1986 yılında Gazi Eğitim Enstitüsünden mezun olmasıyla profesyonel sanat yaşamına başlayan sanatçı, o günden bugüne bizi düşe ve düşünmeye sevk ediyor. Röportajımızı tamamlarken “bana iyilik getirdin, bana sevinç verdin” diyen sanatçı, aslında kitaplarıyla ve sanatıyla iyiliği kendisinin mümkün kıldığını fark etmiyordu.    

Yazı yazmaya küçük yaşta kafasında kurguladığı hikâyelerle başladığını söyleyen Selenge, çocukluk günlerini mutlulukla anlatıyor.
“Çocukluğum masal ve efsane köyüm Vasilya’da geçti. Babam orada öğretmenlik yaparken tek radyo ve gramofon bizim evdeydi. Geceleri de lamba ve fenerle aydınlanırdık, elektrik yoktu. Köyün tüm kızları bizim evde toplanır, radyo dinlenir, Lapta işi dedikleri nakışlarını yaparlardı. Ben de onların arasında karıştıran küçük bir çocuktum. Onlara bir şeyler anlatmamı isterlerdi. Ben de kafamda kurguladığım hikâyeleri onlara anlatırdım. Ancak hikâyelerin benim hayal ürünüm olduğuna inanmaz, babam öğretmen olduğu için bana anlattığını düşünürlerdi. Böylece ilkokul dörde geldiğimizde Lefkoşa’ya taşındık ve yazmaya da o yıllarda şiirlerimle başladım. Daha sonra ortaokulda birincilik aldım. Nacak Gazetesi ve Halkın Sesi Gazeteleri’nde yazılarım yayımlandı. Resimle birlikte yazı yazmaya da devam ettim.”

“YAŞANAN GERÇEKLERİ RESMİ TARİH DOĞRU YANSITMAZ”

Kıbrıs Türk edebiyatında çok fazla roman olmamasına rağmen sanatçı bugüne kadar hep roman ve öyküler kaleme aldı, bunun nedenlerini de anlattı.
“Çok sebepleri var. En başta çocukluğumdan beri beni dürten, içimde durmadan yanan, yangınlar var. Yazı yazma arzumu böyle tanımlayabiliriz. Bunun yanında gelişen toplum bilincim ve roman okumam babamın bana aşıladığı edebiyat sevgisiyle birleşince okuduklarım birikti. Bunlar biriktikçe benim de söyleyecek sözüm olduğunu hissetmeye başladım. Topluma karşı bunu misyon olarak üstlendim. Her zaman söylüyorum, yaşanmış gerçekleri resmi ideolojiler ve tarihler doğru olarak yansıtmaz. Doğru olarak gerçekleri yansıtan ancak yazarlar, kitaplar ve sanatçılardır. Sanata emek verenlerdir. Ben de bu gerçeklikleri elbette belgesel nitelikte değil, Kıbrıs’ın gerçeklikleriyle birlikte anlatıyorum. Tabii belge olmamakla birlikte dinlediğim hikâyelerden yola çıkarak yazdıklarımda da doğruları yansıtmaya çalıştım. Bir yazar arı gibi olmalı. Önce gezip, görüp, dinleyip bilgileri toplamalı sonra da adeta kovana girer gibi dört duvarına kapanarak kendime özgü betimlemelerle ve araya şiiri de katarak akıcı dille aktarmaya çalışıyorum. Her alt alta gelen şey şiir değildir. Her yan yana gelen cümle de roman değildir.”

“ROMAN YAZMAK CEHENNEMİ YAŞAMAKTIR”

Kıbrıs Türk edebiyatında daha az tercih edilen roman türüne ilişkin önemli sözler sarf eden sanatçı bu türün çok emek istediğine de değiniyor.
“Eskilere gittiğimiz zaman görüyoruz ki bizler çok fazla kültürün üzerinde oturan insanlarız. Fakat burada yaşayan insanlar hiçbir zaman kendi kendini yönetmediği için bilgilerini yazılı kültüre sanat ve edebiyat felsefesine dönüştüremedi. Oysa bizde de çok güzel anlatımları, özdeyişleri olan insanlar vardı. Ancak bunlar yazıya geçirilmedi. Belli zamanlardan sonra tabii kim bir satır yazdıysa onlar da elleri öpülesi insanlardır. Çok değerlidirler. Belki tüm yazılanların sanat değeri yoktu ama yine de bizim için temel oldu. Yine de 1974’ten sonra edebiyatımız artmaya başladı. Toplum olarak düşündüğümüzde çok iyi yazar ve şairlerimiz yetişti. Elbette sanat tüm dallarıyla ciddi iştir. Gerçekten emek verildiği, yetenek ve özümsemeyle ortaya konduğu zaman ortaya iyi işler çıkar. Ben sanatın birkaç dalıyla birden uğraşan biri olarak şunu söylemeliyim ki roman yazmak cehennemi yaşamaktır. Bunu yaşamaya hazırsanız romana başlarsınız. Roman yazmak büyük sorumluluktur. Hayatı bütünleyen tek sanattır. Kurgusuyla ve sözcükleriyle de çok emek ister. Çok kelime bilmeyi gerektirir. Ben Farsça ve Türkçe sözlüğü, Osmanlıca sözlüğü hatmettim. Ne kadar çok farklı kelimeyle roman yazılırsa o kadar anlamlı olur. Roman o denli zengin olur. Bir romanı dönüp, dönüp aynı kelimelerle yazamazsınız. Roman yazmak dev bir yürek ister. Umarım zamanla romancılarımız çoğalacak. Biz Kıbrıslılar zaten dev yürekli insanlarız. Yoksa bunca acıya rağmen yine gülümsemez, üretmez, sevmez ve umut etmezdik.”

“DERUNİ BİR AŞKI ANLATTIM”

Son romanı Bir Kalp Çizdi’de Araplara satılan kızların hikâyesini anlatan sanatçı, tarihsel olarak bildiğimiz bu olayı insanı boyutlarıyla bizimle paylaştı.
“Annemin teyzesinin kızını bir zamanlar Araplara satmışlar. Annem hep ağlar ve anlatırdı. Sonra da başına ne geldi hiç bilemedik. Yakın bir arkadaşımın da benzer bir hikâyesi vardı. Bir de biz Kaymaklı’da yaşarken Filistinli komşularımız vardı. Yaşam tarzları farklıydı. Anlatılan tüm bu olaylar ve gözlemlediğim bu insanlar bende Bir Kalp Çizdi’yi biriktirdi. Ardından Neriman Cahit ve Eralp Adanır’ın Kudüs’e gitmesi de, varlıklarına sağlık diyorum, her zaman için onları çok yücelerim, tüm bunlar benim için dürtü oldu. Ben 2000’li yılların başında bu konuya eğildim ama konu bana çok dokundu. Bir süre bıraktım. Elbette ben yaşanan bir hikâyeyi birebir anlatmadım ama madem ki bu olaylar tarihimizde yaşandı ve yaradır, yazılması gerekir dedim.”

Her romancının kendine özgü tarzı olduğunu anlatan sanatçı roman yazımına ilişkin tüyolar da veriyor. Bu anlatımıyla adeta iyi bir romancının resmini çiziyor.
“Her romancının kendine özgü tarzı vardır. İlla ki her romana başından başlar sonuna kadar yazarım diyemem. Önce olayı araştırır, içimde yaşarım. Ardından kahramanlarımı, karakterlerimi belirlerim. Onlara isim seçerim. İsimlerinde bile çok titizlenirim. İsimleri bana yakın olmalıdırlar. Seçtiğim isimleri karakterlerimin kişiliğiyle bütünlerim. Kimi romanıma başından başlayıp sonuna gelirim. Kimisinde de aklıma gelen ve bana çarpıcı gelen bölümlerini önce yazarım. Sonra birleştiririm. Bunu yaparken aralarında kopukluk olmaması koşuluna dikkat ederim. Ruhu tüm roman boyunca dengeli, etkili ve vurucu şekliyle taşırım. Zaman zaman yaşadığım yeni şeyleri de araya katarım tabii. Evime kapanıp sürekli yazarım. Bu romanı yazarken tasavvuf müziği ve eski klasik Türk müziği de çok dinledim. Çünkü romanın içine şiirler de yerleştirdim. Bu romanda hem tarihi hem de aşkı anlattım. Hem de çok deruni bir aşkı anlattım.”

Yazmakta onu en çok besleyen unsurun okumak olduğunu söylerken bile betimlemeler yapan Selenge, okumayı ve okudukça çoğalmayı akarsu olmaya benzetiyor.
“Bir akarsu düşünün. Gürül gürül akıp önüne gelenleri de kendine katıp denize ulaşabilmesi için beslenmesi gerekir. Eğer beslenmezse akışı yavaşlar. Elbette yazarken çok engelle karşılaşırız. Travmalar yaşarız. Bunalıma gireriz. Böyle zamanlarda ben resme sığınırım. Resim adeta beni o ruh halinden geri çağırır. Tüm bu süreçlerde düştüğüm, yıldığım zamanlar da olur. Yine de ne mutlu düşene derim çünkü yürüyebiliyorum ki düşüyorum. Yol alıyorum. Ben hayatım boyunca hep bunu benimsedim. Böyle yaşadım.”

“HAYATIN TEMELİ KADINLARDIR”

Kadını daha iyi anlamak için romanlarım okunmalı diyen Selenge, kadın olmanın zorluklarına da değiniyor.
“Kadın olmak bambaşka bir duygudur. Üzerinizde çok sorumluluk vardır. En basit olayda bile sorumluluk size yüklenir. Hayatın temeli kadınlardır. Kadın iki değirmen taşı arasında, ezilmemek için mücadele eden varlıktır. Ezilip un da olsa çok değerlidir. Tabii erkek karakterlerim de var. Aslında ben kalemimin beni götürdüğü yere gidiyorum. Roman ve öykülerimde güçlü kadınları, acı çeken ama yine de kendine çıkış yolu bulan kadınları anlatıyorum.”

Yüzlerce resim yaptınız, onlarca kitap yazdınız, ressamlık mı yazarlık mı ağır basar dediğimde bir süre suskunlaşan sanatçı yine bir benzetmeyle sorumu cevaplıyor.
“Hem ressamın, hem yazarım. Hepsi benim için gereklidir. Parmaklarım gibi. Biri olmazsa diğerinin de anlamı olmaz. Kendimi ayıramıyorum ancak çok bunaldığım zaman, acılar üstüme geldiği anlarda onları geriye itmek için renklere koşarım. Resim yapmak hayatımın bütünüdür. Beni iyileştirir. Roman veya öykü ise aksine yazarını dağlar. Ancak yazdıklarım okuyucuya ulaştığı ve güzel sözler duyduğum zaman iyileşirim. Okurlar okudukça, onları okuyup çoğalttıkça bana yazdıklarımı yeniden okuyarak beğendiklerini paylaştıkça yazının açtığı yaraları iyileştirebiliyorum.”

Bu haber toplam 6742 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 223. Sayısı

Adres Kıbrıs 223. Sayısı