1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Özel temsilci konusunda yapıcı bir tavır sergilenmeli”
“Özel temsilci konusunda yapıcı bir tavır sergilenmeli”

“Özel temsilci konusunda yapıcı bir tavır sergilenmeli”

CTP Genel Sekreteri, Milletvekili Asım Akansoy, New York’ta gerçekleşecek BM Genel Kurulu öncesinde YENİDÜZEN’e değerlendirmelerde bulundu.

A+A-

Ödül Aşık ÜLKER

CTP Genel Sekreteri, Milletvekili Asım Akansoy, Kıbrıs Türk tarafı ve Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi kararları eksenine süratle geri dönmesi ve özel temsilci atanması konusunda yapıcı bir tavır sergilemesi gerektiğini söyledi.

“Kıbrıslı Türklerin hak ve çıkarları, bugün yürütülen politika çerçevesinde ne korunabilir, ne de geliştirilebilir. Bu siyaset, ne yazık ki, bizi duvara vurdurmuş durumdadır” diyen Akansoy, “Süratle eksen kaymasını düzeltmekte fayda vardır, zeminin ne olduğu bellidir. 2006’dan 2017’ye büyük kazanımlar elde edilmiştir. 2006-2017 arasında elde edilmiş olan kazanımlar çok değerli kazanımlardır, Kıbrıslı Türklerin eşitliğini, toplumsal varlığını, yeni bir federatif yapı içerisindeki devlet yapılanmasını kurgulayan, belli bir hukuki standarta kavuşturan yaklaşımlardır” diye konuştu.

Akansoy, BM Genel Sekreteri’nin özel temsilci atamasının müzakerelerin hemen başlayacağı anlamına gelmediğini ifade ederek, ortak zemini yaratacak, görüşmelerin modalitesini kurgulayacak ve taraflara benimsetip sonuçlandıracak olanın özel temsilci olduğunun altını çizdi.

AP Türkiye Raporunu da değerlendiren Akansoy, raporda Kuzey Kıbrıs için kullanılan “yasa dışı ayrılıkçı varlık” tanımlanasının “sert” olduğunu kaydederek, Kıbrıs Türk siyasetinin “ayrılıkçı tavrının” bu sonuçları ürettiğini söyledi.

“Kıbrıs Türk halkının kurumlarının geliştirilmesi ve AB normları çerçevesinde, daha önce yaptığımız idari ve yasal çalışmaların ilerletilmesi gerekliliği gibi konuların raporda yer almamış olması bence ciddi eksikliktir” diyen Akansoy, şu ifadeleri kullandı:

“Kıbrıs Cumhuriyeti’nin uluslararası hukuk nezdinde bir realistesi elbette vardır ama aynı zamanda Kıbrıs Türk toplumunun toplumsal varlığının yanında bu varlığın şu anda temsiliyetini sağlayan, tanınmasa da, bir siyasi düzenin, yapının olduğunu gözetmek gerekirdi. Ayrı egemenlik, ayrı devlet, ayrılıkçı yaklaşımların yaratmış olduğu tedirginliğin nüvelerini burada görüyoruz.”

Akansoy ayrıca, “Kıbrıs Cumhuriyeti AB üyesi olabilir, ama Kıbrıs’ta bir problem olduğunu ve bu probleme rağmen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyesi yapıldığını göz ardı ederek, Kıbrıslı Türklerin AB ile ilişkilerini, doğrudan doğruya ve sadece Kıbrıs Cumhuriyeti’ne indirgemek sıkıntılı noktalardan biridir” diye konuştu.

 

“AB içerisinde, İslam kültürünü taşıyan bir yapının varlığı önemlidir”

Soru: AP Türkiye raporu yayınlandı, Kıbrısla ilgili de bölümler var. Öncelikle genel anlamda Türkiye açısından raporu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Akansoy: Bilindiği üzere, AP raporu, genellikle Avrupa Komisyon’nun her yıl Ekim ayında yayınladığı ilerleme raporu üzerine yapılan tartışmalar sonunda, Nisan ayında yayınlanır. Bu yıl gecikme söz konusu oldu ve rapor yeni açıklandı. Öncelikle geç kalmış bir rapor olduğunu söylemekte fayda var. Çünkü Avrupa Komisyonu’nun değerlendirmesi, AB içerisinde çok esaslı bir yerde durur. Konsey, kararlarını komisyonun raporları üzerine şekillendirir. Bu bakımdan baktığımızda, Ekim ayı içerisinde yani önümüzdeki ay, Avrupa Komisyonu yeni ilerleme raporunu yayınlanacak. Yeni ilerleme raporu kapsamında, AB’nin siyaseten nasıl bir yol izleyeceği netleşecek.

AP raporu daha fazla tavsiye nitelikli bir rapordur ama bu, raporun önemini azaltmaz. AP raporundaki değerlendirmeler, AB üye ülkelerini temsil eden vekillerin eğilimlerini yansıtması ve kamuoyu tepkisini ölçme bakımından oldukça önemlidir. Türkiye’nin, özellikle hukukun üstünlüğü, demokrasi ve özgürlükler konusunda son zamanlarda ortaya koyduğu olumlu olmayan politikalara dönük ciddi tespitler söz konusudur. AB, değerler, ilkeler, normlar birliğidir. Dolayısıyla herhangi bir olay üzerinde yapılacak olan yorum ya da değerlendirme, söz konusu kriterleri baz alarak, referans alarak şekillendirilmektedir. Bu bakımdan, Türkiye’nin, son yıllarda AB normlarından, değerlerinden giderek uzaklaşan bir siyaset izlemiş olması, elbette, belli bir reaksiyonu beraberinde getirmektedir. Türkiye’nin mevcut durumu, Türkiye’nin tam üyelik için kapsamlı müzakerelerden uzak kalmasını mı getirmelidir? Hayır, öyle olmaması gerekir. Biz, her zaman, Türkiye’nin AB’ye tam üyelik hedefinin gözetilmesi gerektiğini, Türkiye’nin bir NATO üyesi olarak, AB ile dünyanın geriye kalan ülkeleri arasında çok güçlü bir jeopolitik ülke olduğunun bilinciyle hareket edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Aynı zamanda, AB içerisinde, İslam kültürünü taşıyan bir yapının varlığı, dünya, küresel ilişkiler ve medeniyetler buluşması açısından oldukça önemlidir. Dolayısıyla, raporda kullanılan üslubun kapsayıcı olmadığını ve bunu doğru bulmadığımı söylemek isterim. Kıbrıslı Rum egemen çevrelerinin beklentisi olan yaptırım unsuru kabul edilir değil çünkü Türkiye’deki yeni hükümet, AB’ye yönelik belli görüşler ortaya koymuştur. Özellikle tam üyelik hedefiyle hareket ettiklerini, Türkiye ile AB’nin stratejik ortak olduğunu vurgulamaları oldukça önemlidir. AB Komisyonu’nun Komşuluk ve Genişlemeden Sorumlu Üyesi Oliver Varhelyi’nin de Türkiye’nin kilit bir pozisyonda olması, Ortadoğu, Güney Kafkasya, Karadeniz gibi bölgelerde istikrar ve güvenlik açısından çok önemli bir ülke pozisyonunda olduğunu vurgulanması oldukça önemlidir. Genel anlamda, AB ile Türkiye ve bölge çıkarları açısından istikrarlı bir ilişkinin kurulması ve tam üyelik hedefiyle sürecin adım adım ilerletilmesi dikkate değerdir. Fakat tüm bunlar, Türkiye’nin, demokrasi, insan hakları, özgürlükler bakımından sorgulanmamasını getiremez. Elbette bunlar sorgulanacaktır, olası sıkıntıların da altı çizilecektir. Ve beklenti de, yargı bağımsızlığından, hukukun üstünlüğüne dair demokratik bir düzenin inşa edilmesidir, ki bu haklı bir beklentidir. Bu olmadan bu süreç ilerlemeyecektir.

 

“Federasyon vurgusu çok çok önemli”

Soru: AP Türkiye Raporunda, Kıbrıs hakkındaki bölümleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle Kuzey Kıbrıs için yasa dışı ayrılıkçı varlık” tanımlanasının yapılmış olması ne anlama gelir?

Akansoy: Öncelikle raporda çok net bir şekilde, iki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşitliğe dağlı bir federasyonun vurgulanması çok çok önemlidir. Aynı şekilde, BMGK kararları ve BM Genel Sekreteri’nin yetkisinin altının çizilmesi, genel sekretere yardımcı olunması gerektiğini vurgulanması çok önemlidir. Tek egemenlikli ve aynı zamanda siyasi eşitlik temelinde bir model ifadesi ve bunun sürdürülebilir tek model olduğunun altının çizilmesi çok değerlidir. AB, hem Kıbrıs için, hem de kendi coğrafyasında olası ayrılıkçı etnik grupların önünü açmamak adına bunu ortaya koyuyor. Bunun, BM’nin de politikası olduğunu unutmamamız lazım.

Raporda, Kuzey Kıbrıs için kullanılan “yasa dışı ayrılıkçı varlık” ifadesi sert bir ifade... Burada, bugünkü Kıbrıs Türk siyasetinin yanlışlığını, ayrılıkçı tavrını aramak gerekir. Siyaseten  “ben ayrı devlet kurdum” ya da “benim ayrı devletim var ve ayrı egemenlik üzerinden hareketle bu devleti şekillendirme arzusundayım” gibi bir tavır bu sonuçları üretmiştir. Kıbrıs Türk halkının kurumlarının geliştirilmesi ve AB normları çerçevesinde, daha önce yaptığımız idari ve yasal çalışmaların ilerletilmesi gerekliliği gibi konuların raporda yer almamış olması bence ciddi eksikliktir. Hatırlarsanız, 2017 Crans Montana’dan sonra Ad-Hoc komite ortadan kaldırılmıştı ve o güne kadar yapılan idari ve yasal düzenlemeler, AB normları çerçevesinde dönüştürücü hamleler, adımlar ortadan kalkmıştı. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin uluslararası hukuk nezdinde bir realistesi elbette vardır ama aynı zamanda Kıbrıs Türk toplumunun toplumsal varlığının yanında bu varlığın şu anda temsiliyetini sağlayan, tanınmasa da, bir siyasi düzenin, yapının olduğunu gözetmek gerekirdi. Ayrı egemenlik, ayrı devlet, ayrılıkçı yaklaşımların yaratmış olduğu tedirginliğin nüvelerini burada görüyoruz. Kıbrıs Türk tarafı ve Ankara’nın bugün Kıbrıs konusundaki ayrılıkçı tavrı karşılığında, ne yazık ki, böyle bir rapor çıktı. Hatayı başka yerde aramamak lazım.

 

“Kıbrıslı Türklerin AB ile ilişkilerini, doğrudan doğruya ve sadece Kıbrıs Cumhuriyetine indirgemek sıkıntılı”

Raporun 34’üncü paragrafı enteresandır, burada Türkiye’ye, Kıbrıs Türk toplumunun Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasasıyla güvence altına alınmış, anayasal ve meşru bir topluluk olduğu ve Türkiye’nin bunu gözeterek hareket etmesi gerektiği vurgusu var. AB Komisyonu’na, Kıbrıs Türk toplumuyla ilişki kurma çabalarını hızlandırması yönünde çağrı var, ki bu önemlidir. Toplumların bir araya gelmeleri için tüm taraflara bunu destekleyici, cesaretlendirici tavır geliştirmeleri yönünde çağrı var. Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümü ile birlikte, AB hukukunun adanın tümüne şamil kılınması gerektiği de öne çıkarılıyor. Raporda “Kıbrıslı Türklerin, AB ile ilişkilerini kolaylaştırma çabalarını hızlandırmaktan Kıbrıs Cumhuriyeti sorumludur” deniyor, bu tartışmalı bir konudur. Kıbrıs Cumhuriyeti AB üyesi olabilir, ama Kıbrıs’ta bir problem olduğunu ve bu probleme rağmen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyesi yapıldığını göz ardı ederek, Kıbrıslı Türklerin AB ile ilişkilerini, doğrudan doğruya ve sadece Kıbrıs Cumhuriyeti’ne indirgemek sıkıntılı noktalardan biridir.

Raporda Kıbrıslı Türk gazetecilere ve Kıbrıs Türk toplumundaki ilericilere yönelik korkutma, ifade ve düşünce özgürlüğünün engellenmesi, susturma girişimlerini not ettiklerini, buna karşı olduklarının ifade edilmesi de üzerinde durulması gereken noktalardır.

 

“Kıbrıs Türk tarafı, BM Genel Sekreteri’ni karşısına almamalı”

Soru: Federasyon vurgusu var ama şu andaki Kıbrıs Türk liderliğinin tutumu bu yönde değildir, egemen eşitliğe ve iki devlete dayalı bir müzakere süreci isteniyor. New Yorkta temaslar olacak. Bu ziyaretten ne beklenebilir?

Akansoy: İçinde bulunduğumuz durum şudur, Kıbrıs sorunuyla ilgili, bizim resmi temsiliyetimiz dışımızda, çok ciddi diplomatik temaslar var. Bu sürecin bizi nereye götüreceğini henüz görebilecek durumda değiliz. Önümüzde bir New York görüşmesi var, BM Genel Sekreteri’nin nasıl bir tavır sergileyeceğini, liderlerle birlikte mi, ayrı ayrı mı görüşeceğini bilmiyoruz. Her ne olursa olsun, birlikte veya ayrı ayrı görüşseler de, önemli olan BM Genel Sekreteri’nin Özel Temsilci atanmasına dönük isteğinin karşılanmasıdır. Kıbrıs Türk tarafı, en azından BM Genel Sekreteri’ni karşısına almamalıdır. Bu noktada Özel Temsilci atanmasına itiraz etmemelidir.

Kıbrıs Türk tarafını temsilen, Ersin Bey egemen eşitlikten bahsediyor. “Ben masaya egemen olarak otururum” diyor. Özellikle Türkiye’nin de, yeni bir müzakere sürecinin, yeni bir istatüko doğuracak şekilde sonuçlanması kaydıyla başlaması yönünde eğilimleri olduğunu duyuyoruz.

Bu noktada, 2019 Kasım’da Berlin’de gerçekleşen üçlü toplantıya bakmamız lazım. Bu üçlü toplantı, Sayın Akıncı, Sayın Anastasiades ve BM Genel Sekreteri Sayın Guterres’in toplantısıydı. Crans Montana’dan sonra raydan çıkmış olan süreci raya oturtma çabası olarak öngörülüyordu ve üçlü toplantı gayet başarılı sonuçlar üretmişti. Ancak beşli yani garantörlerin de katılacağı toplantıya gerekli zemin olmadı ya da irade konmadı. 2019 Berlin toplantısının sonuçlarına baktığımız zaman, tarafların varılan mutabakatlara, 11 Şubat 2014 Eroğlu-Anastasiades ortak açıklamasına ve Guterres metodolojisine bağlılık ifade etmeleri oldukça önemlidir. Bunun ardından BM Genel Sekreteri “bundan sonraki süreç, stratejik bir anlaşma üzerinden, aşamalandırılmış, sonuç odaklı ve ucu açık olmayacak şekilde olacak ve bu kez farklı olacak” ifadesini kullanıyor. Bu cümle, daha sonra da BM Genel Sekreteri tarafından tekrarlanıyor. Aslına bakarsanız yeni bir müzakere sürecinden bahsedilmiyor, biz de bahsetmiyoruz. Bahsettiğimiz, 2019 Berlin’den başlaması, Berlin mutabakatının dikkate alınması, parametrelerle oynanmaması, ancak eğer Sayın Genel Sekreter tercih ederse, daha sonuç odaklı olacağını düşünürse, yeni bir metodoloji ile yol alınmasıdır. Burada her zamanki tartışma gündeme gelir, belli bir zaman diliminde yapılacaklar belli, bu süreç zarfında masa dağılır veya yeni bir hayır ile karşılaşırsa ne olur? Bu durum, yeni bir statükoyu doğurur mu? Yeni bir statükonun altını durmakta fayda var. Masa herhangi bir tarafça bilinçli bir şekilde dağıtıldığında, ayrılıkçı bir durumun doğması bekleniyorsa, bu kabul edilebilir değildir. Çünkü bu bilinçli bir şekilde masanın dağıtılmasına müsait bir yola çıkmak demektir. Günün sonunda herhangi bir sıkıntının nasıl aşılacağının da belirlenmesi lazım. Ayrılıkçı eğilimlerin üzerinde durmamak, Kıbrıs adasının bir AB toprağı olduğunu ve AB hukuku ekseninde gözetilmesi gerektiği gerçeğinden hareketle, belki de o noktada Kıbrıslı Türklere AB içerisinde özel bir statü verilmesi de tartışılabilir. Bunun siyasi, hukuki ve ekonomik boyutları da olması kaydıyla...

Kıbrıs Türk tarafının AB içerisinde bir etkisinin olmamasının sonuçlarını raporlarda ve sonuç olarak uygulamalarda görüyoruz. Türk tarafı olarak gerek Türkiye’nin, gerekse Kuzey Kıbrıs’ın AP raporu bakımından da ne ölçüde etkili olduğu, düzenleyici çalışma yaptığı çok tartışmalıdır. Geçmişte bu tür raporlar yayınlanmadan önce, çeşitli lobi faaliyetleri yapılır ve orada Kıbrıs Türk tarafının tavrı anlatılırdı. Tüm bunların artık olmadığı ve bu siyaset ile olamayacağı, ne yazık ki, sonuçtan belli oluyor.

 

“Kimsenin bekleyecek sabrı kalmamıştır”

Soru: Liderler New Yorka gidiyor. İki liderin duruşları çok farklı, ortak zemin bulmak mümkün müdür? New Yorkta ne olur?

Akansoy: Özel temsilcinin atanması çok önemlidir. Ortak zemini yaratacak olan ve görüşmelerin modalitesini kurgulayacak olan, taraflara da benimsetip sonuçlandıracak olan özel temsilcidir. Ağırlıklı olarak bunun üzerinde duruluyor ve özel temsilcinin atanması konusunda bir an önce Kıbrıs Türk tarafının olur vermesi gerekir. Bu, müzakereler hemen başlayacak demek değildir. Ancak kimsenin bekleyecek sabrı kalmamıştır. Özel temsilci atanması, süreci yönetecek adımdır. En genel anlamda, yeni bir dönemin başlayacağına dair beklentim yüksektir.

İki liderin New York’ta bir araya gelmesi söz konusu olabilir de, olmayabilir de. Genelde BM genel kurulları çok yoğun trafiklerin yaşandığı ve özellikle güncel çatışmaların olduğu bölgelerin konuşulduğu bir alandır. Biz de, Sayın Talat döneminde, pek çok kez BM Genel Kurulu’nu ziyaret ettik, görüşmeler yaptık, oradan biliyoruz. Dolayısıyla, bugün BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs konusunu öncelikli ve ağırlıklı olarak görüşebileceği bir durum, ortam yoktur, çok önceden planlanıp, programlanabilecek bir çerçeve içerisinde olduğu zaman görüşme düzenlenmesi bir anlam taşır. Dolayısıyla ben, ikili veya üçlü görüşmeye herhangi bir anlam yükleyebilecek durumda olduğumuzu düşünmüyorum. Her birlikte göreceğiz...

 

Soru: Tarafların öneri veya işbirliği paketi sunmasını bekliyor musunuz?

Akansoy: Bu yönde bazı hazırlıklar yapıldığına dair bilgilerimiz var. Hristodulis’in Kıbrıslı Türklere yönelik bazı açılımları olacağı gündeme zaten geldi. Bu Rum liderin tek taraflı adımı ve Kıbrıslı Türklerin belli haklardan yararlanmasıyla ilgiliydi. Örneğin karma evliliklerden doğan çocukların sorunlarının çözümüne dönük olarak Hristodulis’ten bir açılım gelmesi önemli bir açılım olarak yorumlanması gerekir.

 

“2006dan 2017ye büyük kazanımlar elde edilmiştir”

Soru: New York öncesinde Tatar ile görüştünüz. Ne mesaj vermek istersiniz?

Akansoy: Kıbrıs Türk tarafı ve Türkiye, BM Güvenlik Konseyi kararları eksenine süratle geri dönmeli, belirttiğim gibi süratle özel temsilcinin atanması konusunda yapıcı bir tavır sergilemelidir. Kıbrıslı Türklerin hak ve çıkarları, bugün yürütülen politika çerçevesinde ne korunabilir, ne de geliştirilebilir. Bu siyaset, ne yazık ki, bizi duvara vurdurmuş durumdadır. Bunu, hem Ankara’nın, hem de Sayın Tatar’ın yürüttüğü politika bakımından söylüyorum. Dolayısıyla gelinen nokta itibarıyla, süratle eksen kaymasını düzeltmekte fayda vardır, zeminin ne olduğu bellidir. 2006’dan 2017’ye büyük kazanımlar elde edilmiştir. 2006-2017 arasında elde edilmiş olan kazanımlar çok değerli kazanımlardır, Kıbrıslı Türklerin eşitliğini, toplumsal varlığını, yeni bir federatif yapı içerisindeki devlet yapılanmasını kurgulayan, belli bir hukuki standarta kavuşturan yaklaşımlardır. Ekonomik ve sosyal denklik ile siyasi eşitliği sağlamış mutabaklar vardır. Kurucu devletlerin üçüncü taraflarla ekonomik ve sosyal anlaşma yapma hakları vardır. Dolayısıyla bunları küçümsemek, yok saymak gibi ciddiyetsiz bir tavra hiç kimsenin girmemesi gerekmektedir. Eğer Ersin Tatar bu ayrılıkçı tavrı sürdürecekse, bugüne kadar müzakerelerde elde edilen değerli kazanımları birer azınlık yaklaşımı olarak değerlendirmeye devam edecekse, o zaman varılan mutabakatları açıklasın ki Kıbrıs Türk halkı ne tür yakınlaşmalar sağlandığını görsün.

yd-destek-gorseli-2-20230917120329.jpg

Bu haber toplam 5020 defa okunmuştur