Özgür Bırakabilmek...
Gabriel Garcia Marquez beni en çok etkileyen yazarlardandır. Kim bilir belki de Latin kültürü biz Akdenizlilerin kültürüyle çok benzeştiğindendir. Marquez’e “başarınızın sırrı nedir?” diye sorduklarında “vazgeçebilmek” demiş. Bazen neredeyse bitmek üzere olan bir romanın yarısını çöpe atabilmek. Seni tıkayan, mutsuz eden kısır döngüden kurtulabilmek adına yüzlerce sayfadan vazgeçebilmek… Ve ta baştan, yeniden bambaşka bir rotaya çevirebilmek romanın kaderini ya da yaşamın akışını...
Hani sevmek özgür bırakabilmektir ya…
Ve sevmek “git” diyebilmek...
Ayrılıklara da emek verebilmek...
Bitmişse saygı duymak…
Bir zamanlar her şeyin olan, onsuz yaşayamayacağını düşündüğün hayatının aşkına kapıyı, yüreğin parçalanırken gülümseyerek açabilmek.
Vazgeçebilmek...
BIRAKABİLMELİ İNSAN…
Muhteşem kariyer yapabileceğin bir işin var. Önün sonuna dek açık. Terfi üstüne terfi alacağın öylesine belli ki; ama senin istediğin terfi değil işte; başka türlü bir şeyler vardır aradığın. Mesleğinle yaşadığın aşkta farklı bir tatmindir istediğin. Terfiler mesleğinle arana girecek yıllarını verdiğin emek seni hiç de istemediğin makamlara taşıyacak.
Ama hayır; başka türlü yaşanmaz sanıyorsun, istifa edersen yaşamın sonu gelecek gibi hissedersin. Mağlûp algılar, algılanırsın.
Öyle değil işte. Bırakabilmeli insan. Yüreğinin peşinden giderek vazgeçebilmeli, terfilerden de makamlardan da...
Her “vazgeçiş” aslında başka bir kazanım değil midir? Sırtında kambur olan bir ilişkiyi sürdürmek yerine bambaşka ufuklara yelken açabilmek...
Vazgeçmek mağlûbiyet değil aslında, erdemin ta kendisidir. Yıpranmış ilişkiler, bitmiş evlilikler, insanın içini kemiren nefessiz bırakan meslekler, yaşama sevincimizi söndüren makamlar… Hepsi, ama hepsi vazgeçemediğimiz sırtımızdaki kamburlardır aslında...
Halbuki tek kullanımlık bu yaşamda asıl olması gereken vazgeçemediklerimizin miskin hüznüyle her gün pişman olarak yaşamak mıdır? Yoksa özgür bir ruhla doludizgin tamamen kendi seçtiğimiz yollarda düşe kalka hayallerimizin peşinde yaşamın merkezine koşabilmek midir?
GOLDİ’DEN AYRILMAK…
Şimdi “Ne oluyoruz? Nedir bu vazgeçiş edebiyatı?” demeyin.
Biz bugün kızımla bir “vazgeçiş” yaşadık. Bana yaşamdaki tüm vazgeçişleri sorgulatan...
Bir buçuk yıldır bizimle olan köpeğimiz Goldi’den ayrılma kararı aldık.
Goldi, ah Goldi!.. Canımız, ciğerimizdi, ama bir o kadar da acımız.
Neden mi acımızdı?
Ona bakamıyor, gezdiremiyor; çoğu zaman minicik bahçemizde hapis kalmasına neden oluyorduk. Özgür ruhuna kilit vuruyor, sadece onu sevmenin yetebileceğini düşünüyorduk. Hele de kış aylarında onu tam bir esarete mahkûm ediyorduk.
“Vazgeçiş”in kararını vermek çok zor oldu. ‘‘Şimdilik en azından kış için özgür olacağı bir yere gitsin’’ dedik. Ve kocaman tarlalarda günlünce koşabileceği bir ortamda güzel yüreklere teslim ettik can yoldaşımızı. Her hafta onu ziyaret etmeye söz vererek.
Onsuz eve döndüğümüzde koca bir hüzün çöktü içimize.
Onun yokluğu nasıl da canımızı yaktı. Gözlerimiz kâh doldu, kâh boşaldı. Boğazımız düğümlendi.
Ama ne yapmalı ki, mağlûptuk. Başaramadık. Vazgeçtik...
Ama hani sevmek gerektiğinde “git” diyebilmekmiş ya...
Ve özgür bırakabilmek...