Özgürlüğü Yaratmak 2
...özgürlük, her ne kadar kendi içimizde, zihin dünyamızda başlayan bir süreç olsa da mutlaka dışsal yaşamımızla, çevremizdeki toplumla ve belki de giderek daha da uzağımızdaki insanlarla ilişkilerimizi kökten değiştiren bir güce sahiptir.
Yılmaz Akgünlü
[email protected]
Özgürlüğün Yolları
Özgürlük bana göre hem dışımızla hem de içimizle vermemiz gereken yoğun bir karşılaşma ve çatışma olmadan başarılamaz. Çünkü bizi bağlayan koşullar oldukça derinlere işlemiş durumdadır, bunlarla tek tek karşılaşıp onları anlamlarından tek tek soyup özlerine ulaşmak gerçekten sabır isteyen bir eğitim sürecini içeriyor. Bu yazıda özgürlüğe giden yoldaki iki önemli yöntemi ya da çalışma alanını incelemek istiyorum. Birincisi, düşünceleri özgürleştirmek. Yani biraz önce sözünü ettiğim kavramların özlerine ulaşmak. İkincisi de aynı zamanda bir kendini keşif ve yaratım süreci olarak sanat.
Birinci çalışma biçimi, gerçekleri yorumlayan ve anlamlandıran zihnimizdeki kavramları ve şemaları görüp anlamaya çalışmaktır. Bunun için de felsefi diyebileceğimiz bir çaba içinde olmak durumundayız. Bu çalışmanın yapılması belli bir disiplin gerektiriyor. Genellikle bizi güdüleyen kavramların ve dünya görüşlerinin etkisi sürekli ve olağan bir hale geldiğinden ve onları çevremizdeki diğer insanlarda benimsediğinden onlara karşı mesafe koyup geri çekilip onların ne olduğunu algılamak da pek kolay olmuyor. Bu yüzden bunun bilincinde olarak daha özel bir çaba içinde olmamız gerekiyor. Özgür düşünmenin bizim açımızdan bir ilke, çok değerli yaşamsal bir aciliyet olması gerekir. Önce açıklıkla şunu kendimize soralım, birilerinin yönettiği bir kukla mı olmak istiyoruz yoksa kendimiz mi? Bunun doğurabileceği olası sonuçlarla mücadele etmeye hazır mıyız? Çünkü düşünerek, özgürce hissederek ulaştığımız değer ve yaşam biçimleri çevremizdeki insanlara uymayabilir. En yakınımızdaki insanlara bile yabancılaşabiliriz. Ama bu onlarla bağlarımızı tümden koparmamız demek değildir elbette.
Demek ki özgürlük, her ne kadar kendi içimizde, zihin dünyamızda başlayan bir süreç olsa da mutlaka dışsal yaşamımızla, çevremizdeki toplumla ve belki de giderek daha da uzağımızdaki insanlarla ilişkilerimizi kökten değiştiren bir güce sahiptir. Sadece onlardan uzaklaşmak anlamında değil, olumlu olarak da, varlığımızın yeni yönlerini tanırken, yeni yaşam biçimleri ve insanlarla da temasımızı sağlayacak olan bir gelişimdir.
Özgürlük için verilen savaş bizi bütün güçlerimizi kullanmaya itecek olan bir süreç olduğundan, aslında tam da bu savaşı verirken özgürlüğün doğasından kaynaklanan bir büyüme ve güçlenme yaşamamız da kaçınılmazdır.
Kim olduğumuz duygusunu kaybetmekten daha kötü bir şey var mıdır? Biz özgür varlıklarız. Yazının başında Rollo May’den alıntıladığım gibi kendi özgün fikirlerimizin farkına varıp onları ifade etmezsek kendimize ihanet etmiş oluruz. O zaman özgürlüğümüzü hiç kullanmamış olur ve ona ihanet ederek yabancılaşırız. Özgürlük, bizim bizzat yaratmamız gereken kendi en iç özümüzdür. Eğer onun bize verilmiş bir hak olduğuna ve zaten hep bizimle otomatik olarak var olduğuna inanırsak onu kaybetmenin ilk adımını atmış oluruz. Özgürlük, içinde kendi kendini yok etmeyi, özgürlüğünden vazgeçmeyi de içerir. Öyle olmasaydı özgürlük olmazdı o. Özgürlüğe mahkum değiliz, o bize sunulmuş ve gerçekleştirilmeyi bekleyen bir fırsattır. Ona hakkını vermek, ona sonsuz bir saygı ve özenle yaklaşmak özgürlüğe ulaşmanın gereği değil midir?
Düşünceleri Özgürleştirmek
Şimdi daha derinlemesine düşünceleri özgürleştirmek üzerine tartışalım.
Genellikle felsefe denince akla düşünürlerin dünyayı açıklama çabaları gelir. Ve bazı düşünürler de bunu yaparlar elbette. Dünya ve yaşamımız hakkında bazı gözlem ve yorumlarda bulunurlar. Bazı olguları açıklayacak kuramlar oluştururlar. Birçok düşünürün olması ve her birinin farklı düşünceler ifade etmesi bizde gerçekliğin öyle herkes tarafından aynı şekilde anlaşılan ortak bir yapısının olmadığı izlenimini doğurur. Birçok düşüncenin zihnimizde etkileşmesi ise birtakım soru işaretlerine, açmazlara neden olur. Sadece bunlar değil, yaşamın kendisi de birçok soru sorar. Ahlaki, metafizik, toplumsal konularda bazı sorulara çözümler ararız.
Ancak burada garip bir ikilemle karşı karşıya kalırız. Eğer bu çelişkilere ve sorularımıza çok yönlü değişkenleri göz önüne almadan çabucak bir cevap bulacak olursak gerçekliğin çok boyutlu sonsuz derinliğine gözlerimizi kapatmış oluruz. Ancak hiçbir şeye cevap vermezsek de bu defa her şeyin askıda kalması gibi bir sorunumuz olur. Şimdi bu sorunu ortaya atarken bunu sırf keyif olsun diye incelemiyoruz. Bu insanların her günkü yaşamlarında karşılaştıkları bir mesele. Ve bizler de genellikle derinlemesine olayları kavramadan çabucak bir yargıya vardığımız için, gerçeği eksik ve bölük pörçük bir biçimde algılıyor, sonra bu doğrultuda kararlar veriyor ve yaşamımızı bize hiç de uygun olmayacak bir yola sokuyoruz, ya da düşünce biçimimizi çok erkenden yeterli etkinliğe ulaşmadan tamamlamış oluyoruz. O zaman da düşüncelerimizi özgürleştirmekten mahrum kalıyoruz. Demek ki düşünceleri özgürleştirmek için olayları belli teori ve bakış açılarıyla açıklama eğilimimizin farkına varabilmeliyiz. Bize karşıt olan ya da ilgilenmediğimiz görüşlere açık olabilmeli ve farklı türden okumalar yapabilmeliyiz.
Dünya üzerinde birçok insan tarih boyunca bu meşakkatli yoldan giderek aydınlanmış, gerçeği çok daha bütünsel kavramanın ve yaşamını esenlik içinde yaşamanın tadına varmıştır. Ancak toplumun geneli için aynı şeyi söylemek çok zor. Bu sadece yönetici sınıf, insanların cahil kalmasını istediği için değil, cahillikten kurtulmak ve özgürlüğe ulaşmak olağanüstü bir çaba da içerdiği içindir. Bir şey ne kadar değerliyse ona ulaşmak için göstermemiz gereken emek de o ölçüde yüksek olmalıdır.
Düşüncelerimizi özgürleştirmek mevcut düzenin sürekli sorgulanmasını gerektirdiği için özünde yıkıcı bir eylemdir. Toplumsal kalıpları, alışkanlıkları sürekli sorgulamak size ve çevrenize bitmek bilmeyen bir rahatsızlık vermektir. Bu nedenle düşüncelerimizi özgürleştirmenin kolay bir şey olmadığını anlamamız gerekir. Her düşünce bir eylem ve yaşam biçimiyle ilişkili olduğundan, düşüncelerimizi sorgulayıp değiştirmek yaşamımızı, tavırlarımızı, bakışımızı ve hissiyatımızı da değiştirmek demektir. D.T. Suzuki özgürleşme yolunu "Zihnimizi kanıların, yargıların, kararların zorbaca baskısından kurtarmak ve kitaplardan edinilecek bilgilerle değil de kişisel yaşantılardan çıkan gerçeklere dayanarak, gerçekle zihnimiz arasına hiçbir aracı koymadan ortaya çıkabilecek gerçeğin ne türlü bir gerçek olacağına aldırmadan, gerçeklerin üstüne üstüne yürümektir; şimdiye kadar gözlerimizi kapadığımız gerçeklere gözlerimizi açmaktır" diye açıklar.
Özgürlük hakkındaki düşüncelerimiz kendimizi anlamada çok kritik bir öneme sahiptir. Özgürlük soyut bir kavram değil, bir yaşantıdır. Ancak düşünmek soyut olduğu kabul edilen bir eylemdir. Düşüncelerimiz belli bir olgunluğa vardığında soyutla somut arasındaki farkın ortadan kalkacağı ve her şeyin saydamlaşacağı bir zihinsel güce kavuşuruz. Ancak bu alışıldık anlamda güç gibi olmayan bir güçtür. Yani başkalarını ya da olayların gidişini kontrol etme anlamında bir güç değildir. Daha çok dünyayı ve kendimizi yeni ve daha derinlikli görebilme ve yaşayabilme anlamında bir güç olmalıdır. Çünkü dünyayı kontrol etme ve isteklerimizi yerine getirme anlayışına dayalı bir güç arzusu bizi o isteklere ve seçtiğimiz yaşam biçimine hapseden bir benlik ve kontrol duygusu yaratır. Bu da özgürlüğün sonsuza dek kaybedilmesi tehlikesidir.
Özgürlüğü Yaşamak
Özgürlük, varlığımızın özü ve belki de en temel insani özelliğimiz olduğundan onu ancak içinden yaşayarak bilebiliriz. Bir insanın kendini içinden ve doğrudan yaşayabilmesi ne demektir peki? Her birimiz çevremizden aldığımız birçok etki sonucunda farklı ruh hallerine gireriz. Ancak bazen hiçbir dışsal etki almasak da zihnimizde kendiliğinden bir hareket olur. Yaşamımız boyunca birçok deneyimden geçeriz ve bunlar bize çok geniş bir deneyim alanında var olduğumuzu gösterir. Peki bunları yaşayan kimdir? Bazen o şekilde, bazen bu şekilde hisseden kimdir? Belki neleri sevip sevmeyeceğimiz, ya da birçok davranış ve düşüncemiz konusunda toplum tarafından koşullandırılmış olabiliriz. Ama koşullanmamış olduğumuz bazı yaşantılarımız da olur. Kimi zaman rüyalarımızda ya da hayallerimizde, kimi zaman da alışılmamış düşüncelerle ya da sanatsal imgelerle karşılaştığımızda koşullandığımız zihnin ötesinden bazı hisler gelir ve bize çarpar. Toplum evrenin tamamını ve bize etki edecek her şeyi kontrol edemez. Elbette koşullanmalardan kaçan bazı şeyler olur. Ve kaldı ki zihnin kendisini de toplum yaratmamıştır. Zihni dolduran toplumdur, bu yüzden onun kendi doldurduğu şey olduğunu düşünmemizi isteyebilir. Ama ne zihnin kendisi ne de dışardan sızan alışılmadık hisler ve farklı özgür biçim ve düşünceler bizim kısıtlı görüşlerimize ait değildir. Onlar deyim yerindeyse, dışardan, ötelerden, sınırını bilmediğimiz bir yerlerden gelir. Belki de onlar tam da zihnin içinden gelirler.
İşte özgürlük de tam olarak bu hislerle ilgilidir. Aslında bize garip olabilecek hiçbir his yoktur ve aynı anda bütün hisler gariptir. Çünkü düşünce sabit bir kalıba girdiğinde tek yönlü ama gerçeklik sonsuz yönlüdür. Düşüncemiz tek yönlü ise herhangi alışılmadık bir düşünce ya da his yabancı ya da garip olabilir. Ama düşünce hiçbir şey hakkında yargıya varmazsa ve her şeyi olduğu gibi algılamak için geriye çekilirse o zaman gerçeklik de her an farklı bir tatla özgürce akmaya başlar. O zaman biz ve gerçeklik arasında bir fark kalmaz. O zaman özgürlük sadece bize ait olmaz, her şey özgür olmuş olur. Ve bizimle birlikte dünya da aydınlanır.
Eğer seçeneklerimiz azaldıysa kendimizi özgür hissetmeyiz. Bir restoranda sadece iki çeşit yemek olması kendimizi çok özgür hissetmemize engel olabilirdi. Yaşamda da her gün aynı şekilde yaşayıp hissettikçe özgürlüğümüzü duyumsayamıyoruz. Bunun belki de en önemli nedeni hayal gücümüzün kısıtlanmış olması, hayal denilen yaşantıların gerçeklikten ayrı bir yerde ve çok düşük bir değere sahip olduğunun bize dayatılmış olmasıdır. Hayal gücü oysaki gerçekliği gerçeklik yapan yegane araçtır. Biz gerçekliği de hayal ettiğimizi unuturuz. Böylece gerçekliği hayal etme anında kullandığımız özgürlüğümüzü “bir başka gerçeklik” hayal etmede kullanamayız. Bu nedenle tek bir gerçekliğe sıkışır kalırız. Eğer yaşantımız burada ve bu biçimde kalmaya mahkum olsaydı bu dayanılmaz bir cehennem olurdu. Hayali serbest bırakmak gerçekliğin de “gerçek” olarak yaratılmasına tanıklık etmemiz ve böylece onun doğasını doğru bir şekilde görmemiz demektir.
Sonsuz bir uzaklıktan bakıldığında yaşam gerçek görüntüsüne ulaşır. Bu biçimsiz saydam bir akıştır. Özgürlük sınırlar ve kısıtlamalarla var edilmiştir. Yoksa özgürlükte kaybolurduk ve belki de kaybolmuştuk. Eğer bir şeyi gerçekten arzu ediyorsam o arzumun kaynağıyla bir olmalıyım. O kaynağa bakıp arzunun nerden geldiğini görebilmeliyim. O zaman bizzat özvarlığım olan özgürlük olabilirim. Çünkü eğer arzumdan kurtulamıyorsam özgür de olamam. Arzu hem benim hakikatimdir hem de ondan kurtuluşum özgürlüğümdür. Arzumdan kurtulmak, onu hiç arzulamamak değil, arzuyla dans edebilme özgürlüğüdür. Belirlenmiş bir bakışın olduğu yerde yaşam yoktur, olsa olsa yaşamın sahte kopyaları vardır.