Özür Dilemek Barışmaktır
Özür Dilemek Barışmaktır
Leyla Kıralp
“Barış nedir?” diye sorulduğu zaman genellikle “silahsız, savaşsız, sınırsız bir dünya” cevabı verilir. Ülkemiz Kıbrıs’ta da barıştan bahsederken silahsız, savaşsız ve sınırsız bir memleketten bahsederiz. Fakat ortadan kaldırılması gereken tek sınır Yeşil Hat değildir. Zihinlerimize işlenen ve bizi barıştan alı koyan pek çok sınır vardır. Barışa, ona yüklenen insani anlam içselleştirilmeden ulaşılamaz. Barış her şeyden önce bireyin ve toplumun kendisiyle barışık olmasıdır. Kendi içerisinde çatışma yaşayan bir birey ve kendi içerisinde çatışma yaşayan bir toplum barışa hazır olamaz. Barışı ancak kendisine yüklenen insani değerleri içselleştirdiğimiz zaman gerçekleştirebiliriz. Ancak o zaman barış için yola çıkabiliriz. Barış hem bireyin, hem de toplumun kendi kendine verebileceği en büyük ödüldür. Kendisiyle barışık olan birey, diğer bireylerle de barışık olur. Kendisiyle barışık olan toplum diğer toplumlarla da barışık olur. Barışçıl insan af dilemesini de bilir, affetmesini de. Hoşgörülüdür. Sevgi doludur, iyimserdir ve içerisinde kin, nefret ve düşmanlık taşımaz. Çevreye ve bütün canlılara dosttur.
Ülkemiz Kıbrıs’ta kendimi bildim bileli “Kıbrıs Sorununu Çözmek” adı altında görüşmeler sürdürülmektedir. Bu görüşme masaları Kıbrıs’ta sayısız lider, Türkiye ve Yunanistan’da sayısız hükümet ve BM’de sayısız genel sekreter ile sayısız özel temsilciyi eskitti, yedi tüketti. Çözüm koşullarının oluşmamasının pek çok sebebi vardır. Fakat barış koşullarının oluşmamasının en önemli sebebi, toplumlararası şiddette yaşamını yitiren her iki toplumdan siviller adına halen daha karşılıklı olarak özür dilenmemiş olmasıdır. Toplumlararası şiddet olayları nedeniyle yaşamını yitiren pek çok Kıbrıslı halen daha kayıptır. Bu insanların nerede gömülü olduklarını bilmiyoruz. “Görüşme masasında” yıllar yılı güç paylaşımı, toprak ve egemenlik konuları üzerine tüccar hesapları yapılmış, fakat Kıbrıs trajedisinin en insani yönü olan kayıp şahıslar hep ihmal edilmiştir.
O görüşme masalarından öyle liderler geçmiştir ki… Bazı Rum liderler “1974’te Kıbrıslı Türklerin burnu bile kanamamıştır” demiş, bazı Türk liderler ise “Barış 1974’te gelmiştir” diyerek savaşı “Barış Harekâtı” diye adlandırmışlardır. Binlerce insanın hayatına mal olan bir savaşa “Barış Harekâtı” diyen bir zihniyetten mi Kıbrıs’a barış getirmesini umacağız? Her iki toplumdan pek çok yetkili yıllarca kendi toplumlarından insanların işledikleri savaş suçlarına ve karşı toplumdan insanların yaşadıkları mağduriyetlere karşı inkârcı bir tutum izlemiştir. “Sivilleri biz katletmedik, onlar katletti”. “Tecavüz suçlarını biz işlemedik, onlar işledi”. “Onların kayıp şahısları yok, bizim var”. Her iki taraf da suçu diğerine atarak pek çok suçu ve trajediyi görmezden geldi. Fakat yaşananlar ortada. Yıllardır da ortadaydı. Sadece üzerine karşı tarafı suçlama nutuklarıyla toprak serpilmişti. Artık rüzgâr bu toprağı dağıttı, gerçekler de gün yüzüne, hepimizin karşısına çıktı.
Kim özür dilemelidir? Tecavüze uğrayanlar mı? Sevdikleri katledilenler mi? Tecavüz ve katliam suçlarını işleyenler mi? Yoksa iki toplumun liderleri mi? Karşılıklı olarak özür dilemek liderlere bir şey kaybettirmez. Aksine, hem insanlığın onurunu yüceltir, hem de liderlerin saygınlığını. Katillerin ve onlara bu suçları işleme emirlerini verenlerin çoğu artık yaşamıyor. Kıbrıs ve insanlık tarihine kanlı ve yaslı sayfalar miras bırakarak bu dünyadan göçüp gittiler. Onları mezarlarından çıkarıp yargılamak mümkün değildir. Fakat bıraktıkları kanlı ve yaslı miras için af dilemek mümkündür. Liderler görüşme masasında ve yemek masalarında istedikleri kadar poz versinler. Bunun Kıbrıs’a ne faydası var? Yaşananlar için karşılıklı özür dilemedikten sonra o “görüşme masasında” tek yapabilecekleri “görüşmek” ve “bakışmaktır”. Barış getirmek değil. O görüşmelerden de en iyi ihtimalle bir “anlaşma” çıkacaktır. Fakat barış insanların içinde, beyninde ve kalbindedir. Barışı içselleştirememiş bireyler ve barışı içselleştirememiş iki toplum barışı ne gerçekleştirebilir, ne de yaşatabilir.
İki toplumun liderleri de kendilerinden önceki liderlerin önleyemediği suçlardan dolayı özür dilemelidir. Aynı şekilde Kıbrıslıları korumakla mükellef olan üç garantör ve Birleşmiş Milletler de özür dilemelidir. Şimdiki Türk, Yunan ve İngiliz hükümetleri ve şimdiki BM Barış Gücü yetkilileri kendilerinden öncekilerin sivil Kıbrıslıların hayatını gerektiği gibi koruyamadıkları için Kıbrıslılardan özür dilemelidir. Ne yazık ki iki toplumun başına gelen gelmiş geçmiş bütün liderler özür dileme “özürlüydü”. Halen daha özür dilenmedi ve yaşananları kabul etmenin, paylaşmanın ve af dilemenin kötü bir şey olmadığı anlaşılamadı.
Almanya 1949 yılında Nazilerin işlediği suçlardan dolayı bütün mağdurlardan özür dilemişti. Tayyip Erdoğan Başbakan iken, 1930lu yıllarda yaşanan Dersim hadiseleri için Dersim halkından özür dilemişti. Fransız Cumhurbaşkanı Mitterrand ve Alman Başbakan Kohl, 1984 yılında, hem Alman hem de Fransız askerlerin mezarlarının bulunduğu Verdun mezarlığında el sıkışarak karşılıklı olarak özür dilemişlerdi. Kıbrıs’ın iki toplumuna da bugünden sonra düşen, yaşananlar için karşılıklı olarak özür dilemektir. Bu hem liderlerin, hem sivil toplum örgütlerinin, hem de sıradan insanların boynunun borcudur. Barışın en sağlam temeli karşılıklı olarak af dilemek ve affetmektir.
Ben, Kıbrıs trajedisinden dolayı mağdur olmuş bir birey olarak kendi payıma düşen özrü diledim. Bana yaşatılanları unutmadım, ama bağışladım. Bunu yapmakla hiçbir şey kaybetmedim. Aksine, içimde bir huzur kazandım ve insanlığın ve evrenselliğin yüceliğini gördüm. Benim yaşadıklarımı yaşamış ve yaşananları benim gibi bağışlamış Kıbrıslı Rumlarla yan yana yürüdüm. Bana bazı çevrelerin “deli” ve “hain” demesi pahasına… İçerisinde kin, nefret ve düşmanlık taşıyan bireylere hiçbir anlaşma barış ve güven veremez. Barış için gereken, iki toplumun birbirlerini geçmişte yaşananlardan dolayı bağışlamasıdır. Liderlerin esas gerçekleştirmesi gereken budur. Barışı affederek ve affedilerek rahatlamış toplumsal vicdanlar temin edebilir. Görüşme masasından çıkacak ve üzerinde “şu kadar toprak sana, bu kadar toprak bana” diye yazacak bir metin değil.