Padişahım çok yaşa
“Metruk evin kapısını açınca düşüyorum boşluğa../ Kurşun sayan kız çocuğu selvilerin altında../ İkimiz çekince pimini hatıranın/ Gömük kemikler dağılır sonsuzluğa..”
Hafızalı Doku / Filiz Naldöven
---------------------------------------------------
Padişahım çok yaşa
“Eyalet” olmak bu adanın tarihinde var.
Çok ama çok eskilerde...
Roma zamanında.
Kraliçe Kleopatra’ya armağan edildiği zaman…
***
İsyanlar da öyle.
Hem de ne isyanlar…
Gün geldi adeta patladı adalılar.
Bir keresinde öyle büyük bir isyandı ki, iki yüz elli bin insan öldü.
Ama yine de ne “öldürmek” yetti adanın sahibi olmaya ne de “toprağına” konmak...
Öldürenler de gitti, o günlerden kendini adanın tek hakimi görenler de...
***
Biliyor musunuz, Kıbrıs’ta, yine çok yıllar önce, öyle bir kanun çıktı ki “Gemileri bile batsa, bu adaya gelip yerleşmeyecekler” dendi, “yabancılar” için!
Bu kanun, Yahudilere çıkmıştı.
O yıllarda insan haklarının boyu epeyce ufaktı!
Yahudiler gitti, haramiler geldi sonra…
***
En şehvetli Kıbrıs kraliçelerinden biri Katerina’ydı.
Görmedik!
Ama böyle yazıyor kitaplar.
Son kraliçe de O’ydu zaten.
Venediklere bıraktı adayı.
Oysa Aslan Yürekli Richard satın alırken çok başka hayalleri vardı.
Osmanlı’nın “şarap” hayalleri gibi...
Sahi, Osmanlı da İngiliz’e kiralamıştı ya, güya şarabına su katmadı (!)
***
İşin özü.
Kralım çok yaşa!..
Kraliçem çok yaşa!..
Padişahım çok yaşa!..
Efendim çok yaşa!..
Anam çok yaşa!..
Diye diye, kaç ömür çürüdü Akdeniz’in bu hoyrat diyarında.
Eyalet de oldu, sömürge de…
Kimi ismini koydu açıkça...
Kimi perdeledi…
Yolculular gitti hep, hancılar kaldı…
***
Bu adanın tarihinde “piçlikler” çoktur.
Hiçlikler gibi!
“Yaşa” diyenler çoktur...
El öpenler, etek öpenler çoktur...
Yalakalar çoktur...
Krallar, kraliçeler, padişahlar çoktur...
Çoktur başlar, kıçlar, eller, ayaklar...
Yine de gelen gitmiştir hep, hiçbir sömürgeye ‘yar’ olmamıştır buralar.
------------------------------------
Büyüme rakamları
Daha az nüfus olsaydık…
Daha az araba…
Daha az beton…
Daha az ‘diplomalı’ işsiz…
Daha az vekil, müdür, müsteşar…
Daha az yalan…
Daha az riyakârlık…
***
Dün’den daha çok ‘varız’ şimdi!..
Daha çok lüks arabamız...
Daha çok klimamız..
Daha çok villamız...
Daha bilgisayarımız...
Daha çok ....
Dün’den daha çok ‘yokuz’ şimdi...
***
Daha az ‘yüz’ olabilseydik hayatın içinde…
Daha az ‘yüzsüz’…
--------------------------------------
‘Bir karış toprak verilmez’ meselesi yeniden gündeme gelmişken
“Kan, koçan yapmıyor...”
Yani ‘kan döktük, aldık’ diyerek, bir malın sahibi olmuyorsunuz.
...
Şimdi Güzelyurt örneği üzerinden yine gündeme geldi ya, artık sıkıldığımız gevezelik: “Bir karış toprak verilmez...”
2 sene önce Almanya’dan adaya gelen Mülkiyet uzmanı Prof. Roland Czada’nın sözlerini anımsadım.
“Almanya’da Mülkiyet Sorunu Nasıl Çözüldü” başlıklı bir konferans vermişti, Prof. Roland Czada...
İki Almanya’nın birleşme sürecindeki ‘mülkiyet’ sorunu da bizim kadar ‘karmaşık’mış.
• “...bir Alman Yahudi’nin mülkünden edilmesi, o mülkün bir yerli Alman’a verilmesi, daha sonra Almanın kalkıp başkasına satması, mülk Doğu Almanya’daysa kamulaştırılması ve ardından tekrardan başka birinin özel mülküne geçmesi...”
Peki nasıl aşılmış sorun?
“Esas olan bireysel tapudur” demişti Profesör.
Çözüm de belli: "İade ya da tazminat"
• “... 1990’da çıkartılan Mülkiyet Yasası, öncelikli olarak iadeyi ardından da tazminatı hedefliyordu...”
• “... Yasa ekonomik süreç ve bir mülkün üzerinde birden fazla hak iddiası olması nedeniyle işlemedi...”
• "Yasada üç kez değişikliğe gidildi, her seferde tazminat yöntemi daha öne çıktı..."
• “Tazminatın hesaplanmasında mülkün kaybedildiği yıl temel alındı..."
• “Çözüm için federal birim şart...”
• “Mülkiyet konusunda 2.3 milyon dosya açıldı, bunların 2.1 milyonu bugüne kadar çözüldü.”
• “...Almanya toplamda (bireysel ve kamusal) 8.5 milyar Euro tazminat ödedi”
...
“O kadar zengin değiliz, nasıl tazmin edeceğiz” sorusuna Prof. Czada'nın yanıtını da hatırlatmakta yarar var:
• “Ya uzun vadeli borçlanma yoluyla bireysel tazminatlar ödenecek ya da malın eski sahibinin iadede ısrar etmesi durumunda, yeni sahibin yaptığı yatırımları tazmin ederek, iade edeceksiniz...”
...
Meseleye ‘dünya’ gözlükleriyle bakmak gerekiyor.
Elbette ‘korku’ları besleyerek ‘koltuk’ korumak buralarda daha kolay geliyor.
Hele de seçimlerin ardından, köprülerin altından çok sular akmışsa (!)
--------------------------------------
11 Temmuz, yarın, Kıbrıs’ın kuzeyinde BASIN GÜNÜ...
En önemli temennimiz “Türkiye’de ne varsa, burada da olmasın!”
--------------------------------------
h a f t a n ı n n o t c u k l a r ı
• Kim demişse güzel demiş: “Soytarıların ömrü, kralın ömrü kadardır...”
• Hiç bu kadar “bomboş” görmemiştim Lefkoşa sokaklarını, hatta Girne’yi... Nereye kaçtı bu ahali?
• En zoru “tatil dönüşü”dür, insan tatilin tatilini ister genelde... Boşuna demezler, “Alışmış kudurmuştan beterdir...”
• Yurdumdan diyaloglar:
"Bıktım usandım bu düğünlerden. Çıkan banyodan giyinmeden gene terlen. 1 saat hazırlan. 5 dakka tebrik et, gaç” (Esra Uluçaylı)
• Meğer “taşlara dua okuma sektörü” de varmış ülkemde!
Maşşallah... Ekmeğini taştan çıkarmak bu işte !!!
• Yani “taşına toprağına” okuyoruz memleketin da, onca insanın malı üzerine konduk, nice hayalin üzerine kapandık, ganimet delisi olduk da hani bunun günahı?
• Oyanda “siyasi eşitlik” ve “egemenlik” var mı sahi?• Bir söz:
“Herkes ay gibidir
ve herkesin hiç kimseye göstermediği
bir karanlık tarafı vardır”
Mark Twain
• Eski kotları “yamalayarak” giyme modası acayip hoşuma gitti... Hem epeyce tasarruf sağlıyor!
• Daha deniz sezonunu açamadım, bir kaybım var mı?
• Zor be baba!