1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Pandemi Kaosunda Kadın ve Sanat
Pandemi Kaosunda Kadın ve Sanat

Pandemi Kaosunda Kadın ve Sanat

Yaratıcı olmak, kim olduğumuzu, nerede olmak istediğimizi ve salgının neden olduğu zararı hem bedende hem de zihinde nasıl yenebileceğimizi keşfetmenin keyifli bir yoludur.

A+A-

Mihrican Aylanç
[email protected]

 

 

Şifa nerede?
Alıçta mı, alıç kalbe iyi gelir derler alıçta mı? 
Yazlar kışlar başkaymış, şifa nerede? Alıçta mı? 
Alıç mı? 
Muşmula mı?
Hünnap mı? 
Beşbıyık mı?
Döngel mi?
Şifa hangisinde? 
Bu diyar başka imiş, şifa kimde? 
Şifa nerde?
Dereden eğilip su içmede mi? 

(Şule Gürbüz, Öylemiymiş, 146-147.)

 

Bilinmeyen korkusu insan uygarlığının başlangıcıdır. İlkel dönemden modern zamanlara uzanan süreçte insanın, bilinmezlikler ve korku ile çevrili yaşamı hepimize tanıdıktır. Bazen bilinmeyen varlık, o kadar aldatıcıdır ki varlığının hiçbir işareti olmadan saldırabilir. Çeşitli kurgu eserlerinde böyle birçok senaryo gördük, ancak benzer bir şeyin gerçek yaşamda olabileceğini hiç düşünmemiştik.

Bu şekilde hızlı ve bulaşıcı bir pandemi ile başa çıkmak için ön deneyimimiz yoktu. Henüz bulaşıyı durdurmak için öngörülen bir tedavi veya teknolojimiz de yok. Birçok küresel güç, bu yönde çok çalışıyor ama zaman geçiyor ve daha fazla insan salgından etkileniyor. Deneyim eksikliği insanların hayatını alıyor. Yani kimse kendi siperlerinin gerisinde ötekine duyarsız kalma lüksüne sahip değil artık... Güç ve gelişmeye rağmen, ülkeler virüsün ve pandeminin yayılmasını engelleyemedi. Dünyanın en gelişmiş ülkelerinde hayatlar kayboldu ve güçlü insanlar bile çaresiz kaldı.

21. yüzyıl, teknoloji açısından insanlığın en gelişmiş aşaması. Ancak bugün, sadece teknolojik ilerlemenin bu felâketi durduramayacağına tanık oluyoruz. Çeşitli ünlü dünya figürlerini, siyasi liderleri, varlıklı ailelerin üyelerini ve bu salgından etkilenen başarılı kişilikleri gördük. Hiçbir servet, lobi veya sosyal statü bu patojeni uzak tutamadı.

İnsan ırkı olarak mikroskobik bir organizmaya karşı varlığımız için mücadele ettiğimizi ilk defa bu boyutta hissettik. Bu gezegendeki varlığımızın daha fazla farkındayız ve gelecekte hayatta kalmak için daha dikkatli davranıyoruz.

Diğer taraftan virüsü karşı mücadelede hayata, aile üyelerimize ve sevdiklerimize daha da bağlandık. Önceki yaşamımızdaki günlük alışkanlıklar değişti. İnsanlar kendi yemeklerini pişirmeye, evlerini temizlemeye, uzun zaman önce yazılmış günlüklerini okumaya, uzun süredir bekleyen hikâyelerini çocuklarıyla paylaşmaya, başka kentlerde, yabancı ülkelerde sıkışmış eski arkadaşlarını aramaya, sevdikleriyle kaliteli zaman geçirmeye başladılar.

Bu kritik noktada, artık geçmişin egoist kaosunda çırpınan kişilikler gösterilmemeli; hayatı herkes için kolaylaştıran temellere sadık kalınmalıdır. Bizi bu salgından çıkarmak için çok fazla acı ve risk alan insanlara pozitiflik, sevgi ve şükran göstermeliyiz. Aklın saflığı ve doğru eylemler gibi temel insani niteliklerimiz, bu savaşta hayatta kalmamıza yardımcı olabilir.

Yeni koronavirüsün neden olduğu pandemi sonrasında toplumlarımızın nasıl yeniden biçimlendirileceği sorusu, sosyal araştırmacılar için özel sorunlar yaratmaktadır. Gerek bulaşıyla mücadele süreci gerekse bulaşı sonrasının düzenlenmesi için toplumbilimcilerin “gemiyi denize açılırken inşa ediyoruz” demeleri dikkat çekicidir.

Toplumsal yapının dinamik ve yaratıcı gücü olduğuna inandığımız kadınların bu süreçteki konum ve sorunları farklı bilim dallarında, uzmanlar tarafında ayrıntılarıyla ele alınmaktadır. Ancak altını çizmek gerekir ki sosyal izolasyon yöntemi olarak “evde kal” uygulaması eşitsiz  toplumsal cinsiyet rolleri doğrultusunda hijyen, bakım, temizlik, beslenme işlerinin kadınların omzuna yüklenmesi, salgınla birlikte ciddi ölçüde artan ev içi emeğin görünmez kılınması, yaşanan işsizlik ortamında öncelikli olarak çıkarılmak, yoksullaşma, erkek şiddetiyle daha fazla yüz yüze gelmek, şiddet uygulayan erkekle aynı evde yaşamak zorunda olmak, şiddete uğradığını duyurma ve şiddet ortamından uzaklaşma olanaklarından yararlanamamak, kız çocuklarına yönelik cinsel saldırı ve tecavüz suçlarının artması gibi sonuçlar doğurmuştur.

COVID-19 öncesinde de, aile içi şiddet en büyük insan hakları ihlallerinden biriydi. Son 12 ayda, dünya genelinde 243 milyon kadın, cinsel veya fiziksel şiddete maruz kaldı.  COVID-19 salgını devam ettikçe, bu sayının daha da artacağını söylemek kehânet olmayacaktır. Bu süreç kadınların refahı, cinsel ve üreme sağlığı, ruh sağlığı; toplumsal ve ekonomik kalkınmaya katılıp, liderlik etme becerileri üzerinde olumsuz etkiler yaratacaktır (i). Mevcut şiddet krizinin COVID-19 bağlamında daha da kötüleşmesi muhtemeldir (ii). Aile içi şiddet raporlarındaki artış, aynı zamanda önleyici hizmetlerin aksamasından da kaynaklanmaktadır. Şiddet yaşayan kadınlara hayat kurtarıcı bakım ve destek veren sağlık hizmetilerinin de tehdit altında olması söz konusudur. Öte yandan hareketin kısıtlandığı ve temel hizmetlere erişimin sınırlı olduğu veya hizmetlerin sosyal uzaklığın sonucu olarak telefon, e-posta gibi uzaktan yürütüldüğü durumlarda, yardım talepleri azalmaktadır. Bu da aslında yaşanan şiddetin tespitini engelemekte ya da gizlemektedir.

Kadınların teknolojiye erişiminde, kadınlara yönelik çevrimiçi şiddet de artmaktadır. Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddetin sosyal ve ekonomik maliyetleri büyüktür ve mağdurların sağaltımına yönelik önemli hizmetlerin gerekliliği ortadadır. Bu noktada üzülerek belirtmek gerekir ki COVID-19'un ekonomik darbesi, yerel kadın örgütlerinin kapasitesini de olumsuz etkileyecek, kadına yönelik şiddetle ilgili politika reformlarını savunma ve uzun vadede şiddet mağdurlarına hizmet sunma imkânlarını da sınırlandıracaktır.

COVID-19 bizi daha önce hiç yaşamadığımız şekilde test ediyor. Yukarıda vurguladığımız ve mücadelesini sürdürdüğümüz duygusal ve ekonomik şoklar doğuruyor. Bu salgının karanlık bir özelliği olarak ortaya çıkan şiddet; değerlerimize, dayanıklılığımıza ve paylaşılan insanlığımıza meydan okuyor. Koronavirüsle savaşta hayatta kalmaya çabalarken, bu zorunlu değişim ve iyileşme sürecinde kadının omuzladığı yüklerin görünürlüğünü ortaya çıkaracak ve toplumsal cinsiyet eşitliğine hizmet edecek uygulamalar hedeflenmelidir.

Uzun tecrit, birikmiş endişeler, belirsiz bir geleceğe dair korkular, ekonomik çöküntü, sevdiklerimizi kaybetmek, COVID-19 pandemisinin duygusal zorluklarından bazılarıdır. Sanat, bu aşamada yeni yaşamın kaosunda, korku, kaygı ve baskı altında kalan bireyin en dikkate değer sığınak noktalarından biridir.

Sanatın şifa ile ilişkisi, hayal gücü ve kendini ifadenin ruhsal ve bedensel iyileşme ile ilişkisi çok eski tarihe dayanmaktadır. İlkel dönemlerin mağara resimleri, insanın korku ve umut arasında gel gitler yaşadığını, güven arayışı içinde olduklarını ve de zorlu yaşam koşullarına bu şekilde hazırlandıklarını ortaya koymaktadır. Yaşamı insanileştiren duygu olarak sanat, insanın en önemli anlatım, yaratım ve üretim aracıdır. İnsanın tasarımını, yaratıcı düş gücünü, mimari, resim, heykel, tiyatro, müzik ve edebiyat gibi çeşitli sanat dallarında ortaya koyması, kültürel mirasın dolayısıyla insanlığın devamı için ön koşuldur.

Diğer taraftan olağan gündelik zihinsel akışta dile gelmeyecek şeyler, resim yaptıkça, heykel yaptıkça, dans ettikçe yüzeye çıkar. Birey sanatla kendini dışa vurdukça, düşünce ve duygularını yansıtıp bedelselleştirdikçe kendini tanıma, kendi ikilemlerini bütünleştirme fırsatı bulur. Uzmanlarca ‘Sanat terapi’ yöntemlerinin geliştirilmesi ve günümüzde bu yöntemlerin psikolojik sorunlar yaşayan hastalarda uygulanıyor olması sanatın iyileştirici gücünün bilimsel boyutudur. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra travmatik streslerden yakınan askerler için sanat terapisi kullanımı yaygınlaştığı bilinmektedir. Yine yakın dönemde Van depremi örneğinde olduğu gibi doğal felaketlerde sanatın iyileştirici, bütünleştirici gücüne başvurulmaktadır.

            Farklı hatta zıt duyguları entegre etmek, ayrık duygular arasında köprü kurmak için sanat psikoterapisi ideal bir zemin sunar. Çünkü bir yüzey üzerinde öfke ve şefkati, korku ve umudu aynı anda çizip boyayabiliriz. Bu uygulamaların bireye günlük yaşantıda duygular arası geçişkenlik yahut uyum sağlamada yardımcı olduğu gözlemlenmiştir.

Burada dikkat edilmesi gereken ‘sanat terapi’sinde sağaltıcı olan; özgürleştirici, özgünleştirici ve bütünleştirici işlevlere odaklanmaktır. Sanat içinden geçtiğimiz bu dönemde, içerideki acımıza saygı ve şevkatle bakmayı sağlayan bir yaklaşım olarak öne çıkmaktadır.

Bu bağlamda Sartre’ın “Bir insan her zaman hikâye anlatıcısıdır. Kendi ve başkalarının  hikâyeleri ile çevrili yaşar, başına gelen her şeyi onlar aracılığı ile görür ve hayatını anlatıyormuş gibi yaşamaya çalışır” deyişi tecritin baskısını dengeleyecek ya da izole edecek bir anahtar gibidir.

Bu görüşten hareketle; defterinize hayatı izlerken, yaşarken, hayal ederken aklınıza hücum eden düşünceleri, duyguları, yahut daha önce yazdıklarınızı hızlı hızlı yeniden yazın. Yazdıklarınızı kimsenin okumayacağına iyice inanın. Defterinize güzel ve sanatsal bir şeyler yazamama korkusunu da bir kenara bırakın. Sadece size özel bu defterinize yazarak, kendinizi anlatarak içsel bir rahatlama yaşamaya başlarsınız. İçiniz, dışa çevrilen bir ayna olurken kaosun parçalandığını görürsünüz.

Yazmanın ötesinde okur olmak da kendimize yolculuğumuzu mümkün kılar.  İlgi alanlarımız ve beğenilerimize hitap eden kitaplar, farklı alanlardaki çeşitli okuma materyalleri, anlatılamayanlara tercüman olabilir, yahut içinden heyecan ve mutlulukla geçilecek yeni dünyaların kapılarını açabilir.

Bu karanlık günlerimizde dünyamızı aydınlatabilecek birkaç kitap önerisinde bulunmak gerekirse, bunlardan ilki Latife Tekin’in  ‘Ormanda Ölüm Yokmuş’ romanı olur. Sanatın iyileştirici gücüne tanıklık edilebilecek bir roman Ormanda Ölüm Yokmuş.  Çünkü resim yapan Emin ve hikâyeler anlatan, yazan, şifalı sözler ustası Yasemin’in dostluk ve aşk yolculuğunda; insanın ten ve ruhuna işleyen dünya ağrısını şifalı otlar ve suların merhametli diliyle, ormanın uğultusuyla, serinliğiyle sevginin derinliğine indiriyor okurunu Ormanda Ölüm Yokmuş.  Jale Sancak’ın  ‘Uyanan Güzel’ romanının güçlü ‘Vahide’ karakteri de toplumumızdaki pek çok kadının gençliğinde göklere yükselen kanatlarının, eril aklın silahlarıyla kırılmasına rağmen; kadının yaşamın yaratıcı kaynağı, vicdan ve merhameti olduğunun somut örneği oluyor. Okuyanları vicdanın yürekte yananan kandiliyle aydınlatıyor Uyanan Güzel. Öyküler arasında Müge İplikçi’nin Colombus’un Kadınları ve Zeynep Uzunbay’ın Kamçılanma Mesafesi, kadınların sesini duyabileceğiniz hikâyeleriyle okumaktan keyif alacağınıza inandığım diğer iki eser. Barış Bıçakçı’nın ‘Veciz Sözler’i, pandemi günlerimizde bizi eski sokaklarımıza, sosyal ortamlarımıza kavuşturacak bir eser. “Güneş olmasaydı sözcükler aydınlatırdı dünyamızı” cümlesiyle başlayan Veciz Sözler’inde kendimize nasıl döneceğimiz, iç dünyamızı dışarıya nasıl vurabileceğimiz, etrafımızda önemsemediğimiz yahut farketmediğimiz Niğdeli, Erzurumlu, Ankaralı vs. kişilerin hayata bakışını yansıtan farklı pencereleriyle, çarpıcı özlü sözleriyle sohbet arkadaşı olabilecek bir kitap.     

Unutmamak gerekir ki duygusal sıkıntılar tek başına başa çıkılamayacak bir düzeye ulaştığında, profesyonel bir sanat terapisti stres ve travmayı kontrol altına almaya ve olumsuz enerjileri yönlendirmeye yardımcı olabilir. Geçmişi iyileştirir-ve anlamlı bir gelecek için ortam hazırlayabilir. Tecrit süreçlerinde kişinin bilinçsizliğinden değiştirilmiş davranışlarına kadar yepyeni bir sır dili ortaya çıkmıştır.  Bu kişisel dille birey artık hayat yolculuğunda kendi gemisinin kaptanıdır.

Başka bir husus; sanat ürünleriyle iç içe olmak her zaman doğrudan sağaltım yöntemi değildir. Sanatın düşüncemizde yarattığı değişim farklı ufuklara yelken açmadır. Yaratıcı olmak, kim olduğumuzu, nerede olmak istediğimizi ve salgının neden olduğu zararı hem bedende hem de zihinde nasıl yenebileceğimizi keşfetmenin keyifli bir yoludur. COVID-19’un yol açtığı duyguları kayıtsız şartsız kabul ederek, yaşam önceliklerinin yeni bir listesini bulmaya çalışarak bu anlamlı 'ben'i sanatla meşgul edebiliriz. Sanatsal uğraşlarla yeni bir canlılık duygusu yaratabiliriz. Pandemi  kaosunun girdabından çıkış dehlizleri yaratmada bireylere göre farklılaşabilecek sanat dalları,  yaşamsal sonuçlar ortaya koyabilir. Sınırlı bilgi ve deneyimle de olsa   boyalar, tualler, killerle uğraşmak, şiirin kanatlarında özgürlüklere  ulaşmak, günlükler tutmak, sevdiklerimize mektuplar yazmak, güçlü kadınların hikâyeleriyle kucaklaşmak, hayal dünyamızla yeni hikâyeler yazmak,  kendi hikâyemizi kaleme almak, hikâyelerimizi dilediğimizce yeniden kurgulamak, notalarla dünyalar kurmak, 'Freud’un kanepesinde konuşmaktan' çok daha hızlı sonuçlar ortaya koyabilir diye düşünüyorum.

Her türlü sanatla hayal gücünün bize rehberlik etmesine izin vermeye başlamalıyız. Mevcut pandemi travması, her biri yeni bir durumda, bir diğerinden farklı olarak, bireye alışılmadık duyguları deneyimlettiği için geniş bir tepki yelpazesine sahiptir. Hasta, zayıf, dehşete kapılmış bir kişinin daha yüksek bir enerji düzeyine yeniden inşası sanatsal uğraşlarla mümkündür. Öte yandan insanların evde geçirdiği zamanlarda ruh sağlığını koruması adına yapması gereken egzersizler olduğunu belirten ve farklı sanatsal eylemlere değinen uzmanlar, sanatsal uğraşların hem bedenen hem de ruhsal olarak kişiye çok iyi geldiğinin altını çizmektedir.

Kadın sanatçı penceresinden konuya baktığımızda da yeni yaklaşım ve yorumlara ulaşılmaktadır. 1960’lı 70’li yıllarda Amerikalı kadın sanatçıların, sanat tarihinde var olmadıklarını farkettiklerinde kendi imgelerini ele geçirmek için sanat tarihine çok önemli bir katkıyla performans sanatını ortaya çıkardıklarını görmekteyiz. Böylelikle de kadınlar, obje olmanın ötesine geçmiş, bu dünyada bir varoluş yaratma yolunda önemli adımlar atmışlardır.

 

Sanatın etkisi ve yaşamdaki işlevi pandemide de sınır tanımadı diye düşünüyorum.

 

Balkonlardan seslenen, konserler veren müzisyenler, dans eden insanlar, sanal sergiler, uzaktan erişime açılan galerilerin atölye gezileri, müzeler, konser dinletileri, gösteriler, sanat dünyasındaki görüş ve düşünceleri merak edilen önemli insanların söyleşileri ve bu gibi etkinlikler döneme damgasını vurdu. Nelson Mandela’nın hapiste geçirdiği 27 yıl için “Hayatta kalmaya çalışmadım, hayata hazırlandım” sözünü anımsatarak tecrit ve sınırlı yaşamın ötesinde sanatsal aktivitelerle “güzel ve aydınlık günlere” hazırlıklı olmamız gerektiğini anımsatmak isterim.

 

i. Violence against women and girls: the shadow pandemic. Statement by Phumzile Mlambo-Ngcuka, Executive Director of UN Women.

 

ii. “Lockdowns around the world bring rise in domestic violence” https://www.theguardian. com/society/2020/mar/28/lockdowns-world-rise-domestic-violence, accessed 3rd April 2020.

Bu haber toplam 2347 defa okunmuştur
Gaile 474. sayısı

Gaile 474. sayısı