Paradigma değişimi
Bir süreden beri, Kıbrıslı Türk halkının varlığı, kimliği ve siyasi iradesi konusundaki duyarlılığımızı çeşitli platformlarda dile getiriyoruz. Kıbrıslı Türklerin siyasi iradesine yapılan müdahalelerin, varlığımız ve kimliğimiz ile doğrudan ilgili olduğu
Bir süreden beri, Kıbrıslı Türk halkının varlığı, kimliği ve siyasi iradesi konusundaki duyarlılığımızı çeşitli platformlarda dile getiriyoruz. Kıbrıslı Türklerin siyasi iradesine yapılan müdahalelerin, varlığımız ve kimliğimiz ile doğrudan ilgili olduğu açıktır.
Türkiye ile kuzey Kıbrıs hükümetleri, devletleri... adını nasıl isterseniz koyalım arasındaki ilişkinin düzenlenmesi için öncelikle her iki tarafta da paradigma değişiminin gerçekleşmesi gerekiyor. Eğer bu konuda düşüncemizi oluşturan temel değerleri sorgulamaz ve var olan değer yargılarımız ile yol almaya devam edersek, istediğimiz kadar iyi niyetli olalım, sonuç aynı olur.
Ancak burada şunu da açıkça belirtmekte yarar var. Kıbrıslı Türkler ile Türkiye arasındaki ilişkinin tarihsel arka planı oldukça önemlidir. Türkiye’de şu anda hakim olan görüşün oluşmasında, Türkiye hükümetleri kadar Kıbrıslı Türk lider veya yöneticilerinin de rolü belirleyici olmuştur. Hatta Kıbrıs Türk liderliğinin 1960’lı yıllardan başlayan, Türkiye’yi bilinçli olarak adaya çekme çabasını kimse göz ardı edemez. Sadece 1974’den bahsetmiyorum. Sosyal, siyasal ve ekonomik boyutlarıyla, yaklaşık yarım asırdır Kıbrıs Türk sağı, Türkiye’nin adadaki varlığını kalıcılaştırmak için her türlü girişimde bulunmuştur. Sosyal kimlik açısından “Kıbrıslı” yoktur iddiasını yapan da bir Kıbrıslı Türk değil miydi? Ve bu Kıbrıslı Türk bu adayı neredeyse elli yıl boyunca yönetmedi mi? Peki yine bu Kıbrıslı Türklerin siyasi partisi, bu ülkede on yıllar boyunca “şükran kültürünü”, “ganimet erozyonunu” tüm topluma şırınga etmedi mi? Eğitimden, sosyal hayata hayatımızın her alanını “şükran ve ganimet” kültürü ile kuşatan yine Kıbrıslı Türkler değil miydi? Bu ülkede, barıştan, çözümden ve Avrupa Birliği’nden bahsedeni hainlikle suçlayan, dışlayan, hor gören yine aynı Kıbrıslı Türkler değil miydi?
Biz Türkiye KKTC ilişkilerinin sağlıklı bir zemine oturması gerektiğini belirtirken ve bunu mantıklı ve rasyonel gerekçelerle açıklarken, bugün var olan ilişki biçiminden memnun olan ve siyasi rant sağlama adına bunu istismar edenler yine Kıbrıslı Türkler değil mi?
Türkiye’nin beklenti ve çıkarları konusundaki görüşlerinden bağımsız olarak, eğer içinde bulunduğumuz şartları salt Türkiye hükümetinin dayatması olarak kabul eder ve kuzey Kıbrıs’ın içinde bulunduğu durum hakkında kendi kendimizle hesaplaşmayı ötelersek en büyük yanlışı yapmış oluruz.
Dolayısıyla Kıbrıslı Türkler olarak bittik, yok olduk söylemi yerine, bunda kimin ne kadar payı var tespitini gerçeklere dayalı olarak yapmamız ve öncelikle kendi payımızı saptamamız gerekir.
“Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Antlaşması”, yine aynı edilgen anlayışın bir ürünüdür. Ve Kıbrıslı Türklerin siyasi iradesini yok sayanlar Kıbrıslı Türklerdir. Türkiye hükümeti senin işini tam yapmamana rağmen (örneğin ilgili konuda) eleştirilecekse bile bu durum, UBP’nin “iyi niyetli ama bilgisiz” hükümetinin göz ardı edilmesini getirmemelidir.
Sağlıklı ilişki nedir, diye soruyorlar? Şudur, “Kuzey Kıbrıs’ın karar verip, Türkiye’nin o karara koşulsuz destek vereceği” anlayışın karşılıklı egemen kılınmasıdır.
Her iki tarafın kendi sorumluluğu çerçevesinde ve Türkiye’nin şu anda bizim dünyaya açılan tek kapımız olduğu gerçeğiyle gerçekçi ve akıllı adımlar atma zamanıdır.
Önce ev temizlenmeli. Ve bununla beraber diyalog ve işbirliğini koruyarak ilişki biçimi!
Kıbrıslı Türklerin Türkiye’yi adaya daveti kimse rahatsız olmasın ancak bence hâlâ daha devam ediyor.