Paradigma: İçsesin Mektubu
Sizi şiirlerinizden ve anlatılanlardan tanıyorum. Haberiniz olsun; dostlarınızın gözleri doluyor sizi anlatırken. Seslerinde kendini ele veren bir titreme başlıyor. Dolan gözlerini kaçırıyorlar onları dinleyenlerden. Boşlukta geziniyor elleri, kolları.
Sevgili Fikret Demirağ, sizinle yeryüzünde hiç tanışmadık, tanışamadık, bir gün tanışır mıyız, bilemem. Doğrusunu söylemek gerekirse; ‘yaşamdan önceki ve sonraki hayatlara’ dair ciddi bir bilinmezlik içerisindeyim. İnancım da yok; gidenlerin gelecek olanları beklediği bir dünya olduğuna. Bu yüzden; elbet bir gün tanışacağımıza, daha doğrusu sizin beni tanıyacağınıza olan inancım çok az.
Sizi şiirlerinizden ve anlatılanlardan tanıyorum. Haberiniz olsun; dostlarınızın gözleri doluyor sizi anlatırken. Seslerinde kendini ele veren bir titreme başlıyor. Dolan gözlerini kaçırıyorlar onları dinleyenlerden. Boşlukta geziniyor elleri, kolları. Bir bıraksalar kendilerini; yüreklerindeki durgun nehir, tüm Kıbrıs’ı yutacak. Uğruna şiirler yazacak kadar yalnızlaştığınız Kıbrıs’ı. Kıbrıs’ımızı!
Siz, bitmeyen savaşların çocuğu/genci oldunuz. Ben, bir türlü bitmeyen ateşkesin. Ama umudumu yitirmedim; barışla sözlendiğimize dair. Sizin kalabalıklar içindeki yalnızlığınıza; savaşların, kayıpların, ölümlerin, insanın ve doğanın; yoğunluğunu yaşamak düştü. Banaysa; sığlaşan sevgilerin, iki yüzlülüğün, çıkarcılığın, düzensizliğin, üretimsizliğin, asimilasyonun, artıp giden siyasal bağımlılığın. Üzgünüm. Halbuki; ne çok isterdim Kıbrıs’a barışı getirdiğimizin haberini vermeyi size, ama maalesef şimdilik veremiyorum. Ve işin en acımasız yanıysa; herkesin üzerinde az biraz bir kabullenme var; düzeni, toplumsal süreçleri, yorgunluğun getirdiği moralsizliği. Bir şeyleri değiştiremedikçe yoruluyoruz. Bilirsiniz; yorgunluklar yeni kabullenişlere kapılar açar...
Ama size iyi bir haberim var! Küçük, pasif bir barış yaptık. Üç günlük. Önümüzdeki binyılın provasıydı bu yaptığımız. Bu; üç günlük barışa şiiriniz neden oldu. O bitmek bilmeyen Akdenizli nefesiniz, Kıbrıslı tavrınız, adalı parmaklarınızdan süzülen evrensel müzik. Bizi bir araya topladınız; Portekiz’den, İsrail’den, İran’dan, Avusturalya’dan, Türkiye’den, faşistlerin böldüğü Kıbrıs’ımızın her iki tarafından! Çoğaldık. Her şekilde çoğaldık; yanlışlarımızla, doğrularımızla. Birlikte yıldızları da izledik, zivaniyalarımızı da yudumladık, fidanlarımızı da diktik. Herkes kitaplarındaki veya not defterindeki şiirlerini rüzgârın kollarına bıraktı; kendi olabilmenin çıplak gerçekliğiyle…
Bugünlerde günde üç ya da dört saat uyku uyuyorum. Hep böyleyimdir ergenliğimden belli; yılda dokuz ay; dört beş saat uyurum, geri kalan üç aydaysa; on, on bir saat. Umarım bu düzensiz düzen varoluşumu hiç terk etmez. Neyse; konumuz uyku düzenim değil. Konumuz; tepeleriniz, ağaçlarınız, kuşlarınız, deniziniz… Herkes uykudayken tırmandım gençliğinizde tırmandığınız tepelere. Islak otlara oturdum, kökleri köklerimizle karışan. Ve Limnidi’ye kaydırdım gözlerimi. Uçsuz bucaksız mavi-yeşil tanrının dolgunluğunda aradım sizi. Yoktunuz. Gelmediniz. Hiç gelmediniz. Gelseniz hissederdim. Ağaçlar, kuşlar ve deniz; hiç rol yapmadan – yeniden - öğretti bana hürlüğün operasını. Sanırım rol meselesi insandan ayıran; ağaçları, kuşları ve denizi. Kısacası diğer canlıları. Konuşabilmek veya düşünebilmek değil.
Bu yazdıklarımı nasıl değerlendireceğinizi bilmiyorum. Değerlendirmeniz gerekiyor mu, onu da bilmiyorum. Ne kadar acayip bir şey değil mi, yazdığımız bir şeylerin başkaları tarafından değerlendirileceğini düşünmek, beklemek. İnsan böyle durumlarda kendini birilerine beğendirmek mi ister, egosunu tatmin etmek mi, sesini duyurmak mı, yoksa daha iyi yazılar yazabilmek için eleştirilmek mi? Sadece anlamaya çalışmanızı diliyorum. En yakınlarımın bile beni anlamadığı bugünlerde; sadece anlamaya çalışmanızı. Zaten; birileri yazılarımı değerlendirsin mantığıyla hareket etmedim hiç, etmeyeceğim de; bu mantık yazılarımdaki hataların payını azaltır. Hatalarından uzaklaşan her yazı samimiyetini kaybeder. Yazmak, tek başına bir eylemdir; azınlıklardan yoldaşlar edinmek için.
Bu yazdıklarım genç bir şairin değil, genç bir okurunuzun içsesidir. Ne çok isterdim; her anından keyif aldığım üç günlük festivalinizi madde madde size anlatabilmeyi. Affedin. Yapamıyorum. Yazamıyorum didaktik yazılar. Ama eminim; birkaç güne kadar festivalinizi en ince ayrıntısına kadar yazan birileri çıkacaktır. Ve orada olmayanlar da; oradaymışçasına yaşayacaktır anların eşsizliğini…
Bu arada; Emine Teyze ve torunlarınız, çocuklarınız, dostlarınız, herkes, çok iyi. Onlar bize, biz onlara emanet! Söz. Kıbrıs’ımıza barışı getirdiğimiz gün, eğer hayattaysam; size bir mektup daha yazacağım. Kısa, çok kısa bir mektup, tek satırlık.
Sevgiyle.