PARİS, IŞİD ve GARİP KIBRIS
Paris'teki saldırı ve katliam dünyayı sarstı. Ben insanım diyen kimse bu vahşi saldırıya karşı duyarsız kalamaz.
Bağdat'ta, Lübnan'da, Suruç ve Ankara da ayni odak, ayni vahşi saldırıları yaptı.
Bu saldırılarda farklı dil konuşan, farklı etnik kökene ve inanca sahip pek çok güzel insan, yaşamını yitirdi veya yaralandı.
Bu acı olaylar, haber bültenlerinde izlendi.
Ancak, Paris saldırısı artık, bu vahşi saldırıların her yere ve yöreye olabileceğinin göstergesi oldu. Yani, bize gelmez rahatlığı içine kimsenin giremeyeceğinin açık bir göstergesi oldu bu son vahşi saldırı.
Üstelik, bunun temelinde yatan esas etkende, bölgesel üstünlük için vesayet yolu ile Suriye'de sürdürülen savaştır. Bu savaşın vesayet yolu ile sürdürülmesinin yalnız o coğrafyada yaşayan insanlara zorluklar ve acılar yaratmadığı da açık.
Bu zorluklar, savaş alanın binlerce km ötesinde yaşayan Avrupalıları, mülteci akını ile buldu. Şimdi terör saldırıları ve bunun yol açtığı endişe ile bu acılar bir başka açıdan da yaşanmaya başlandı.
Paris saldırısı sonrası, Suriye'deki savaşta vesayet yolu ile dolaylı yer alanların tümü, şimdi büyük bir sarsıntı yaşıyor.
İngiltere Başbakanı Sayın Cameron'un, İngiltere'nin de ayni tehdit altında olduğunu dönük endişeli açıklaması, bunun göstergesidir.
Rusya da ayni endişeyi Batılar gibi his etmektedir. IŞİD'in Rus yolcu uçağına yönelik saldırısı ve Moskova'yı kan gölüne döndürme tehdidi bunun göstergesidir. Çin'in bu gelişmelerden rahatsızlığı da açıktır.
Ayrıca Suudi Arabistan'da, Yemen savaşı nedeni ile yaşananlar. Ankara ve Suruç saldırıları nedeni Türkiye'nin yaşadığı acı ve Mısır'da IŞİD varlığı, aralarındaki çelişkilere karşın, bu endişenin Müslüman ülkelerde de büyük olduğunun gerçekleridir. Üstelik mezhep farkına karşın İran'ın da bu gelişmelerden endişeli olduğu nettir.
KERRY, LAVROV
İşte Paris'teki vahşi saldırıya denk gelen bir şekilde, Viyana'da, Suriye ile ilgili yapılan görüşmelerden sonra ABD Dışişleri Bakanı Sayın Kerry ile Rusya Dışişleri Bakanı Sayın Lavrov'un yaptıkları açıklamalar çok önemlidir.
Her iki Dışişleri Bakanı da Suriye için belli bir süre geçiş hükümeti kurulması ve arkasından da seçime gidilmesi temelinde bir anlayış olduğunu açıkladılar.
Bunun içinde Suriye Hükümeti ve muhalefeti ile bir ortak nokta oluşturmak için çaba içine gireceklerini söylediler. Fransa Devlet Başkanı Sayın Holland'ın Paris saldırısı sonrası açıklamaları da bu görüşmede açıklanan mantığa denktir.
ABD ve Rusya Dışişleri Bakanları söz konusu açıklamalarında, bu sürece katılacak olan muhalefet gruplarının kimler olacağının da BM'lerin Suriye Özel Temsilcisinin görüşleri ile oluşacağını ifade ettiler. Üstelikte Suriye Devlet Başkanının da bunu görüşmeyi benimsediğini de söylediler.
Sayın Lavrov, Suriye Devlet Başkanı Sayın Esad'a karşı olmak veya onu desteklemenin, terörist örgüt olmamanın ölçüsü olamayacağını ifade etti.
Yani Suriye'de süren vesayet Savaşı'ndan yararlanıp, Sayın Esad'da karşı konumu nedeni ile göz yumulan veya dolaylı olarak kayrılan terörist örgütler, bu süreçte dışlanacak mesajı, bu açıklamanın içinde yer alıyor.
Bunun bir anlamı da, bu vesayet Savaşı'ndan yararlanıp büyüyen IŞİD'in ve benzerlerinin beslenme ve var olma kaynaklarının daralacağıdır.. Kısacası, IŞİD'e karşı ortak bir siyaset gelişecek.
İki Dışişleri Bakanın açıklamasından çıkan sonuç, IŞİD'i yalnızlaştırmada, en büyük engel olan, Suriye'de kim hakim olacak çekişmesine dönük, daha esnek bir ortam oluşacağıdır. Rusya ve ABD arasındaki bu gelişmenin, bölgesel yarışçılar olan Türkiye, İran, Suudi Arabistan ve Mısır arasında da yumuşama geliştireceği açıktır.
Böylece bunla IŞİD ve benzeri örgütler yalnızlaşıp, ortak hedef haline gelecek.
Şimdi ABD Dışişleri Bakanı ile Rusya Dışişleri Bakanının bu açıklamalarından sonra işler bu temelde gelişecek mi? Gelişmesinin zemini var mı?
"Medeniyetler Savaşı"
Ama terörün ve mülteci Akın'ın ulaştığı boyutlar açısından bakarsanız, bunun gelişmesinden başka çıkar yol yok.
Çünkü bu süreç artık, kendi dinamiği nedeni ile, "medeniyetler savaşına" dönük bir zemine doğru gelişiyor. Bu da ekonomik kriz içinde olan dünya ve kapitalizm için daha da büyük bir sorun demektir.
Yani Batı ve Doğu'nun birbiri ile rekabet içindeki devletleri, "medeniyetler savaşına " doğru gelişen bu ortamı tersine çevirmezlerse , kendi temellerinin çok sarsılacağını gördüler ve bunun endişesini yaşıyorlar. Çünkü globalleşen dünyada bu büyük bir kaos demektir.
Eğer Paris saldırısının yol açtığı sarsıntı ile birlikte ayni zamana denk gelen bu yeni durum, "medeniyetler savaşına" doğru evrimleşen durumu terine çevirir ve Suriye sorunu, yeni bir merhaleye girerse, durum çok farklılaşacaktır.
KIBRIS, TÜRKİYE
İşte bu yeni süreçte eğer Türkiye; içerdeki Kürt sorununu, demokratik bir çözüme götürebilir ve bugün Anadolu'ya acılar yaşatan çatışma hali durup, çözüm süreci hızla gelişirse, "medeniyetler savaşına" doğru gelişen bu ortamda, halkının ezici bir çoğunluğu Müslüman olan Türkiye, bu bölgenin demokratik etkin ülkesi olacaktır.
Yani "medeniyetler savaşının" engelleyicisi ve demokratik gelişmenin köprüsü olacaktır.
Üstelik bu hal, ayni zamanda Kıbrıs sorununun çözüm süreci ve Türkiye'nin AB üyelik sürecinin ilerlemesi ile birlikte gelişirse, o zaman Türkiye, bırakın 2023'ü, çok daha erken bir zamanda gelişme ve ilerleme bağlamında yeni ve güçlü bir ivmeye sahip olacaktır.
Kıbrıs'ta hala umutla süren görüşme süreci ve Türkiye'de ister Türk, isterse Kürt olsun, insanların ezici çoğunluğunun siyasi ve dinsel farklılıklarına karşın hala çözüm sürecine istekli olması, bu iki alanın gelişmesinin en büyük temelini oluşturmaktadır.
Kısacası Kıbrıs çözüm süreci, CB Akıncı, CTP- UBP Hükümetinin çözümü sentezleştiren programı ve TBMM son seçimlerle yeniden belirlenen iradesi ve bu iradenin içinde HDP'nin varlığı, gelişmeyi bu yöne döndürmek isteyenler için en büyük fırsattır.
GÜNEY KIBRIS...
Kıbrıs sorunun, Türkiye'nin zayıflaması ve sorunlar içine düşmesine dayalı olarak, 1964 statükosunun ağırlığında çözüleceğini hesaplayan Güneyin derin Devletçilerinin ve bağnazlarının bu dar hesaplarını, DİSİ ve AKEL aşıp, bu görüşme sürecinde, hızla çözüme dönük, dinamik gelişime katkı korlarsa, bu gelişmeden adamız ve insanları da büyük bir başarı ile çıkacaktır.
Bundan Türk- Yunan ilişkilerinin gelişmesi ve Ege'nin iki yakasındaki yumuşama ile birlikte, Türkiye'nin AB süreçlerinde gelişmesinden, Yunanistan'ında maksimum fayda elde edeceği açıktır.
Ama, Orta Doğu'da bu devinim yaşanırken, bu çözüm sürecini, Türkiye'yi köşeye sıkıştırarak, kendi dar milliyetçi hesapları ile 1964 statükosunu sonuç diye benimsetme aymazlığına dayalı ve bugüne kadar, beladan başka bir şey üretmeyen anlayış, yine hakim olursa, bilelim ki adanın bölünmesinin son çivisini de çakacak çekici, Güneyin bağnazları kendi elleri ile üreteceklerdir.
Bugün Orta Doğu'da oluşan yeni durum, kanıma göre bölgesel sorunların demokratik tarzda çözümü için kendi içinde yeni fırsatları da taşımaktadır.
Önemli olan, demokratik ve barışçı yaklaşımları, dar milliyetçi anlayışların önüne halkların çıkarabilmek kabiliyetidir.