Parlayan Şehir Lambousa
Parlayan Şehir Lambousa
Simge Çerkezoğlu
Lambousa’nın Küllerinden Doğuşunun Hikâyesi
Arkeolog Yargı Edizer Lapta konusunda yaptığı akademik çalışması ile hem tarihe hem de adanın önemli kültürel miraslarından birine önemli katkıda bulunmayı başardı. Gerçekleştirdiğimiz görüşmede, ilk söylediği yaşadığımız toprakların pek çok medeniyete ev sahipliği yaptığıydı.
Lambousa adadaki on krallıktan biri olarak günümüzden 5000 yıl önce Fenike Kralı Praxander tarafından kuruldu. Krallık ilk olarak küçük liman şehri, bu günkü Camelot Beach olarak anılan yere kurulurken halk balıkçılık, ticaret ve gemi yapımı ile uğraşıyordu. Daha sonra şehri ele geçiren Romalılar daha görkemli yapılar ve amfi tiyatroların yapımına başladı; Salamis, Soli, Amatus ve Marion gibi... Şu an göremesek de aslında Lambousa’da da görkemli binaların varlığı biliniyor. Ancak Ortaçağ’dan itibaren şehrin taş ocağı olarak kullanılışı ve Alsancak, Lapta kasabalarının inşaatında kullanılan taşlar var olduğu bilinen görkemli binaların sonunu getirdi. Ayrıca aynı dönemde Lambousa’ya Balık Havuzları, Deniz Feneri ve Kaya Mezarları da inşa edildi. Ardından gelen Bizans döneminde ise kilseler ve manastırlar var olan bu yapılara eklendi. Şehrin Bizans dönemine dair en önemli özelliği şehrin en parlak dönemi oluşu ve “parlayan şehir” anlamına gelen Lambousa ismini de bu dönemde alışıydı. O döneme dair çıkarılan tüm altın ve gümüş dekoratif eserlere baktığımızda etkileyicilik ve kalite öne çıkarken şehrin bu ismi almasında da bunun etkisi büyüktür. Ayrıca bölgede bulunan deniz fenerinin etrafta bulunan tüm şehirler tarafından görünmesi bu ismi almasında da önemli paya sahip…
Lapta ve Lambousa İlişkisi:
Edizer her ne kadar Lapta ve Laphetos arasındaki ilişki bilinse de aslında bu duruma geç Bizans döneminde yaşanan Arap akınlarının sebep olduğunu belirtti.
Akınlardan kaçan halk o dönemde suyun bol olduğu dağ eteklerine şehri mimari kalıntıları ile birlikte taşıdı. Lüzinyan Döneminde Başpiskoposluk olarak kullanılan şehir merkezine ayrıca manastırlar, kiliseler ve şapeller de inşa edilir.” Lapta bölgesi tüm bu sebeplerden dolayı adanın önemli tarihi merkezlerinden biri olarak da anılmalı.“ Şu an Lambousa’dan geriye balık havuzları, kaya mezarları deniz feneri ve sur duvarları kalıntıları bulunuyor. Bunlar çok önemli kalıntılar olmakla birlikte mutlaka korunup gelecek nesillere taşınmalı.
Yeni Buluntuların Ortaya Çıkışı:
Aslında habere dair en önemli nokta Nisan ayından bu yana aradan geçen dört aya yakın sürede ortaya çıkan yeni buluntular. Eski Eserler ve Müzeler Dairesi tarafından arkeolog Yargı Edizer’in gözetiminde gerçekleştirilen kazılar adanın tarihini aydınlatmak açısından büyük öneme sahip ve etkileyici.
Arkeolojik kazılar Merit Otel’in Vakıflar İdaresi’ne yapmış olduğu başvuru sonucunda Eski Eserler Dairesi’nin yaptığı yüzey araştırmaları sonucu ulaşılan bulgularla başladı. Sit alanı içerisinde Kıbrıslı Rumlar döneminde inşa edilen Mare Monte restoranı ve bungalovları bulunuyordu. Adanın ikiye bölünmesinin ardından ise bu binalara 1985 yılları içinde alınan kararlarla bir de otel inşa edildi.
Kısaca açıklamak gerekirse Kıbrıslı Rumların hatası ile başlayan Lambousa kentine verilen zarar Kıbrıslı Türklerin otel inşası ve alanın askeri bölge olarak kullanımı ile devam etti. Tüm bunlar sonucunda ise parlak şehir olarak anılan Lambousa, metruk terk edilmiş, şehre dönüştü.
“Arkeolojik sit alanının sınırlarını yeniden belirlemek zorunda kaldık”
Buluntuların ardından bölgede pek çok sondaj ve arkeolojik yüzey araştırmaları yapıldı. Bu araştırmalar sonucunda yapılacak olan otellerin sınırları belirlendi.
Kazıların Tamamlanmasının Ardından Net Cevaplara Ulaşılacak:
Edizer görüşmemiz boyunca arkeolojinin diğer bilimlerden farklı olarak ulaşılan buluntulara göre varsayımlara dayandığını vurguluyor.
Burada devam eden kazılar sonucunda daha net cevaplara ulaşmak için kazının tamamlanmasını beklemek durumundayız. 1974 öncesi ve sonrası yapılan yeşil alanı ve çocuk parkını ortadan kaldırmak çok zor oldu. Geçmişi 2700 yıl öncesine dayandığına inandığım bu alan önceden inşa edilen Mare Monte Otel ile çok zarar gördü. Alan içinden elektrik kabloları ve logarlar geçirildi. Yapmış olduğumuz arkeolojik kazılar sonucunda elde ettiğimiz bulgular burada seramik atölyesi ve çökertme havuzu olduğunu göstermektir. Ayrıca şu an bir sarnıcın da kazısı devam ediyor. Seramik atölyesi yanında su sarnıcı ve kil bloklarını canlı tutmak için kullanılan kil dinlendirme havuzu olduğuna inandığımız kalıntılara da ulaşıldı. Şu anki kazılardaki buluntulara göre bu sonuca vardım. Yaklaşık dört yıl daha devam etmesi beklenen kazıda sınırlar aşağı yukarı belirlenmiş durumda.
Tüm Destek Merit Oteller Grubu’ndan…
Yaşanan tüm bu sıkıntılara karşı Merit Oteller grubu başka otellere de örnek olacak bir adım attı. Lambusa kazısının devam etmesine olanak sağlamakla birlikte maddi olarak da katkı koymaya devam ediyor.
Varlığından bile bizleri haberdar etmeden yıkıp geçebilecekleri bu alanda şimdi bir tarih ortaya çıkıyor. Kazılar devam ederken tüm olanaklar otel tarafından sağlanıyor.
Lambousa Hak Ettiği Değeri Görmüyor
Gerek tarih anlatılırken gerekse turizme dair broşür ve tanıtımlarda ne üzücü ki Lambousa hep ikinci planda kalıyor…
Doğrudur. Lambousa’nın büyük bir kısmının askeri bölge içinde olması Soli veya Salamis gibi görkemli kalıntıların fazla kalmamış olması şehrin ziyaretini zorlaştırıyor. Önemli bir uygarlık olan bu alan tamamen Eski Eserlere devredilmeli ve Lambousa bütünüyle ziyarete açılmalıdır. Bunun yanında sistemli olarak arkeolojik kazıların devamı da sağlanmalıdır. Böylece yeni yapılar da gün yüzüne çıkarılabilecektir.
KKTC’de Sistemli Kazıların Yapılması Sağlanmalı
KKTC’de her şeyin zor olduğu gibi sistemli ve düzgün kazılar yapmak da çok zor. Kıbrıslı Rumların lobi çalışmaları da burada etkili oluyor. Her konuda olduğu gibi tanınmamamız arkeoloji alanında da sorun yaratıyor. Edizer de bu konuda bizimle hemfikir.
Geçmişte ülke topraklarından çıkarılan pek çok eser yurt dışında sergileniyor. Lambousa’dan çıkarılan eserler de İngiltere, Fransa, Amerika ve Güney Kıbrıs’ta sergileniyor. Oysa UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası yasalarına göre tarihi eserler nerede çıkarıldıysa orada sergilenmeli. Ancak bu kural bizim için geçerli değil. Yıllardır arkeoloji müzesi için uğraş veriyoruz. Bu büyük eksikliktir. Depolarda bekleyen binlerce arkeolojik eserimiz var. Lefkoşa’ya yapılacak büyük bir arkeoloji müzesi hem adamıza gelecek olan turistlerin ilgisini çekecek hem de yıllardır depolarda bekleyen tarihi eserleri meraklılarının ziyaretine açacaktır. Üzülerek söylüyorum ki ülkedeki tek arkeoloji fakültesi de kapatıldı. Zaten mezun olan meslektaşlarım farklı alanlarda çalışmak zorunda kaldı. 2000 yılından bu yana arkeolog kadrosuna ihtiyaç duyulmasına rağmen istihdam yapılamıyor. Arkeoloji laboratuarı için gerekli tüm alt yapı mevcutken çalışacak uzman arkeolog bulunamıyor. En erken zamanda sağlanacak finansmanlarla Eski Eserler Dairesini güçlendirip gerek arkeolojik kazılar gerekse de var olan kültürel mirasların restorasyonu için kaynak sağlanmalı, ülke turizmine katkı konmalıdır.