1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Paşa: “Savaşların nedeni halkı kontrol altına almak”
Paşa: “Savaşların nedeni halkı kontrol altına almak”

Paşa: “Savaşların nedeni halkı kontrol altına almak”

Paşa: “Savaşların nedeni halkı kontrol altına almak”

A+A-

Serkan SOYALAN

Son dönemde coğrafyamızda ardarda yaşanan ve yüreklerimizde yaralar açan, sığınmacı dramlarını Mülteci Hakları Derneği Hukukçusu Faika Deniz Paşa ile konuştuk.
Paşa konuşmasında “ülkemizdeki duyarlı vatandaşların, ülkemizde bulunan mültecilere, temel ihtiyaçlarının karşılanması için bağışta bulunabileceklerini” vurguladı.

Söyleşimize sığınmacı, göçmen ve mülteci tabirlerinin açıklamasını yaparak başlayalım?
Göçmen, sığınmacı ve mülteci sıkça birbirine karıştırılan kavramlar olduğundan tanımlarla başlamamız bence de yararlı olacaktır.
Öncelikle mülteci kavramının uluslararası hukukta özel ve belirli bir tanımı olduğunu belirtmek gerek. Buna göre bir kişinin mülteci olması için ya 1951 Mültecilerin Statüsüne Dair Sözleşme kapsamında tanımı yapılan kriterlere uyan kişi ya da yaygın ve ayrım gözetmeyen şiddet koşullarından dolayı ülkelerinden kaçan kişilerdir, ikincisine örnek olarak Suriye’deki mevcut durum gösterilebilir. 1951 Sözleşmesi’nde de mülteci kavramı ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan kişi olarak tanımlanmıştır. Yani bu tabire göre bir kişinin mülteci olması için kişi, vatandaşı olduğu ülkenin dışında olmalıdır; ülkesine zulme uğrama korkusu ile geri dönememektedir,  bu korkusu gerçekçidir, zulüm tehdidi tanımda belirtilen beş sebepten dolayıdır, ülkesinde kendi devletinden koruma bulamama, bu korumadan yararlanamama durumu söz konusu olmalıdır.

Sığınmacı ise mülteci statüsü almaya yönelik başvurusu bulunan, fakat bu başvurusu henüz karara bağlanmamış kişiler için kullanılır. Sığınmacılar ile ilgili önemli olan husus; bu statünün geçici olması ve mülteci statüsü tanınmasıyla birlikte, bu statünün ülkeden dışarı adım attığı andan itibaren geçerli olduğunun kabul edilmesidir. Bir diğer ifadeyle mülteci statüsü -hukuki anlamda- geriye yürüyen bir kavramdır. Bu sebeple de sığınmacılara, mültecilere tanınan geldikleri ülkelere geri gönderilmeme gibi hakların ve temel bazı diğer hakların tanınması gerekir. Ne de olsa her mülteci ilk başta sığınmacıdır!
Göçmenler ise zulme uğrayacakları korkusu veya savaşların, çatışmaların varlığından ötürü değil, diğer nedenlerle, genellikle de ekonomik nedenlerle ülkelerinden ayrılan bireylerdir. Göçmenlerle mültecilerin arasındaki en büyük fark ülkelerinin korumasından yararlanmaya devam edebilmeleridir.
Elbette bu tanımları burada açıklarken, bahsettiğimiz beş sebebin dışında kalarak mülteci statüsüne uymayan göçmenlerin, savaştan ve zulümden dolayı değil de daha iyi bir hayat için başka ülkelere seyahat etmek istemelerinin meşru olmadığını söylemiyoruz. Ancak mülteciler ile ilgili özel hukuki düzenleme olmasının nedenlerinin altını çiziyoruz.

“SAVAŞLAR PARÇALANMIŞ ÜLKELERDE”

Son dönemde coğrafyamızda yaşanan gelişmeler, başta Suriyeliler olmak üzere, çok sayıda insanı yerinden etti. Bölgemizde yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugün coğrafyamızda karşı karşıya olduğumuz ‘mülteci krizi’nin başlıca nedeni Irak ve Suriye’deki savaş. Irak ve Suriye’deki savaş, bugün itibariyle Avrupa’daki Birinci Dünya Savaşı kadar uzun bir süredir var ve yakın bir gelecekte sonlanacak gibi değil.
Suriye’de demokratik talepleri olan bir ayaklanma kanlı bir iç savaşa dönüştü. 4 milyonu ülke dışında olmak üzere yaklaşık 23 milyondan fazla insan yerinden edildi. Irak’ta ise 3 milyon insan evlerinden kaçmak zorunda kaldı ve sayıları gitgide artmakta.
Tabii yaşanan göçün boyutu bugün değişen savaş yapma şekilleri ile de ilintili. Bugünün savaşları genellikle zayıf ya da parçalanmış ülkelerde ortaya çıkıyor, karşılıklı ordular tarafından değil, düzensiz güçler tarafından yapılıyor ve amaç bir bölgenin kontrolünden ziyade halkın kontrol altına alınması olduğundan siviller daha da çok hedef alınıyor.

Örneğin Aylan bebeğin kaçtığı yer olan Kobanê. Kobanê Eylül 2014’den Ocak 2015’e kadar IŞİD kuşatması altındaydı. Sonrasında Suriye’deki halkın öz savunma güçleri tarafından kurtarılsa da, hala daha yaşanabilir bir yer olmaktan çok uzakta. Şehir yıkıntı halinde. Birçok yerinde hale daha patlamamış mayınlar, IŞİD’in yerleştirdiği patlayıcılı tuzaklar saklı. Temiz su ve elektrik yok. Ürünler, hayvanlar kuşatma sırasında yağmalandığı veya yok edildiği için yiyecek yok. Tıbbi malzeme yok. Bir diğer yandan uluslararası toplum insancıl yardım koridoru açılması ile ilgili bir irade koymuyor…

“HALK DUYARLI, YETKİLİLER MAALESEF DEĞİL”

Aylan bebeğin cesedinin sahile vurması, yüreklerde büyük acıyla izlenirken, bu sadece buzdağının görülen kısmı aslında. Ülkemizde sığınmacılar, göçmenler ve mülteciler konusunda farkındalık ne boyuttadır?
Yakın geçmişinde zorunlu iç ve dış göç deneyimi olan halkımızın mültecilerle ilgili, özellikle de ihtiyaçların karşılanması, burada olan kişilerin insanca yaşayabilmeleri gibi konularda duyarlı olduğunu düşünüyorum. Bunun en açık kanıtı şu anda yaşanan, ilk etapta bizim çağrımız olmamasına rağmen, Aylan bebeğin kıyıya vuran bedeninin görüntülerinin ardından halkımızın kendi kendine bir kampanya örgütlemesidir.

Ancak yetkililerin aynı duyarlılığa sahip olduğunu söylemek maalesef mümkün değil. Sınır politikalarımız oldukça sorunlu. Bugün mültecileri, başvurularını değerlendirmeden geri göndermeme ilkesi uluslararası toplum tarafından istisnasız olarak benimsenen bir ilkedir. Ancak bizim ülkemizde sistematik olarak ihlal edilmekte. Hemen hemen her gün burada hayatını kurmak amacıyla ya da Kıbrıs’ın güneyine geçip oradaki ailelerine ya da sığınma mekanizmasına ulaşmak amacıyla ülkemize giriş yapmaya çalışan Suriye’den veya dünyanın başka yerlerinden birçok mülteci Ercan’dan, Girne Limanı’ndan geri gönderilmekteler. Yani bir nevi savaşın içinde yaşayın denmekte ya da Aylan bebeğin ölümüne neden olan güvensiz yollara düşün denmektedir.

Bir diğer yandan ise ülkemizde kendi görev ve yetki alanları içerisinde sorumluluk alan kurumlar da var. Bunların başında Sağlık Bakanlığı ve Çalışma Dairesi gelmekte. Bizim ülkemizde mültecilere dair bir yasa veya mekanizma olmamasından ötürü mülteciler, uluslararası korunma taleplerini Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (BMMYK) iletiyorlar. Keza derneğimizin de en büyük destekçisi bu uluslararası kurumdur.  Sağlık Bakanlığı ve Çalışma Dairesi gibi kurumların yetkililerince BMMYK tarafından belge verilen kişilere sağlık, çalışma ve eğitim alanında uygulanan politikalar insan haklarını gözeten niteliktedir.

Mülteciler konusunda yasal düzenleme ne diyor?
Yerel hukukun parçası olan yani mecliste onaylanmış veya Anayasa’nın geçici maddesi altında yürürlükte olan ve mültecilere dair zülüm görecekleri yere geri göndermeme, yasadışı girişlerinden dolayı cezalandırmama ve diğer temel haklarını düzenleyen uluslararası sözleşmeler var. Örneğin Mültecilerin Statüsüne İlişkin 1951 Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, İşkence ve Diğer Zalimce, İnsanlık dışı veya Onur Kırıcı Davranış veya Cezalandırmalara Karşı Sözleşme, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme.
Ancak mevcut yerel yasal düzenleme mültecilerle ilgili hiçbir şey demiyor. Temel sorun da bu!

******************************************

“VATANDAŞLAR BAĞIŞTA BULUNABİLİR”

Konu ile ilgili duyarlı vatandaşlar ne gibi yardımlarda bulunabilir?
Konu ile ilgili vatandaşlar ilk olarak, ülkemizde bulunan mültecilere, en azından bize kayıtlı olanlara bizim aracılığımızla, kendilerine yetene kadar, temel ihtiyaçlarının karşılanması için bağışta bulunabilirler.
Bunun yanı sıra hem uluslararası hukuk, hem de insani açıdan büyük önem taşıyan Muhaceret Yasası’nda yapılması önerilen değişikliklerin en kısa sürede yasallaşması için hem bireysel hem de parçası oldukları sivil toplum örgütleri veya siyasi partiler vasıtasıyla bir irade ortaya koyabilirler. Mültecilerin temel hakkını garanti altına alan sözleşmeler Kıbrıs’ın kuzeyinde iç hukukun parçasıdır. Ancak, az önce belirttiğimiz gibi bunların gerekleri birçok durumda Kıbrıslı Türk yetkililer tarafından maalesef gözetilmemektedir.

“MEDYA ÇOK DİKKATLİ OLMALI”

Bu konuda basın yayın organlarına da büyük görev düşmektedir. Nelere dikkat edilmeli?
Medyaya büyük görev düştüğü doğrudur. Çünkü medya, bilgiyi yaymada ve hangi bilginin önemli olduğunu belirlemede önemli bir aktördür. Özellikle de gerçeği yansıttığı iddiasında olan haber yayın organları için bu daha da büyük bir oranda geçerlidir. Bu nedenle de mültecilerle ilgili toplumun algı ve davranışlarını şekillendirmede payı büyüktür. Dolayısıyla konuları hem ifade şekillerini seçerken medya dikkatli davranmalıdır. Bunu açacak olursak, örneğin ülkemizdeki basın yayın organları bu coğrafyaya yolu düşen mültecileri yalnızca yasadışı giriş yaptıklarında, yargılanıp hapsedildiklerinde haber konusu yapmaktadır. Mahkeme koridorlarında elleri kelepçeli fotoğraflarını kullanırlar. Ancak bu haberlere konu olan bu işlemin uluslararası kurallara ve insan haklarına aykırı olduğundan bahsetmezler.

Başlıklarda ise ‘kaçak göçmenler yakalandı’ tabirleri kullanılır. Oysa insan sigara mıdır, mal mıdır ki kaçağı olsun? Olsa olsa muhaceret kurallarını ihlal etmiştir girerken... E savaştan kaçan bireye de “aman pasaportunu çıkarmadan mı kaçtın dön çıkar da geri gel” denemez. Kaldı ki zaten mültecilerin haklarını düzenleyen anlaşmalara göre bu ceza unsuru değildir.

Tüm bu karışıklığın içerisinde halkın gözünde mültecilik; yasadışılık, hapis, ceza gibi kavramlar ile eş tutulan bir durum haline dönüşür.
Toparlayacak olursak medya, hem neyi haber yaptığına karar verirken hem de nasıl, hangi tabirleri kullanarak haber yaptığına karar verirken çok dikkatli olmalıdır.

Bu haber toplam 1458 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 232. Sayısı

Adres Kıbrıs 232. Sayısı