“Paslı anahtarlar, paslı kafalar...”
Leyla Kıralp
40 yıl sonra küçük tabutlarda bize verilen 40 yıl önce kaybettiğimiz yakınlarımızdı.
48 yıl önce canlıydılar. Konuşuyorlardı. Gülüyorlardı. Şarkı söylüyorlardı. Hayalleri vardı. Hepsinden önemlisi yaşamak istiyorlardı.
Onlardan bize kalan lime lime olmuş elbiselerinin ceplerindeki evlerimizin pas tutmuş anahtarlarıydı.
O küçük tabutların içinde kurşunlanmış, kırılmış, ufalanmış kemik parçalarında ölümün acı sessizliği vardı...
Oysa ki 48 sene önce yaşıyorlardı. Hayalleri vardı ve hayallerini şarkılarla anlatıyorlardı.
Sormadılar onlara ölmek isteyip istemediklerini.
Sormadılar onlara gelecekteki hayallerini. Sormadılar onlara çocuklarının, eşlerininin annelerinin hayatlarını nasıl sürdüreceklerini.
40 yıl koskoca kırk yıl hatta daha fazlası nasıl geçti?
Kolay mı geçti zannedildiği gibi. Kayıplar toprağın altında, kayıp yakınları toprağın üstünde fakat pas tutmuş kafalıların düzeninde.
Kapılarını çalan olmadı. Ellerinden tutan olmadı. Ancak güçlü olanlar kendilerine biçilen "Kurban" katagorisi dışında kalanlar ayakta kaldı.
40 yıl hatta fazlası geçti geçiyor. Küçük tabutlarda kurşunlanmış ufalanmış kemik parçaları.
Ve bu küçük tabutların bize verilen anahtarları...
Ne işe yarayacak ki bize verilen bu anahtarlar?
Ne işe yarayacak ki?
Yaşadıklarımızı geçmişe mi kilitleyeceğiz?
Yoksa daha iyi bir yaşam için geleceğin kilidini mi açacağız?
Ceplerinden çıkan paslı anahtarlar evlerinin anahtarı idi. Ki o anahtarlarla bir daha o kapılar hiç açılmadı .
Toprağın altında lime lime olan elbiselerin cebinde paslandı paslandı...
Tıpkı onların öldürülmesini, kayıp edilmelerini emreden o paslı kafaların hala daha paslanmalarını sürdürüyor olmaları gibi...
“Bosna-Hersek savaşı boşunaydı...”
Meryema Haliloviç
*** Kiselayak ile Visoko yakınlarındaki köylerden farklı etnik kökenlerden iki sıradan aile, savaş esnasında bir araya gelmişlerdi – bu, yalnızca hayatta kalma mücadelesinden ötürü değildi ya da büyük belirsizlikten ve bekleyişten, aynı zamanda savaşın boşuna oluşunu aşan insaniyetle bir araya gelmekti bu...
*** Gomionika ile Liyesevo köylerini bir tepe ayırıyor – bu da savaş esnasında pek çok insan için bir kurtuluş patikası demekti, bunlara Muyagiç ailesi de dahildi. Onlar Katolik Hırvatlar’a sığındılar ki onlar için etnisite, insaniyet için bir ölçü değildi... Bu iki aile, son ekmek kırıntılarını paylaştılar savaş esnasında...
*** Hırvatistan Savunma Konseyi’ne bağlı güçler, Kiselyak Belediyesi’nin bazı bölgelerinde sivil nüfusa karşı askeri bir saldırı başlattığında tarih 1993 yılının ilkbahar aylarıydı ve dört kişilik Muyagiç ailesi de, ağırlıkla Müslümanlar’ın yaşadığı köyleri olan Gomionika’dan ayrılmak zorunda kalmışlardı... “Hayatlarımızı kurtarmak için pek çok diğer aile gibi, biz de evimizi terketmek zorunda bırakılmıştık. Ailemizden kalan herşey alevler içerisindeydi... Bisikletim, kızkardeşimin kızağı, annemin çocukluğundan kalma dantel işlemeleri, fotoğraflarımız, hatıralarımız, Hırvat halkını koruma iddiasıyla bir günde yok edilmişti... Annem evi kilitlemişti ve anahtarı almıştı, bunu hatırlıyorum ve ondan sonra sık sık bundan söz edecektik” diyor Amela Muyagiç. Gomionika köyündeki evini annesi, babası ve kızkardeşiyle birlikte terketmek zorunda kaldığı o günlerde 13 yaşındaydı.
*** Sonrasında Visoko belediyesine bağlı Liyesevo köyünde üç kişilik Miskoviç ailesinin evine sığınacaklardı... “Onlar olmasaydı, sokakta kalacaktık ya da korkunç koşullarda kollektif bir alanda – bir başka deyişle toplama kamplarına benzeyen yerlerde... Hırvatlar bizi evimizden atmıştı ancak başka Hırvatlar bize evlerini açmış ve sığınmamızı sağlamıştı” diye anlatıyor Amela.
*** Bir sene boyunca muyagiç ailesi ile Miskovç ailesi yalnızca aynı evi paylaşmakla kalmadılar, aynı zamanda korkularını, kaygılarını ve savaşın getirdiği diğer belirsizlikleri de paylaştılar. Sonrasında Miskoviç ailesi aslında İsviçre’de yaşayan kardeşlerine ait olan bu evi, Muyagiç ailesine bırakacaktı... Her iki aile de bu ilişkilerinin herşeyden önce anormal bir dönemde bir normal olma durumu yarattığını söylüyor. Birbirlerine mümkün olduğunca yardım etmişlerdi...
*** “Başkalarına yardım etmek için tek motivasyon aslında kendi etrafımda yardıma ihtiyacı olanların bulunmasıydı. Ne karım, ne de ben “kim kimdir” diye bakmıyorduk hiçbir zaman, milliyetlerine ya da dinlerine bakmıyorduk. Bu, bizim için geçersizdi. Savaş esnasında mümkün olduğunca çok sayıda insana yardım etmeye çalıştık. Aynı şeyi gene yapardım. Muyagiç ailesiyle çok güzel birlikte yaşadık. Onları ailemin parçası sayıyorum. Çok iyi insanlardı ve savaştan sonra da dost olmayı sürdürdük. Savaş olduğu halde, bizim o dönemden güzel hatıralarımız vardır. Keşke herkes bizim gibi yaşasaydı ve bizim gibi geçinebilseydi” diye anlatıyor Nikola Miskoviç.
*** Nikola’nın eşi Ana da “İnsanlar savaşa ve savaşın getirdiği zorluklara o kadar çok alışmışlardı ki, bunlar hakkında şaka bile yapıyorlardı” diyor. “Çoğu zaman maslenika (tereyağlı bir hamur) ve helva yaptığımı hatırlıyorum Asifa ve Cemila ile birlikte. Birlikte kahve içtik, konuştuk, güldük. Bir keresinde Asifa bana kahve içerken, “Aman Ana, baksana, bize bak, sanki de savaş yokmuş gibiyiz” demişti...”
*** Miskoviç ailesi, evlerini terketmeyen ve Boşnak nüfusun ağırlıkta olduğu bir yerde yaşamayı sürdüren az sayıda insan arasındaydı. “Onlara yani Hırvatlar’a göre, Miskoviçler haindi, bizimkilere yani Boşnaklar’a göre de onlar bizdendi... Çoğu zaman buralardan askerler geçiyordu çünkü bu yol, cepheye giden yoldu, çoğunlukla aşağılayıcı şeyler söylüyorlar, ölüm tehditleri savuruyorlar, evi yakacaklarını söylüyorlardı... Burada kalmamızın bedeliydi bu – kafamızın üstünde bir ev vardı ancak buna karşılık biz de kimsenin onlara dokanmayacağının, uyurken evlerinin yakılmayacağının bir tür garantisini veriyorduk... Savaşın tuhaflıklarının gerçekten de sınırı yoktu” diye anlatıyor Amela.
*** O günlerde evde en küçük çocuk olan Amela, Miskoviç ailesiyle geçirdikleri günleri çok iyi hatırlıyor. Her gün herkesin tam olarak kaç dilim ekmek yemesi gerektiğini bildiğini hatırlıyor, geceleyin kızkardeşiyle birlikte gizlice mutfağa gidip daha ekmek aramalarını hatırlıyor. Belleğinde kalan bir diğer hatıra ise şöyle: “Amcam mucizevi biçimde Almanya’dan bir paket göndermişti. Sanırım ‘Kopmuş Bağlar’ diye bir radyo programı vardı ve bu program aracılığıyla yerimizi bulabilmişti. Pakette 24 tane çikolata vardı: 12 tanesi sütlü, 12 tanesi de fındıklı çikolataydı bunlar... O günlerde televizyonda bile çikolata göremiyorduk çünkü çoğunlukla zaten elektrik yoktu! Ah, 24 tane çikolata işte buradaydı – bu kadar çok mutluluğu tarif etmek imkansızdı! Ve şampu, gerçek şampu vardı – annemin kimbilir neleri karıştırarak yaptığı şampulardan değil, gerçek şampuydu bu! Amcam ayrıca gerçek dişmacunu da göndermişti bize, karbonat yerine dişlerimizi bununla fırçalayabilecektik! Ah, savaştan hatırlamak istediğim an budur işte!”
*** Amela’nın annesi Cemila Muyagiç ise onun için en zor şeyin, evlerinden ve kentlerinden uzakta olmak, sahip oldukları herşeyden yoksun bırakılmak olduğunu söylüyor... “Birbirimiz için korkuyorduk. Açlıktan korkuyorduk, isyanlardan korkuyorduk, kötü haberlerden korkuyorduk. Herşeyin artık bitmesini ve evimize canlı ve iyi olarak dönmenin düşünü kuruyorduk. Her halukarda hayatta ve sağlıklı olmayı başarmıştık ve en güzeli de iyi insanlarla birlikte yaşıyorduk...”
*** Bu iki ailenin öyküsü savaş esnasında dahi birlikte yaşamın varlığını gösteriyor... Savaşın anlamsız ve gereksiz olduğu konusunda birleşiyorlar ve bir insanın etnisitesi ya da dini nedeniyle tanımlanamayacağı üzerinde görüş birlikleri bulunuyor... “Sıradan, iyi insanlar bir savaş istemediler ancak kimse onlara fikirlerini sormadı ki” diyor her iki aile de... Öyküleri de, her savaşta kimliklerini ya da farklılıklarını düşünmeksizin birbirine yardım eden sıradan insanların gerçek kahramanlar olduğunu kanıtlıyor.
*** Bosna-Hersek savaşında eminiz ki pek çok anlatılmamış öykü vardır sıradan kahramanlarla ilgili – onlar için önemli olan tek şey, bir kişinin iyi bir insan olup olmadığıydı. Onların kahramanlıkları, nefrete ya da öfkeye kapılmadan en zor anlarda birbirlerine yardım etmelerinde yatıyor. Bizlere savaşın boşunalığını reddetmemiz, onun yerine sevginin dayanışmasından yana olmamız gerektiğini gösteriyorlar...
https://balkandiskurs.com/en/2022/02/08/the-futility-of-the-war-in-bih/
(BALKAN DİSKURS’ta Meryema Haliloviç’in 8.2.2022 tarihli yazısından derleyip özetle Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).