Paslı bir çivi gibi
“Ne kadar nüsübet, kişiliksiz, samimiyetsiz bunlar” dedi, eczacı kadın… Sabah sabah bir “ah” çekti, öylesine derin, anlatamam. Hani “karşıki dağlar yıkılır” derler ya… O dağlar üzerimize yıkıldı adeta… “Böylesi de hiç gelmedi” diye sürdürdü konuşmasını… Hükümeti niteliyordu ve evlatları, torunları için dertleniyordu. 60’lı yaşlardaydı sanırım, belki daha büyük.
“Biz neyse de… Bu çocuklar nasıl ev kuracaklar, nasıl iş yapacaklar, nasıl yaşayacaklar…”
Yıllar önce on binlerin meydanlara doluştuğu o büyük isyanda, en önemli sloganlardan biriydi: Çocuklarımız için!
O günün çocukları, şimdi büyüdü.
Şimdi kendi çocuklarına yanıyorlar.
***
Öğle saatlerinde bir mimarla buluştum.
Eylemimizi kutladı.
“Kendimizden çok çocuklarımız için endişeliyiz” dedi.
Özellikle de hiçbir siyasi partiyle doğrudan ilişkisi olmadığını anlatma gereği duydu.
O da hükümete dertlendi.
“Meclis TV’yi her izlediğimde şunu düşünüyorum, bu insanlar hiç mi okumuyorlar? Ne yasa biliyorlar, ne de dünya…”
Özellikle de şu sözleri dikkatimi çekti: “Tüm bu yaşananları, nasıl içlerine sindiriyor, nasıl hazmediyor, nasıl kabulleniyorlar.”
“Hayatımda hiçbir eyleme katılmadım ve eşimle bunu konuştum. Hep birlikte bağırmaz, hep birlikte yollara düşmezsek çocuklarımız aç kalacak.”
***
“Nasıl değiştireceğiz” dedi, cafedeki genç dostum…
“Neyi” diye sordum…
“Hayatlarımızı” dedi…
“Bilinçlendirecek, uyandıracak, örgütleyecek ve kötülüklere karşı sesimizi yükselteceğiz” diye anlatırken…
“Yorulmadınız mı be abi” dedi, sözümü bitirmeden…
Gözlerine baktım…
Paslı bir çivi gibi içime saplandı isyanı...
***
İnsan direnmekten yorulur mu?
Kirli çamaşırlar
“Ada'da üç ayda üç hükûmet yıkan Ankara sonunda aradığı başbakanı buldu.”
T24’te böyle giriş yaptı makalesine, çok sevdiğim meslektaşım, Türkiye’nin önemli gazetecilerinden Barçın Yinanç.
Dt. Ünal Üstel ya da Ulusal Birlik Partisi üyeleri bunu okudukları zaman nasıl bir mahcubiyet yaşıyorlar merak ediyorum. Türkiye medyası ve uluslararası basın çok daha fazla irdelemeye başladı, ada yarısında yaşananları…
İyi ki de öyle…
Demokrasi utancı ve irade yitimini deşifre etmek gerekiyor.
Kirli çamaşırlarınız artık Anadolu ipinde de dalgalanıyor ey UBP!
Ey Oktay, Çavuşoğlu, Erdoğan!
Kıbrıs’a dair ayıplarınız kolay kolay örtülmüyor!
***
Ne güzel de özetliyor, dünya aleme…
“Hükümet kurarken bakanlarla ilgili de icazet almak gerekiyor. Örneğin şahin cepheden Tahsin Ertuğruloğlu Şubat ayında kurulan hükümette dışişleri bakanlığına getirilmedi diye, Mart ayındaki Antalya Diplomasi Forumu'na KKTC'den sadece Ertuğruloğlu davet edildi. 9 Mart'ta Ertuğruloğlu dışişleri bakanlığına getirildikten sonra, KKTC başbakanına Antalya'ya gelme konusunda yeşil ışık yakıldı.”
***
Ne zaman “Ulusal” hükümetler göreve gelse, böylesine süklüm püklüm, Kıbrıslı Türklerin kurucu iradesi itibar kaybediyor.
“Eşit egemen”miş!
Ankara’nın kuklası bir yapılanmaya dünyada kim saygı gösterir?
Kendi geleceğine karar verme yetisi elinden alınmış bir kalabalığa dönüşürsünüz, böylesi bir zihniyetle…
***
“Türkiye'deki baskı rejimini KKTC'ye ihraç etmek isteyen Ankara'nın hevesi şimdilik kursağında kaldı” diyor Barçın…
Ah o hevesler!
Kıbrıs’ın kuzeyini “küçük Türkiye” yapma hırsı itmedi, bitmedi.
***
Çok yerinde bir saptama yapıyor Barçın Yinanç…
“KKTC'de siyaset hiçbir zaman Ankara'dan tam bağımsız şekilde yürütülmedi. AK Parti öncesinde de seçimler sırasında müdahaleler yaşandı. Ancak hiçbiri AK Parti'nin son dönemdeki hoyratlığı ve nobranlığı ile yarışamaz…”
Çünkü “KKTC”nin zemini çürük!
Darbe Türkiye’sinin adadaki “ayrılıkçı” tayfa ile ortak projesi “KKTC.”
“KKTC” bir kurgu!
Kıbrıs, ülke…
Anlayabilseler bunu keşke!
"Re Hasan! Bizi aynı toprak doğurdu. Neden kavga ediyoruz?"
(Etmiyoruz, ettiriyorlar!)