Pazar Sessizliği
Aslında politik gündemle pek ilgilenmem, takmam, bunun hakkında yazı da yazmam. Politika dışında hemen hemen her şeyle ilgilenir, bu konularda yazarım. Önce bunu bir söylemiş olayım.
Geçtiğimiz Pazar günü, hiç de alışık olmadığımız, mutlak bir sessizliğe
Aslında politik gündemle pek ilgilenmem, takmam, bunun hakkında yazı da yazmam. Politika dışında hemen hemen her şeyle ilgilenir, bu konularda yazarım. Önce bunu bir söylemiş olayım.
Geçtiğimiz Pazar günü, hiç de alışık olmadığımız, mutlak bir sessizliğe uyandık. Lefkoşa-Girne yolundan ve Gönyeli-Girne yolundan araba geçmiyordu. O kadar sessizdi ki ortalık, komşunun bahçesindeki çiçeğe durmuş yenidünya ağacına toplanan balarılarının vızıltısını bile duyduk. Karga bağırtıları motor sesi kadar gür geliyordu kulağımıza.
Normalde, Cuma ve Cumartesi etkinliklerinden veya arkadaşlarla pub muhabbetinden yorgun düşer, Pazar günlerini evde geçirmeye çalışırız. Pazar günü de evdeydik yine. Hava da inadına o kadar güzeldi ki, dışarda bahçe işleriyle uğraştık, komşularla lafladık, çocuklarla oynadık, vs.
Pazar günü ne köye ne şehre gittik; ne deniz kıyısına indik, ne dağa çıktık.
Cumartesi günkü Düşlem’in sınıf arkadaşlarından birinin doğum günü partisi, hemen sonrasındaki Puma’s-Ottoman’s rugby maçı (ki ilk rugby maçımdı) ve takip eden galibiyet partisi sonrasında bunu yapmaya mecalimiz yoktu zaten.
Evdeydik. Ön kapı da arka kapı da açıktı. Saklayacak bir şeyimiz yoktu.
Çocuklar bir heyecan bir heyecan bahçedeki balık mezarlığını kazdılar, ölü balıkları şimdi ne hale geldi diye görmek için. Hiçbir şey bulamadılar. Bahçenin her yanına sakladığımız sürprizlerle hazırladığımız ‘hazine avı’na ve sonrasında mutfaktan taşıma su ile çamurdan heykeller yapmaya daldılar, balıkları kısa sürede unuttular neyse ki.
Bahçedeki yediveren ekşi yine çiçek açmış. Dut ve narlar tamamen dökmüş yapraklarını. Kayısı daha direniyor. Ekşiliceler, adamotları, hindibalar her taraftan sökün etmiş bile.
Gazeteler de çıkmadı. Kötü haberler ulaşmadı bize. Gerilmedik, sinirimiz de bozulmadı, kafamız da. Hem, gazete işlerinde çalışanlar da top yekün tatil yaptılar ne güzel.
Çocuklar öğlen uykusuna yatınca, uzun zamandır izlemek istediğim ama izleyemediğim ‘Akamas’ filmini (Panikos DVD’sini yeni verdi daha) izledim en nihayet. (Gelecek hafta veya ondan sonraki hafta da bu filimle ilgili bir yazı yazmayı planlıyorum.)
Gün boyu, sadece cıvıl cıvıl çocuk ve onlara havlayan köpek sesleri duyuldu bizim mahallede.
Pazar günü her şeye zaman vardı. Sayıma bereket, çiftleşmeye niyeti olmayan birçok çift de çiftleşmiştir belki de.
Akşama da çocukları yıkadık, bitmemiş işlerimizi bitirdik ve ertesi gün için hazırlıklarımızı yaptık.
Bizimkiler dahil, mahallenin çocukları rahatça girip çıksın diye açık bıraktığımız sokak kapısındaki ‘sayım’ memurunu görünce şaşırmadım değil. Ve ‘sayılmak’ bir yandan koyduysa da bana, bir yandan hoşuma gitti. Keşke her yıl böyle sayım olsa. Yok, her ay, ayda bir olsun. Yok yok haftada bir olsun daha iyi. O zaman kazalar, hırsızlıklar, tecavüzler de azalacak eminim.
Beni, benim gibileri, bizi ‘sayma’larına gelince, saysalar ne saymasalar ne..! Ne gerek var ki artık !?!
Askerleri ve ailelerini saysınlar asıl. Buradaki sorunların gerçek kaynağı olan askerleri saysınlar önce, sonra sivilleri sayarlar.