1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Pek çok ölüm tehdidi aldım...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Pek çok ölüm tehdidi aldım...”

A+A-

Tony Angastiniodis, yeni kitabıyla ilgili POLİTİS gazetesinden Stavros Andoniu ile konuştu

 

Değerli arkadaşımız, Kıbrıslırum film yönetmeni, Muratağa-Atlılar-Sandallar katilamının yıllar önce belgesel filmini yapıp “Kanın sesi” başlıklı bir kitap yayınlamış olan Tony Angastiniodis, yeni kitabıyla ilgili POLİTİS gazetesinden Stavros Andoniu ile konuştu.

Biz de “google translate” yardımıyla bu röportajı okurlarımız için derleyip Türkçeleştirmeye çalıştık. Röportaj özetle şöyle:

***  “Tarihsel gerçekliğin en büyük düşmanı öncelikle korkudur” diyor Tony Angastiniodis röportajında... 2004 yılında Bay Angastiniodis, “Kanın Sesi – Selden’i Ararken” başlıklı bir belgesel film yapmıştı, bu belgeselde 14 Ağustos 1974’te Muratağa-Atlılar-Sandallar ve Dohni’de Kıbrıslıtürk sivillere karşı işlenen suçları belgeselleştirmişti... Bugün yeni bir kitap yayımladı, “Bir öyküyü anlatmak için bin tane ses gerek” başlığıyla ve bu kitapta belgesel filmi yayımlandıktan sonra yaşadıklarını aktarıyor, gözlenmesini, dinlenmesini ve almış olduğu ölüm tehditlerini...

***  “Kıbrıslırum milliyetçiler nasıl ki benim çalışmamı beğenmediyseler, Kıbrıslıtürk milliyetçiler de makalelerimi beğenmemişti” diye anlatıyor. Yeni kitabı, hakkında “Kitap bu suçların tarihiyle ilgilidir, aynı zamanda bu belgeselin yapılmasındaki maceralı süreci ve onu izleyen dönemi anlatıyor, bunu yaratan şahsın her iki toplumda ne tür davranışlara maruz kaldığını aktarıyor” diyor.

***  “Kitabın ikinci bölümünde 2006-2008 yıllarında Afika gazetesinde yayımlanmış makalelerimden seçmeler vardır” diyor. “Çoğu zaman ‘Biz da çok şey yaptık’ sözcüklerini duyarsınız ama bu ‘biz’ sözcüğü soyuttur, kitapta daha somuta dönüşüyor bu. Kim ne yaptı ve ne yapmaya çalıştılar? Bu suçlardan tüm Kıbrıslırum toplumu sorumlu değildir, nasıl ki Kıbrıslıtürk tarafının işlediği suçlardan tüm Kıbrıslıtürk toplumu sorumlu değilse... Kitapta ayrıca cunta askeri liderliğinin ‘Hefaestus’ adlı planlarından da söz ediyorum... Bu talimatlar darbe ve işgalden 2-3 ay önce ortaya konmuştu ve “Kıbrıslıtürk enklavlarını temizleme”ye yönelik net talimatlar vardı. Hatta bu talimatlarda, yakın köylerdeki nüfusun ve örgütlerin bu ortadan kaldırmalara katılabilmeleri için psikolojik olarka hazırlanmalarından da söz ediliyor. Bu suçların tarihinin ötesinde, okuyucu 2003 yılında barikatların açılmasıyla birlikte ortaya çıkan atmosferi, yeniden yakınlama çabalarını benim deneyimlerim aracılığıyla okuyabilecektir” diyor Tony Angastiniodis.

***  Tony Angastiniodis, “Bir toplumun suçlulukla dolu sırlarını açığa çıkarmak kolay mıdır bir yazar için? Bunun sonuçları yok mudur?” şeklindeki sorumuza da şöyle yanıt veriyor: “Bu kolay değildir, özellikle de Annan planının reddi ve o günlerde hakim olan atmosferi düşündüğünüzde ki günümüzde de bu atmosfer sanki geri geliyor. Pek çok ölüm tehdidi aldım ve günümüzde dahi, sosyal medyada kellemi isteyenler vardır. İzleme, dinleme, ölüm tehditleri vardı. O günlerde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olan Tasos Papadopulos, bana bu tehditlere karşı koruma sağlamak için önkoşul olarak belgeselimi geri çekmeyi önermişti. Takım elbiseliler evimizin dışına geliyor ve kendilerini hükümet yetkilileri olarak tanıtmaktan da çekinmiyorlardı. Okuyucu tüm bunları canlı biçimde tarif ettiğim şekliyle kitapta bulacaktır...”

***  “Kıbrıslıtürk milliyetçilerin suçlarıyla ilgili de yazdınız mı?” şeklindeki sorumuza ise Tony Angastiniodis şöyle yanıt veriyor: “Pek çok kişi beni Türkler’e alet olmakla suçluyor (Muratağa-Atlılar-Sandallar-Dohni) katliamlarını kayda geçtiğim için ve öteki tarafın işlediği suçlara atıfta bulunmamış olduğum için... Sanki de onca yıl boyunca 1974 ve Kıbrıslıtürk ve Türk şovenistlerin barbarlıklarına ilişkin belgeseller yapılmamış gibi... Beni hain diye suçlayacaklarına bu suçları işleyen EOKA-B’cileri suçlamalıydılar.  Ne yazık ki bu suçları işleyenler yeinden iktidardadır ve resmi söylemi denetlemektedir. Kitabın ikinci bölümünde Afrika’daki makalelerimde Kıbrıs’ta Türkler’in işlemiş olduğu suçlardan sık sık söz etmiş olduğumu okuyabilecektir okurlarımız. 2004 yılında Türkiye’de canlı bir televizyon programında da Kıbrıs’ta Türk askerlerinin tecavüzlerini kınamıştım... Nasıl ki Kıbrıslırum milliyetçiler çalışmamı beğenmediyse, Kıbrıslıtürk milliyetçiler de yazdıklarımı beğenmemişler ve bir keresinde Mağusa-Lefkoşa yolunda beni ve ailemi bir heneğe itmeye çalışmışlardı, biz bile bundan nasıl kurtulmuş olduğumuzu anlayamamıştık. Kıbrıslıtürkler Palekitre, Aşşa ve Siskilip’i öğrenmek zorundadırlar, nasıl ki Kıbrıslırumlar’ın da Muratağa-Atlılar-Sandalları’ı bilmek zorunda olması gibi... Ben de çalışmalarımla bunu yapmaya çalıştım...”

***  “Tarihsel gerçekliğin en büyük düşmanı kimdir?” sorumuza ise şöyle diyor Tony Angastinoidis: “Tarihsel gerçekliğin en büyük düşmanı öncelikle korkudur. Konuşma korkusudur çünkü suçlular hiçbir zaman mahkum edilmemişlerdir ve aramızda dolaşmaktadırlar... Kıbrıs sorununun çözümüne yardım etmek üzere düzinelerce iki toplumlu komite kurulmuş ancak hiçbir zaman bir Hakikat ve Yeniden Uzlaşma Komitesi kurulmamıştır. Bir çözüm düşünün ki Atlılar’da ailesi öldürülen Ali Faik ya da (gözünün önünde ailesi öldürülen) Harita Mandoles, ailelerini katledenlerle birlikte aynı mahallede oturuyor olsunlar... Bir kan davası başlayıncaya ve yeni bir kısır döngü yaratılıncaya kadar aradan kaç hafta geçmesi gerekecektir? İki toplumlu bir federasyonda güç dağılımı ve fonksiyonellik çevresinde konuşulan bir çözümden söz ediyoruz, sorunun bu yönünün tümüyle görmezden gelinmekte olduğu ve bu insanların nasıl birlikte yaşayacağının konuşulmadığı bir çözümden... Ben kitabımla toplumda bu diyaloğu provoke etmek istiyorum. Bugün, bu diyaloğu başlatmak ve tarihimizle yüzleşmek için iyi bir zamandır. Bizim buna ihtiyacımız vardır, evlatlarımızın da buna ihtiyacı vardır. Eğer tarihten ders çıkarmazsak, bunları tekrarlama riskimiz vardır. Seneler sonra duvarlarda ve stadyumlarda “EOKA-B gene vurdu” ya da “Çok yaşa Grivas” gibi sloganlar görülüyor... Öyleyse tarihsel gerçekliğin en büyük ikinci düşmanı ise farkında olmamaktır...”

***  Tony Angastoniodis’in kitabı 23 Haziran 2022’de Kıbrıs Gazeteciler Birliği merkezinde tanıtılacak...

https://politis.com.cy/politis-news/toni-agkastiniotis-gia-egklimata-soviniston-stin-kypro-dechthika-polles-apeiles-gia-ti-zoi-moy/?fbclid=IwAR2QXYTJZl0nRnllOonTEId95i5zl3Kxx_2SKnHRE5h6RGZphSCOuryFRx8

s1-382.jpg

(POLITIS – Stavros Andoniu – 5.6.2022)


BASINDAN GÜNCEL...

“Evlatlık verdiği kızıyla 80 yıl sonra ilk kez buluştu! Ölüm belgesini ararken...”-

İkinci Dünya Savaşı milyonların olduğu gibi Gerda Cole’un da hayatını alt üst etmişti. Mülteci olarak geldiği İngiltere’de doğan kızını evlatlık vermek zorunda kalmış ve derin bir acıyla yaşamını sürdürmüştü. 80 yıl sonra büyük buluşma gerçekleşti. Hem de hiç beklenmedik bir hikayenin sonucunda…

Gerda Cole doğumdan hemen sonra ismini koyduğu kızı hakkında çok az şey biliyordu. Kendisi 98 yaşında olan Gerda Cole, “Sonya” adını verdiği kızının hayatta olup olmadığından bile habersizdi. 1942’de henüz 18 yaşındayken yeni doğan kızını İngiltere’de yaşayan bir Alman çifte evlatlık vermek zorunda kalmıştı. Önce Avusturya’dan sonra Nazilerden kaçmayı başarmıştı ve İngiltere’de bir Yahudi mülteci olarak yaşıyordu…

“Onun için en adil olan sonuç buydu” diyor Gerda ve o dönem tek başına bir çocuk yetiştirmesinin imkansız olduğunu aktarıyor. Tek çocuktu ve ve annesi İkinci Dünya Savaşı’ndan sağ çıkmayı başarsa da babası Naziler tarafından öldürülmüştü.

Genç bir mülteci olarak Gerda Cole’un parası ve ucundan tutabileceği bir işi yoktu. Yeni ülkesine adapte olmaya çalışıyordu. Kızının hak ettiği hayatı ona sunamayacağını düşünüyordu. Bunun imkanı yoktu:

“Çok zordu. Daha iyi bir durumda olsaydım elbette kızımı büyütmeye çalışırdım”

1990’dan beri Toronto’da bir huzurevinde yaşamını sürdüren Gerda Cole, yıllar boyu kızının nasıl bir hayat sürdürdüğünü merak etti ancak kızına bakmayı kabul eden aileyle bir anlaşma yapmışlardı; kızıyla hiçbir şekilde iletişime geçmeyecekti. Gerda ayrıca Sonya’nın hayatına olumsuz etki etmekten de çekiniyordu. Belki de Sonya onu görmek bile istemeyecekti…

80 YIL SONRA KANADA’DA…

Perde 80 yıl sonra da olsa aralandı. Sonya elbette onu görmek istiyordu. 80 yaşındaki Sonya Grist, annesinin doğum gününde İngiltere’den Toronto’ya seyahat etti. Birbirlerini gördükleri anda hemen bağlandılar. İkisi de bu bağın altını çiziyordu. Aynı zamanda Gerda Cole, kader bu ya, daha sonraki evliliklerinde çocuk sahibi olmayı çok istese de Sonya’dan sonra hiç çocuk sahibi olamadı.

Aylar süren ve mutluluk gözyaşlarıyla süslenen sürpriz organizasyonun temelleri aslında yaklaşık bir sene önce atılmıştı. Sonya Grist’in oğlu Stephen Grist, İngiltere’den ayrılıp AB vatandaşlığı alabilmek için Avusturya köklerine ulaşmaya çalışıyordu. Sıradan bir bürokrasi işi olarak gördüğü tarama süreci köklerine ilişkin detaylara indikçe ilginç bir hal almaya başladı.

İkinci Dünya Savaşı’nda İngiltere sınırlı sayıda Yahudi mülteci almaktaydı. Gerda Cole, Kindertransport adı verilen ve Almanya’nın işgal ettiği bölgelerde yaşayan Yahudi çocukların ilticasını sağlamaya yönelik planın parçası olarak 1939’da İngiltere’ye gelmişti.

ÖLÜM BELGESİNİ ARARKEN…

Gerda’nın 55 yaşındaki torunu Stephen Grist, “Her gece o tavşan deliğine giriyor ve olağanüstü detaylar keşfediyordum” diye anlatıyor. Ancak Avusturya makamlarına iletmek üzere asıl aradığı şey Gerda’nın ölüm sertifikasıydı. Araştırmalarının sonunda Facebook’ta Gerda’nın üçüncü evliliğinden olan üvey oğluna ulaştı. Kendisini tanıttı ve ölüm belgesini sordu. Aldığı cevap, “Ölüm belgesini bulamazsın çünkü o hala yaşıyor” şeklindeydi.

Stephen şoke olmuştu. “Onun hayatta olabileceğini hiç düşünmemiştim” diyor ve annesine bunu söylemek için bir süre beklediğini ifade ediyor. Doğru zaman gelince bu bilgiyi öğrenen Sonya, “İlk tepkim hemen onu gidip görmek istemekti” diyor.

Sonya biyolojik annesiyle tanışmak için can atıyordu ancak Gerda’nın ve üvey çocuklarının çekinceleri vardı. Derininde böylesi bir ıstırap yatan buluşmayı Gerda kaldırabilecek miydi? Biraz zaman alsa da Gerda için kızıyla tanışacak olmanın heyecanı geçmişten gelen üzüntüsünü bastırır hale geldi.

Gerda Cole, “Çok fazla hata yaptım ama yine de beni aradı ve görmeye geldi. İnanılmaz” derken Sonya ise duygularını “Beni neden bırakmak zorunda kaldığını tamamen anlıyorum. Kötü düşünceler beslemiyor, kin taşımıyorum” şeklinde aktarıyordu.

‘MİDEM DÜĞÜMLENDİ…’

Huzurevi Gerda’nın doğum günü ve heyecan verici buluşma için büyük bir parti düzenlerken Sonya titrediğini anımsadığı karşılaşma anını “Midem düğümlendi. Benim için bir şok anıydı… Onu kucakladığım anda o bağı hissettim. Hala dünyaya inebilmiş değilim” diye anlatıyor.

Gerda ise mutluluk gözyaşları içinde “O benden bir parça… Kızımı yeniden görebilmek kesinlikle başıma gelen en iyi şey” diyor ve geri kalan ömründe kızını mümkün olduğu kadar çok görmek istediğini söylüyor:

“Bu noktada birlikte olmaktan daha çok istediğim bir şey yok.”

*Bu haberdeki bilgilerin büyük bir kısmı The Washington Post’ta “A Jewish teen put her baby up for adoption in WWII. They just reunited” başlıklı makaleden derlenmiştir.

s2-344.jpg

(AVLAREMOZ – 1.6.2022)

 

 

Bu yazı toplam 1456 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar