Peki ben konuşabilir miyim?
“Türkiye konuşur.
Yunanistan konuşur.
İngiltere konuşur.
Biz garantörüz.
Ama Fransa senin yetkin yok.
Sen konuşamazsın…”
***
Unutmadan, bir de Kıbrıs var.
Yetkimiz var mı?
“Konuşabilir miyiz” acaba yoksa parmak kaldırmak,
izin almak mı gerekiyor, usulca...
Kıbrıs’ın da ağzını açmak, dudağını büzmek,
sesini yükseltmek, geleceğini görmek gibi bir isteği var.
***
Ev sahibinin en önce konuşması gerektiği yerde,
nedense, en fazla da garantörler konuşuyor.
Hele bir “susmayı” deneseler...
Hele bir “dinlemeyi...”
Hele bir memleketin sahibine de gelse söz,
eylem, karar yetkisi...
***
“Mal sahibi” gibi konuşmak yerine...
Düş sahibine de bıraksalar sözü...
- “Sen konuşamazsın!”
***
“Buralı olmak” diye bir tanım vardır.
Kıbrıs’ı yurt bilmek.
“Kimlik” değil söz ettiğim!
“Kişilik” önce...
***
Kıbrıs’ı yurt biliyoruz biz.
En üst kimliğimiz bu.
Ve yarım’ız, yaralıyız.
Pek de ışıklı değil yarınımız.
Çünkü hayatımıza, irademize, nüfusumuza,
kimliğimize, demokrasimize, yaşam değerlerimize,
özgürlüklerimize sızıyorlar.
***
“Kıbrıs”ı yaşayacak yer kalmıyor.
İnsan, bir başka ülkede kendini yabancı hisseder,
mutlaka zordur.
Ama çok daha zoru var.
Hele de ada yarısında...
Kuzeyde...
İnsan kendi yurdunda kendini yabancı hissediyorsa...
Kendi evinde!
Kendi bahçesinde!
İçten içe çürüyor böylece...
***
“Türkiye konuşur.
Yunanistan konuşur.
İngiltere konuşur...”
Bir de Kıbrıs var.
Hele bir susunuz.
Kendi yarınımıza dair söz istiyoruz.
Konuşabilir miyiz?