'PERDE ARALIĞINDAN'
Tamamıyla, anılara, tanıklıklar ve belgelere dayanan “belge” nitelikli bir eser bu… Okunmalı… tartışılmalı… Ve her şey yerli yerine oturtulmalı…
İbrahim Aziz’in
“PERDE ARALIĞINDAN”
Geçmişe ait bir yarı karanlığın biraz daha aydınlatılacağı bir kitap daha düştü gündemimize: İbrahim Aziz’in yazdığı, anılara ve belgelere dayalı bir kitap: “Perde Aralığından.” 238 sayfalık kitap, Türkçe ve Rumca tercümeler halinde sunulmuş okuyucuya.
İbrahim Aziz’i pek çoğumuz sanırım bilir: Yıllardır, Kuzey’e, KKTC’ye girmesi kesinlikle yasaklanan bir Kıbrıslı Türk… Kitabın önsözünde, Rum Yazarlar Birliği Başkanı: Hristos Hacıpapas’ın kitap hakkındaki tanımıyla:
“Bu kitapta Derviş Ali Kavazoğlu’nun öyküsünü, olaylar ve kişisel tanıklıklar içinden, özellikle dost ve yoldaş Hristos Çattalos’un anlattıklarıyla gün ışığına çıkarıyor. Ayrıca, insanların karşılıklı olarak farklılıklarına saygılı olacağı, barış ve refah içinde yaşayacağı birleşik bir Kıbrıs hayalini anlatıyor.”
Yazarın kendisinin kitap konusundaki sunumunda altını çizdikleri ise:
“Bu kitapta, AKEL’in önde gelen Kıbrıslıtürk üyelerinin bilinmeyen çalışmalarıyla ilgili bazı ayrıntıları bulacaksınız. Arkadaşım – yoldaşım, Hristos Çattalos ile bu ayrıntıları ta gençlik yıllarımızdan geri, sır olarak yüreğimizde saklı tuttuk.
Bu ayrıntılar yaklaşık elli yıl önce, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında, bilincimize emanet olarak bırakılmıştı. Yüreklerimizde hep saklı tuttuğumuz ve bu günlere dek emanet olarak taşıdığımız bu sırrı artık sizlerle paylaşmamız gerektiğini düşündük…
(…) Bu kitapta, o dönemi yaşamış olan arkadaşlarla görüşerek, birinci el bilgileri ilk defa derlemiş bulunuyorum…
BELGELERE DAYANIYOR.
Tamamıyla, anılara, tanıklar ve belgelere dayanan bir eser bu. Bazı şeyleri, hatta pek çok şeyi paylaşır ya da paylaşmazsınız, kütüphanemizde olması gereken “belge nitelikli” bir eser.
Gelin içindekilere de bir göz atalım: Derviş Ali Kavazoğlu, Ayhan Hikmet, Ahmet Muzaffer Gürkan, Fasariya yoktur, Yaşasın Barış, Kavazoğlu’nun el yazısı, Hristos Çattalos’un Anlattıkları, İlişkilerimiz Nasıl İlerledi, “Bu akşam Doriforo’ya gidiyoruz”, Fuat Fegan, Gazete ve Parti için Temaslar, Partinin Kuruluşu, Cumhuiryet Gazetesi, Kuryelik Görevi, Adam’ın Öteki Yanı, General Gürsel’e Mektup, İki Avukat’ın Öldürülmesi, Kiremitlerde, ‘miyav miyav’ Diyen Ne?, Derviş’in Uluslararası Faaliyeti, Yaşasın Barış, Bilinmeyen Nasıl Ele verilebilir? Yüksek Öğrenim, Kötü Haber, Leonidas Pafitis’in Anlattıkları, Türkiye Başbakanı İnönü’ye Telgraf, Cumhurbaşkanı Makarios’a Telgraf, Tehdit: Alçak, Canının Cehenneme Gideceği Gün Yakındır…, D.A.Kavazoğlu’nun Doğum Belgesi, Ay Antoni Köy İhtiyar Heyeti Beyannamesi, Kavazoğlu’nun Pasaport Fotoğrafı, Andrea Fandi’nin Notu, Bayraktar ve Ömeriye Camilerine Bombalı saldırılar, Denktaş: Kardeşim Ayhan, TMT Terörü, Geçmişimizin Kuyuları, Son Söz Yerine, Şener Levent: Aynı Mezarda buluştu, Vuran da vurulan da…, Öldürme İçgüdüsünü Bastırsın Diye Tavuk Keserdi, Foto: Türk Eğitim Kulübü TEK üyeleri, Türk Eğitim Kulübü TEK Takımı… Ve, Önemli resimler…
YABANCILAŞMA
Kuşkusuz, her toplumun her kültürün, içinde barındığı, büyüttüğü.. Kimi zaman örtüp kimi zaman da ortaya koymakta direttiği geçmiş ‘toplumsal hayat kesitleri’ onların barındırdığı onca toplumdan saklanmış ‘yaşanmışlıklar’ var; Ama, zaman gelir ve öyle bir döker ki eteğindeki sırları…
Anlatandan sonra, bunları yaratanlar, yaşayan ve yaşatanlar öylesine bir ‘yabancılaşmaya’ girer ki!
Ve eğer, ‘yabancılaşma’, insanın tüm toplumsal, sosyal, ekonomik koşullar içinde yaşamını idame ettirmek adına, ‘kendi kendini gerçekleştiren özüne’ uzak düşmesine, yaşamının sorgulanmasına işaret eden bir kavram olarak birey, tüm bunlardan kendini dışsallaştırdığında… Ya da, bu durum süreç içerisinde kendiliğinden ortaya çıktığında; içine girdiği o ağır suçlu ve yabancılaşma sürecinden bir kaçış- kurtuluş ne derece mümkün olmaktadır?
Tüm bunlardan öte, birey ya da toplum kendi yaşamında “yabancı” olursa ne olur peki?
Onun için geçmişimize dair tüm acılar ve gizli tutulanlar gün ışığına çıkmalı... çıkarılmalı…
Bir anlamda: Bu kitap okunmalı… Tartışılmalı… Doğru ve yanlışlar tartışılarak… Her şey yerli yerine oturtulmalı…
KIBRIS’TA BİR KADIN… BİR HAYAT…
NERMİN
Geçmişte yaşanmış bir olaya, onu yaşayan kişiye – kişilere ulaşmak onu anlamak, değerlendirmek… Sonra, sabırla dinleyerek yaşananları “tarihe” mal etmek… Yani, “sözlü tarihe”, unutulmaya mahkum olanı… Tarihe ışık tutacak bir şekilde… O dönemi yaşayanların, anıları, yorum ve duyguları aracılığıyla bir “belge” olarak tarihe armağan etmek…
Özellikle de onları yaşamış ama artık anlatma zamanları çok az kalmış kişilerden, neler yaşadıklarını, hala neler hissettiklerini aktarmak, belgelemek…
Bir toplumun “sözel belleğini” yazılı belgeye dönüştürmek…
BİLGİ ve BELGE…
İtiraf edelim ki, bu anlamda çook çok gerilerdeyiz. Tüm belgelerimizi Osmanlı ve İngiliz Yönetimi giderken götürdüğü gibi ondan sonrası da taş üstüne taş koymadık…
Özellikle de tarih denince, akla resmi tarihten başka bir şeyin gelmediği ülkemizde… Geçmiş hayattan – bugünümüze dair kültürümüzle ilgili bilgi toparlamak konusunda… İnsanlar nasıl yaşamışlar, neler yapmışlar, bir solan yaprak gibi nereden nereye savrulmuşlar vb. konularında büyüğümüz-küçüğümüz, sorumlumuz (özellikle de onlar) – sorumsuzumuz hiç ama hiçbir gerçek “bilgi ve belgeye” katkı yapmamışlar… Aksine, akla hayale gelmeyen olgularla, her şeyin üzerine birer çarpı ya da silgi çekerek en büyük zararı vermişlerdir bize… Özellikle de “gençlerimize ve toplumumuzun geleceğine”
KIBRIS’TA BİR KADIN.. BİR HAYAT…
Çok uzun bir giriş oldu biliyorum ama bu konularda içim o kadar yanık ki- kimsenin umurunda olmayacağını bile bile – sayfalarca yazabilirim. Bunu, bir başka zamana bırakarak, bugünkü konuya geleyim: Öncelikle Arif Feridun’un: “Unutulmasın Diye” bir kitabının… sonra, beni çok sevindiren bir kitabın daha çıkması: “Kıbrıs’ta Bir Kadın… Kıbrıs’ta Bir Hayat… Nermin” yazarı, Ayşe Dilek Orhan… (Kaç yıldır, Kılbrıs’ta yaşayan bir yazar O…)
Bu kitabın, daha da ötesi Nermin Teyze’nin yaşadıklarının nasıl bir “anılar yumağı kitaba” dönüştüğünü, şöyle vurguluyor, Dilek Orhan:
“29 Temmuz 2009’da, Girne’de, Palmiye Özyalçın Sitesi’nin havuz başında, sitenin üzerine inşa edildiği arsaların sahibi ‘Nermin Teyze’ ile karşılaştık (…) Kendisinin dahi nasıl dayandığına şaşırdığını söylediği bir ‘hayat hikayesi’ olduğunu belirterek, “Artık çok yoruldum. Yüksek bir dağa çıkıp yaşadıklarımı, beynimdekileri anlata anlata, gerçek mekanıma su gibi akarak gitmek isterim…l”
(…) Yüzünde yaşanmışlıkların derin izlerini taşımasına karşın, ışıl ışıl bakan mavi gözleri ve pırıl pırıl belleğiyle, yaşadıklarını paylaşmaya çok hazır bir insanın bu isteğine duyarsız kalmam imkansızdı…”
***
Ve, kalmamış da yazar…
Nermin Teyze’yi, iki yıl beklettikten sonra 27 Ağustos 2010’da başladıkları çalışmaları sonunda kitaplaşarak Ağustos 2011’de okuyucuyla buluşmuş… Yani, bizlere kendi kültürümüzle ilgili geçmişimizden “tarihi” sayılacak bir belge sunmuş. Öncelikle ve özellikle de hem Nermin Hn. hem de Dilek Orhan’a çok teşekkür ederim toplumumuz adına… bir bakıma bize, “tarihe duygularla bakmanın” ne kadar önemli ve gerekli olduğunu gösterdikleri için… Ve belki, artık yıllardır hem belediyelerimiz hem de hükümetlerimizden ısrarla istediğimiz, “Sözlü Tarih Projesi”ni başlatmalarına bir vesile olur diye.
Çünkü,
Sözlü tarihin amacı olayların ne zaman olduğunu, kimin neyi, ne zaman yaptığını anlamak değil… Bunu, yazılı dökümanlardan daha iyi anlayabiliriz. Önemli olan: Onun nasıl hissedildiğini ve yaşandığını anlamak için, “sözlü tarih” çok önemli. Özellikle de “yaşlı kişilerin yaşam öyküleri” çok önemli birer tanıklık niteliğindedir. (Lütfen alın son çıkan, Arif Feridun’un, “Unutulmasın Diye” adlı kitabını ve bu tanımı aklınızda tutarak okuyun, göreceksiniz…)
***
Bir önemli nokta da, ‘ne yapacaklarını’ bilemez hale getirdiğimiz gençlerle de okuyun, paylaşın ve sonunda içeriğini tartışın… Onlarda bir merak uyandırın. Okumak, öğrenmek, paylaşmak ve sonunda “yazıya” geçirmek konusunda. (Bazı ileri ülkelerde, çok önemli bir görev yapılıyor: Genç insanların – öğrenciler de dahil – yazdıklarını kitaplaştırmak… Ürettiklerini sergilemek… Bunların gençlere inanılmayacak denli önemli teşvikleri var…)
“Küreselleşme” adı altında, ne olduğu pek belli olmayan toplumsal değerleri yıkıp geçen, sözde bir uygarlığın esiri olduk…
Tarihsel gerçekliğin, insan değerinin, siyasal ve sosyal dayanışmanın unutulduğu bir dönem yaşıyoruz. Böyle bir dönemde, “yazara” çok iş düşmektedir: Yaşadığı toplumun, siyasal, dinsel, sosyal koşullarını çok iyi bilmesi, çağını ülkesinin gerçeklerini iyi kavraması…
Bu açılardan bakıldığında da bu kitap önemi bir görev üstleniyor… XX. Yüzyılın ikinci yarısında Kıbrıslı Türk Toplumu’nun yaşadıklarının birincil ağızdan anlatılması… ki, yazarı Dilek Orhan’ın değindiği gibi:
“Korkunun kokusu olsa , Kıbrıs korku kokardı…”
***
Son söz olarak:
İşte dünümüzden – bugünümüze dair somut yaşantı ve veriler sunan bu kitabın hepimiz tarafından alınıp okunması gerek… daha da ötesi, paylaşılması… Ve, çok daha önemlisi, yazabilenlerin – yazması… “Ben yazamam” diyenlerin ise, “yazacak” birini bulup yazdırması… Bu yaşamsal şartı lütfen artık yerine getirelim…