“Planlarınızı anlatın, öğrenelim ve umutlanalım!”
Özel okul ücretlerine yönelik bir paylaşımı olmuştu, Tufan Erhürman'ın...
Yine kayıtsızlığa, yönetimsizliğe, duyarsızlığa, "hükümet" koltuğunda oturanların umursamaz ve iş bilmez hallerine isyan ediyordu.
Haklıydı.
Haber fotoğrafçısı kimliğiyle tanıdığımız, siyasete dair yansız duruş sergileyen, duyarlı bir yurtsever Gazi Yüksel’in bu paylaşımın altına yaptığı yorum dikkatimi çekti.
Hem dikkatimi çekti, hem de söyledikleri beni fazlaca düşündürdü.
Doğrusu, son dönemlerde kendim de benzer sorgulamaları yapıyordum.
Bir ülkede “polis operasyonları” ve “yargı kararları” umuda dönüşmüşse…
En fazla düşünmesi gereken siyaset kurumu olmalıydı sanırım…
***
Ne diyordu Gazi Yüksel dostumuz…
“Başkalarının yaptığı yanlışları sıradan bir yurttaş olarak biz de görüyor ve söylüyoruz. Önemli olan bunları tekrarlamak değil, siz yönetime gelirseniz ne yapacağınızı etraflıca anlatmanızdır. Her konuda planlarınızı anlatın, öğrenelim ve umutlanalım ya da unutalım. Söz vermekten çekiniyorsanız, söz verip yerine getiremeyeceğinizi düşünüyorsanız lütfen her gün boşuna nefes harcamayınız. Kalem kalem ne yapacağınızı insanımıza anlatınız. İhtiyacımız budur.”
***
Muhalefetin de dikkatini çekmeli bu beklenti, kaygı, talep, düşünce…
Özellikle de yeni dönemi kurmaya, bu ülkeyi dürüstlük, şeffaflık ve bilgiyle yönetmeye, adanın kuzeyini dönüştürmeye aday öncüler bunu çok iyi düşünmeli…
Özellikle de hükümete en yakın görünen Tufan hocam ve parti kadroları, bu haklı talebe yönelik toplantılar yapmalı, yol haritası belirlemeli, çözümlerini listelemeli…
***
Yaşadığımız onca kötülüğün, kirliliğin, yolsuzluğun tarifi yapılıyor her gün…
Gözler önünde yaşanıyor tümü…
Hep birlikte hayıflanıyor, dertleniyor, bağırıyoruz.
İşin aslı olup biteni herkes görüyor!
Tamam da “çözümleri” konuşmuyoruz.
***
Günlerdir “üniversite sayısının çokluğu” konuşuluyor.
Kirliğin önemli bir sebeplerinden biri de bu!
Ama kimse “biz geleceğiz ve bu üniversitelerin sayısı şu noktaya gelecek” demiyor.
“Fazla” deniyor ama “nasıl azalacak” anlatılmıyor.
Tıp Fakülteleri örneğin!
1 milyon nüfusa göre tıp fakültesi açılabileceği söyleniyor, buna karşılık, yeni dönemde, 8 tıp fakültesinin geleceği hakkında konuşulmuyor.
Sorunlar sıralanıyor ama yönetime aday olanlar kendi çözümlerini sunmuyor.
İnsanlar gerçekten de dinlemek ve “umutlanmak” istiyor.
***
Siyaset sahnesindeki oyun kurucuların da şöyle bir açmazı var, biliyorum.
Kimi “radikal” çözümlere ihtiyaç duyuluyor ve bunları anlatmak oy kazandırmıyor.
Hatta belki kaybettiriyor.
Statüko ile uyumlaşan ve bataklıktan beslenen geniş yığınlar var çünkü…
Mevcut kurulu düzenin ortakları epeyce fazla…
Tamam da “ne olursa olsun iktidar” değil sanırım hedef!
Ya da “böyle gelmiş böyle gitsin” ama daha temiz, tertipli, adaplı olsun, diye değil onca bağırma…
Üstelik “iktidar”ı konuşmak için irade, demokrasi, özgürlüklere yönelik sorunlarımızı da açıklıkla, cesaretle, kararlılıkla ortaya koymak gerekiyor.
Çünkü son dönemlerde her taşın altından “Büyükelçi” çıkıyor ve giderek “normalleşiyor” bu durum!
Bu anlayış da değişmeli…
Eğer kamu reformu olmayacaksa…
Kimi tepkilere rağmen ikna edilmeyecekse toplum…
Ercan Havaalanı ya da AKSA peşkeşine karşılık ne yapılacağı ortaya konmayacaksa…
Tarımda, eğitimde, sağlıkta formüller sıralanmayacaksa…
Sanayi bölgeleri yeniden düzenlenmeyecekse…
Siyasi atamalar değişmeyecek, istihdamlar tümüyle fırsat eşitliğine açılmayacaksa…
Yaşadığımız her sorunun gerçek çözümlerini cesaretle konuşmayacak, hangi kadroların, hangi yöntemlerle bunu başaracağını bilmeyeceksek, o zaman o özlü değişim de zor olacak.
***
Çok açıktır: Bu yönetim gidecek.
Öyle ya da böyle gidecek.
Tek bir insan evladının ağzından “bunlar tamam” dendiğini duymadım.
En yakınları dahil…
Gidecekler…
Asıl mesele “gelecek” olanların çözümlerini de anlatmaya başlamasıdır.
“Her konuda planlarınızı anlatın, öğrenelim ve umutlanalım!”
Avrupa’ya mı entegre olmak istiyoruz, Türkiye’ye mi?
Nereye “entegre” olmak istiyoruz?
Rol modelimiz kim?
Bu iki sorunun yanıtını çok daha açıklıkla vermeliyiz!
Biraz daha açık soralım.
Türkiye mi, Avrupa Birliği mi?
Üniversiteler sorununda gördüm ki çözüm olarak YÖK devreye alındı.
Huşu içerisinde kabullendik.
Türkiye’nin en tartışmalı kurumlarından biri, “Yüksek Öğretim Kurumu.”
O mu kurtaracak üniversitelerimizi?
Diploma garantisini de ‘TC Büyükelçisi’ veriyor!
Unutuyoruz, tartışmalı üniversitenin sahibi kendi ülkesinde vekil!
***
Her sorunun çözümünü Türkiye’den birilerinin denetimi, gözetimi, patronluğuna havale edeceksek… Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni de ülkeye taşıyalım… Hem “atama” başbakana da maaş ödemeyiz boşuna…
“Alt yönetim” anlayışı bu…
“Gel, bizi kurtar” tavrı…
Kurtula kurtula nasıl bir vasatlık ve iradesizlik içine sürüklendiğimiz görülmemiş gibi…
***
Yükseköğretimde Avrupa Kalite Güvence Birliği (European Association for Quality Assurance in Higher Education-ENQA) 2005 yılında “Avrupa Yükseköğretim Alanında Kalite Güvence İlke ve Standartları Raporu”nu yayınladı.
Israrla gündeme getirmiyoruz.
Kıbrıs adasında Avrupa Birliği üyesi yüz binden fazla Kıbrıslı Türk yaşıyor.
Hatırlatalım!
***
Yeniden soruyorum.
Nereye “entegre” olmak istiyoruz?
Rol modelimiz kim?
Türkiye mi, Avrupa Birliği mi?
Şöyle bir başımızı kaldırsak da baksak diyorum, kime benzemek istiyoruz.
"Asgari ücretliye otomatik hayat pahalılığı artışı”
Asgari Ücret Tespit Komisyonu'nda işçi kesimini temsil iddiasıyla yer alan Hür-İş Federasyonu Başkanı Ahmet Serdaroğlu, "Asgari ücretliye otomatik hayat pahalılığı artışı neden verilmiyor?" diye sordu.
Sebebi şu olabilir.
Çünkü "asgari ücretli"nin maaş çekleri Maliye'nin kasasından çıkmıyor!
***
Son dönemde alım gücünü korumak, kamusal sağlık ve eğitimi parasız olarak halka sunmak, kamuda ikinci iş haksızlığını sonlandırmak, yoksulların sırtından fon ve vergi yükü azaltmak gibi çözümlere yoğunlaşmayan, adeta maaşları "açık artırma"ya çıkarak çözüm ürettiğini zanneden zihniyetin yarattığı sonuçları görüyoruz.
Asgari ücret artıyor ama alım gücü azalıyor.
Asgari ücretle birlikte yabancı iş gücü artıyor özel sektörde...
İşsizlik ve göç büyüyor.
Pek çok nitelikli insan, kendi uzmanlıkları dışında, kamu görevine geçişiyor yapıyor.
Çünkü asgari ücrete yaklaşım “daha az insanla daha fazla iş”i körüklüyor.
***
Asgari ücret üzerinden en yüksek perdeden bağıranlar genelde maaşını Maliye'den alıyor tabii…
O maaşın karşılığı hazır!
İş garanti!
O işin ya da üretimin bir karşılığı varmış, yokmuş, önemli değil!
Maaş hangi gelirle ödeniyor, para nereden geliyor, nereye gidiyor, böyle bir dert yok.
Hatta şimdi bu yazılanlara bakarak, “vay, asgari ücretin artmasını da istemiyor” diyebilirler, rolleri tam olur.