POLİS NE İŞE YARAR?
Ayakta duracak hali yok.
Düştü düşecek, gözler kapanıyor.
Soruları algılamada güçlük yaşıyor.
Karşımda işlendiği iddia olunan suçla ilgili yeminli şahadet sunan polis memuruna soruyorum: “Kaç saattir uyumuyorsun?”
“72 saattir”
O polis, gece yarısı yargıçtan tutuklama ve arama emri almak için yola düşer, gelir kapınızı çalar, esas duruşta size olayın meydana geliş şeklini anlatır, imzalamak için size uzattığı belgenin ekinde eksiklerle dolu yemin belgesi de vardır, acil bir durum olmasına rağmen o yemini yazmak ve hazırlamak zorundadır.
O polis imzayı alır gider, siz uyurken o görev başında saat mevhumu gözetmeksizin suçlu yakalayacaktır.
O polis, yüksek yerden aldığı emri yerine getirmek için mahkeme salonunda kan ter içinde size tutukluluğun neden uzatılması gerektiğini anlatır. Kendisinin de inanmadığı ve aslında suçun oluşmadığını bilmesine rağmen sırf üstleri öyle emir verdiği için “görevini” yapmaktadır. Tutukluluk ve teminat duruşmalarında polisin zaman zaman akıl almaz talepleri karşısında Savcılığın da ısrarlı olmasına rağmen değişemeyen talepler vardır. O kişi mutlaka 5 gün daha tutuklu kalacaktır, çünkü ulaşılamayan deliller, daha alınacak ifadeler mevcuttur. Gerçeği öyle değildir bazen. İçeride o kişiyi tutuklu bırakmak, böylece yıldırmak, belki gönüllü ifade verir de soruşturma biter düşüncesiyle hareket edilir.
Polisin suçu ortaya çıkarmaya yeterli ehil personeli yoktur. Mahkemenin verdiği mazbataları dağıtacak sayıda personeli de yoktur. Adli olayları hızlıca çözecek, etkin soruşturma yapabilecek adli tıp kurumu da yoktur. Ancak çok kısıtlı bir çalışma alanı içerisinde sorma gir hanına dönen bu ülkenin tüm asayişinden sorumludur.
Sorumsuz, görevini kötüye kullanan, soruşturmayı yürütecek ehilde olmadığı için işkence yapan, zanlıları döven, aşağılayan, hakaret eden polisler de vardır. Her meslek grubunda olduğu gibi bu polisler de polis teşkilatının yüz karalarıdır.
Yargıçlık yaptığım süre zarfında zaman zaman basının da takip ettiği bazı olaylarda işkence yaptığı için veya görevini kötüye kullandığı, mahkeme emrini yerine getirmediği için talimat vererek açtırdığım soruşturmaların bugüne kadar sonuçlandığı duymadım. Kimi kime karşı soruşturacaksınız?
Poliste şeffaflık yoktur, poliste atamalarda, yükselmelerde, nakillerde adalet yoktur, iki dudak arasında emeğin çarçur edildiği, polisten de daha yüksek yerden gelen emirlerle yıllarca polisin her kademesinde görev ifa eden meslektaşlarını terörist ilan eden, onları işten atan, bazen görev yerini değiştiren, adeta sürgüne gönderen, ailevi durumunu hiçe sayan, zaten sorunlu olan aile birliğini düşünmeden nice ailenin çökmesine yol açan bir sisteme sahiptir bu teşkilat.
Sadece polis teşkilatında koltukta oturan isimlerin değişmesinin bir fayda sağlamadığını, gelenle gidenin uygulamalarının yıllardır aynı olduğunu görüyoruz. Çünkü gelenle gideni oraya seçen yine demokratik kurumlar değildir. Bu yüzden bugün yapılan tartışmalar yine sığ bir eksende yapılmaya devam ediyor.
Bu teşkilat adalet dağıttığını iddia ederken en fazla kendisine adaletsizlik yapandır.
Bu teşkilat emir kuludur, bundan dolayı da zan altındadır, bitmek bilmeyen bir yozlaşmanın içinde “yüksek yerden emirler” altında yönetilmektedir.
Yönetenler sivil değildir.
Polisin zaman zaman bazı askerlerin bağlantılı olduğu suç olaylarında suçu aydınlatma yönündeki “isteksizliği” de bundandır.
Bu ülkenin polis teşkilatı Lefkoşa’nın orta yerinde vurularak öldürülen Kutlu Adalı’nın katillerini bulmamıştır. Banka soygunları aydınlatılamamıştır, büyük miktarda ülkeye giren uyuşturucu bulunamazken, 1-2 gram için gençleri tutuklamaktadır, göstermelik işler yaparken aslında en fazla da bu topluma zarar vermektedir.
O polis, emir kuludur.
Sivil değildir, askeri otoriteye bağlıdır.
Bu ülkenin her kurumundaki yozlaşmadan en büyük payı maalesef polis teşkilatı almıştır.
Bugünlerde soygun olayı ile baş gösteren tartışmalar yeni değildir, hiç bir zaman da bitmeyecektir.
Kimler tarafından bu ülkenin ve dolayısıyla polis teşkilatının yönetildiğini anlamak istiyorsak, bu ülkenin insanları eylem yaparken onlara kamu yolunu kapatan polis kuvvetleri ile gazeteyi taşlayanları sadece kameraya alan polis “kuvvetsizliği”ne bakmamız yeterlidir.
Sivil otoriteler tarafından yönetilemeyen hiç bir kurumda demokratik hukuk devleti veya hukukun üstünlüğü veya memleket gailesi beklenemez.
Sorunun temelini anladığımız vakit, evet yüzleşmemiz gerek, o zaman polis teşkilatının büyük suçlarla neden etkin mücadele edemediğini, diğer erklerin neden bu yönde isteksiz davrandıklarını (örneğin muhaceret konularında hükümetlerin), kendi personeline yaptığı haksızlıkları, bu ülkenin gailesi dışında neden başka odakları ve yüksek yerden gelen emirleri dinlediğini çözeceğiz.
Aksi durum ölü gözünden yaş beklemektir.
İşin özeti budur.
Tüm zorluklarına rağmen mesleğini onuruyla yapan, haksızlıklar karşısında yine de görevini sabırla, layıkı ile yerine getirmeye çalışan polis memurlarını da unutmayalım.
Çünkü bugün bu ülkede “polis” varsa, sadece onlar var.
Diğerleri yok.