1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. POLİTİS: “Yunanistan, kayıplarla ilgili bilgiler içeren Kıbrıslırum Milli Muhafız Ordusu’nun 1974 arşivlerini Kıbrıs’a iade etmiyor...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

POLİTİS: “Yunanistan, kayıplarla ilgili bilgiler içeren Kıbrıslırum Milli Muhafız Ordusu’nun 1974 arşivlerini Kıbrıs’a iade etmiyor...”

A+A-

POLİTİS gazetesi, Yunanistan yetkililerinin kayıplarla ilgili bilgiler içeren bazı dosyaları Kıbrıs’a vermediğini yazdı...
POLİTİS gazetesinden Mihail Hacıstilyanu’nun 17 Eylül 2024 tarihinde yayımlanan haberini okurlarımız için “google translate”i kullanarak özetle derledik.
Haberde “Türk işgali esnasında alınmış olan yüzlerce subay ve askerin ifadelerinden oluşan arşivlerin, yasadışı biçimde Atina’ya transfer edilmiş olduğu” ve Kıbrıs’ın taleplerine karşın, Yunan ordusu uhdesinde tutulan bu arşivlerin, Kıbrıs’a verilmediği belirtiliyor.  

“ATİNA ARŞİVLERİ GERİ VERMİYOR...”
Bu arşivlerin “Son derece gizli” ibaresiyle tasniflendirilmiş olduğuna dikkat çeken gazete, “Atina, bu arşivi Kıbrıs Cumhuriyeti yetkililerine vermeyi reddetmektedir” diye yazıyor. 
Politis gazetesinin elde ettiği bilgilere göre, Yunan ordusunun elindeki bu arşivde düzinelerce rapor, birliklerle ilgili günlük notlar ve gerek Kıbrıslırum, gerekse Yunan subaylar ve askerlerin birinci ve ikinci harekat esnasında yaşanmış olanlarla ilgili tanıklıkları bulunuyor. 

“KAYIPLARLA İLGİLİ ÖNEMLİ BİLGİLER İÇERİYOR...”
Politis gazetesinin elde ettiği bilgilere göre, bu arşivde hem Kıbrıslırum, hem de Yunan kayıplarla ilgili önemli bilgiler bulunuyor, bunların nasıl “kayıp” oldukları, en son kimlerin onları nerede gördüğüne dair bilgiler var. Politis gazetesi, “Eğer sözkonusu bilgiler Kıbrıs Cumhuriyeti ve Kayıp Şahıslar Komitesi’nin elinde olmuş olsaydı, bu bilgilerle toplu mezarlar bulunabilir ve kayıp olan insanlarımızın akıbeti belirlenebilirdi” diye yazıyor. 
Gazete bu haberin yayımlanmasından birkaç gün önce Kayıp Şahıslar Komitesi’nin Kıbrıs Cumhuriyeti parlamentosu’na verdiği bilgilere dayanarak halen 754 Kıbrıslırum ve 197 Kıbrıslıtürk’ün hala “kayıp” olduğuna dikkati çekiyor. Gazete bu bilgilere dayanarak 1974’te Kıbrıs’ta ölen 99 Yunan askeri ve subayı vardı, 77 de “kayıp” Yunan askeri vardı ki bunlardan 30’undan geride kalanlar bulunup kimliklendirilebilindi.

“ARŞİVİ YUNAN ASKERİ YETKİLİ ALIP GÖTÜRDÜ...”
Gazete, sözkonusu arşivin Atina’ya üst düzey bir Yunan askeri yetkilisi tarafından yasadışı biçimde götürüldüğüne dikkat çekerek “Bu arşivler bizim yurdumuzun tarihinin bir parçasıdır, yayımlanmalıdırlar. Bunun yerine, Atina’da gizleniyorlar” diye yazıyor. 

HACIPANDELA’DAN KOMBOS’A MEKTUP... 
Gazeteye göre, DİSİ’den Avrupa Parlamentosu’na milletvekili seçilen Mihalis Hacıpandela, 30 Ağustos 2024 tarihinde Kıbrıslırum Dışişleri Bakanı Konstantinos Kombos’a bir mektup yazarak bu arşivlerin Yunanistan tarafından Kıbrıs Cumhuriyeti’ne neden verilmediğinin gerekçelerini sorunca, bu konu gündeme gelmiş.  
Hacıpandela, mektubunda, “Kıbrıs’ın Türkiye tarafından işgalinden 50 sene sonra, kayıp şahıslar konusu hala açık bir yaradır. Kayıp yakınlarının acısı zamanla dinmedi, sevdiklerinin akıbetine dair soruları hala yanıtsız durumdadır” diye yazmış. 

“ARŞİV GERİ ALINMALI...”
Hacıpandela mektubunda şunlara dikkati çekmiş:
“Gerek kayıp yakınlarıyla, gerekse Kayıp Şahıslar Komitesi temsilcileriyle yapmış olduğum görüşmelerde, (Kıbrıslırum) Milli Muhafız Ordusu’nun 1974 işgal dönemine dair birliklerin günlük kayıtlarını içeren arşivlerinin, Atina’daki Askeri Tarih Başkanlığı’na transfer edilmiş olduğunu öğrendim. Biliyorum ki bu dosyaları geri almak için çaba sarfedildi. İnanıyorum ki bu arşivlerin Kıbrıs’a transfer edilmesi son derece büyük önem taşımaktadır çünkü kayıp şahıslarla ilgili yaşanan dramın çözülmesine katkıda bulunabilirler. Bu dosyaların Kıbrıs’a neden transfer edilmediği hakkında lütfen bana bilgi veriniz...”
Gazeteye göre, Hacipandela, Atina’nın Kıbrıslırum Milli Muhafız Ordusu arşivlerinin neden Kıbrıs’a transfer etmediği hakkında bugüne kadar Kıbrıslırum Dışişleri Bakanlığı’ndan herhangi bir yanıt almamış... 

“SON 20 SENEDİR SONUÇ ALINAMADI...”
Gazete, Kıbrıslırum Milli Muhafızı arşivlerinin Kıbrıs’a iadesi hakkında son 20 seneden bu yana tüm düzeylerde, hatta Kıbrıs Cumhuriyeti ile Yunanistan gizli servisleri düzeyinde dahi düzinelerce toplantı yapıldığını ancak herhangi bir sonuç alınamadığını da yazıyor. 
Gazete, Atina’yı Kıbrıslırum Milli Muhafız Ordusu arşivlerinin geri verilmesine onay vermeyişinin ardında bazı kaygıların yattığını öğrendiklerini, bu kaygılar arasında özellikle Yunan ve Kıbrıslırum subaylarının 1974’te oynamış oldukları rollerle ilgili ifadelerin bulunması olduğunu yazıyor. Gazete, “İşin özeti, sözkonusu subayların isimlerinin kamuoyunda açığa çıkmasını istemiyorlar” diyor. 
Gazeteye bilgi veren aynı kaynağa göre, birkaç kez Yunan savunma bakanları, Kıbrıs Cumhuriyeti savunma bakanlarına tartışma konusu olan arşivlerin Kıbrıs'a verileceği yönünde güvence vermiş oldukları halde, her zaman engeller ortaya çıkmış. 
Geçmişte dışişleri bakanları düzeyinde de toplantılar yapılmış bu konuda ve Yunan politikacılar, sözkonusu arşivlerin gizli kalması konusunda Yunan Savunma Bakanlığı’ndaki askeri yetkililerin ısrarcı olduğunu ifade etmişler... 

“TÜRKİYE’YE SUÇLAMALARA KARŞILIK YUNANİSTAN’IN TAVRINA İŞARET...”
Gazete, “Kıbrıslırum kayıpların akıbetinin belirlenmesinde işbirliğini reddetmesi, toplu mezarların yerlerini değiştirmesi, savaş esirlerinin topluca öldürülmesi ve işgal dönemine dair Türk ordusu arşivlerini vermeyerek bunları gizlemesi” gerekçesiyle Kıbrıs Cumhuriyeti yetkililerinin Türkiye’yi sık sık eleştirdiğini de hatırlatıyor. Gazete “Türkiye ise Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bu eleştirilerine yanıt olarak Yunanistan’ın Kıbrıslırum Milli Muhafız Ordusu’nun tartışmalı arşivlerini Kıbrıs’a vermeyi reddetmesine işaret ediyor” diye yazıyor. 

https://politis.com.cy/politis-news/cyprus/838626/den-mas-parachorei-i-ellada-ta-archeia-toy-geef-me-plirofories-gia-agnooymenoys?fbclid=IwY2xjawFfZZhleHRuA2FlbQIxMAABHXJQfjwoGKHu-vYnVQ3lvehf_XopXl_Ai9pK9ycoNkTcfJ2zN7tOYmFNzw_aem_Jb56qrzabiW67z8suUQLOA

(Özetle google translate’le çeviri: Yenidüzen.)

sayfa-17-avrupa-parlamentosu-milletvekili-mihalis-hacipandelas-arsivlerin-kibrisa-verilmesini-istiyor.jpg
Avrupa Parlamentosu Milletvekili Mihalis Hacıpandelas, arşivlerin Kıbrıs'a verilmesini istiyor...

sayfa-17-resim-010.jpg

 


***  BİR KİTAP...

 

“İsrail’in deney sahası: Filistin laboratuvarı...”

Ali BULUNMAZ/Bianet

Bir güvenlik devleti olan İsrail, rejim ihracına doğrudan girişmiyor belki ama müttefiklerine ya da çıkar ilişkisi kurduğu devletlere, askerî operasyonlar yürüten oluşumlara ve örgütlere savaş stratejileri, silah ve teknoloji sağlıyor. Düşman ilan ettikleri ve belledikleri üzerinde ise geliştirdiği denetleme, gözetleme ve saldırı teknolojilerini kullanıyor. İşgal ettiği Filistin, bu anlamda İsrail’in test sahası. Bu işgale ve testlere ses çıkarmaması için geliştirdiği silahları pek çok ülkeye satarak hareket alanı ve imkânını her daim genişletiyor.

FİLİSTİN LABORATUVARI... 
Gazeteci Antony Loewenstein, Filistin Laboratuvarı’nda İsrail’in izleme ve savaş teknolojilerini denediği ilk alan olan ülkede yürüttüğü faaliyetlerin yanı sıra farklı coğrafyalara pazarladığı casusluk ve savunma donanımlarıyla dünyada nasıl söz sahibi hâline geldiğini anlatıyor.

“HAYATTA KALMAYA ÇALIŞAN EZİLMİŞ HALK...”
Etnik milliyetçiliğini silah sanayisiyle, savaş ve izleme araştırma-geliştirme teknikleriyle destekleyen İsrail, hem varlığını koruma amacıyla hem de “terörizmle mücadele” adı altında dünyaya pazarlıyor 1948’den bu yana. Filistin’de test edip piyasaya sürdüğü ürünler sayesinde dünya çapında güvenilir bir silah sanayisine sahip olan ülke için Loewenstein şu notu düşüyor: “İSK markasından nemalanan İsrailli güvenlik şirketleri, bu sayede dünyanın en başarılı şirketlerinden oldu. Filistin laboratuvarı, İsrail’e münhasır bir pazarlama unsuru.”

“KENDİNE HAS BİR LABORATUVAR...”
Savaş ve işgal taktiklerinin, üretilip test edilen ve daha sonra satılan silahların, yazılımların ve casusluk faaliyetlerini, hem bir vatanseverlik göstergesi hem de üstün bir ticari zekâ olarak sunan İsrail’in, Filistin’i bu uğurda hukuka ve uluslararası yasalara aykırı bir laboratuvar olarak kullanmayı kendine hak gördüğünü hatırlatıyor Loewenstein.
İsrail’in “doğal” başka eylemleri de var: Mesela Yugoslavya İç Savaşı’nda saldırganlar ile mağdurlar arasında ayrım yapmaması, 1994’te Ruanda’da yirminci yüzyılın en büyük soykırımlarından birini gerçekleştiren Hutulara silah satması, Ukrayna’ya saldıran Rusya’ya Suriye’deki ortak çıkarları nedeniyle herhangi bir kınamada dahi bulunmaması… Örnekleri çoğaltmak mümkün.

“MÜŞTERİLERLE ARASINI İYİ TUTMA ARZUSU...”
Loewenstein, İsrail’in bu tavrının müşterileriyle arasını iyi tutma arzusundan kaynaklandığını söylüyor. “Acımasız bir dünyada hayatta kalmaya çalışan ezilmiş halk” söylemiyle 1948’den beri Filistin topraklarında savunma ve saldırı stratejileri geliştiren, sömürgecilik ve işgal faaliyetleri yürüten İsrail’e ülkelerin ve uluslararası kuruluşların yaptırım uygulamamasının söz konusu ticaretle bağlantısı bulunduğunu düşünüyor yazar. Dahası, İsrail’in “askerî anlamda bir ülkeyi yok etmesi”, “o ulusun tarihini ve yitirdiklerini hatırlama yetisini silmesi” karşısında derin bir sessizliğe gömülenlerin ikiyüzlülüğünden bahsederken hayatî bir yorum yapıyor: “Zoraki denekler üzerinde test edilen gözetim teknolojileri işin içine dâhil olunca buna direnmek daha da güçleşiyor.”

“GÖZETİM TEKNOLOJİLERİNE ARTAN İHTİYAÇ...”
11 Eylül 2001’den sonra bahsi geçen gözetim teknolojilerine ihtiyaç arttığında başvurulan adres elbette İsrail ve İsrail menşeili şirketlerdi; ülkenin yıllara yayılan militarizminin pazarlanışında 11 Eylül bir milat hâline gelirken güncellenen teknolojilerin ilk test sahası yine Filistin’di. Gerek bu ticari ilişkiler gerek işgal edilen Filistin’in bir laboratuvar olarak kullanılması, Loewenstein’ın ifadesiyle “insandışılaştırmayı kaçınılmaz kılıyor.”

“TİCARİ İLİŞKİLERDEN DOĞAN BÜYÜK SESSİZLİK...”
İsrail’in işgali bir temaşaya dönüştürmesinin yanı sıra strateji ve teknoloji üreten şirketlerin varlığı, Loewenstein’a göre bölgedeki barışı engelliyor. Kendini “kuşatma altında” gören ve gösteren İsrail’in, Filistin’i askerî, teknolojik, kültürel ve ekonomik manada ablukaya alması da bir başka engel. Bunun temel taşıyıcısı izleme ve yok etme projesinin kullanışlı silahlarının yanı sıra İsrail’in kuşatmayı dünyaya satması. Loewenstein, bu pazarlama ve satış sırasında kurulan absürt ilişkilere bir örnek veriyor: “Filistin laboratuvarının başarısı, yeterince ülkenin bunun temelindeki önermeye inanmasına bağlı. Baskıcı rejimlerin İsrail’in uyguladığı stratejiyi taklit etmeye yönelmesi, bunu ülkelerindeki istenmeyen veya muhalif topluluklara zulmetmek için İsrail teknolojilerini kullanarak yapması şaşırtıcı olmasa da Yahudi devleti, diplomatik askerî potansiyelini tam anlamıyla gerçekleştirebilmek için Batı’nın, özellikle de ABD’nin, hemen ardından en çok Almanya’nın onayına ihtiyaç duyuyor.”
İsrail’in senelerdir süren işgaliyle beraber, Filistin’i bir deney sahasına dönüştürülmesini kolaylaştıran bir başka şey, asla taviz verilmeyen tahakküm ve geliştirilen kitle gözetim teknolojisi. Buna, medya şirketlerinin tarafgirliği ve sansürleri de eklenince sessizlik enikonu büyümekle kalmıyor, Loewenstein’ın vurguladığı gibi yaptıklarının hesabını vermeyen, daha doğrusu resmî olarak suçlanmayan İsrail’in, şiddetin dozunu günden güne artırmasına yol açıyor.

“BAZI UYARILAR...”
Loewenstein, Filistin Laboratuvarı’nı hem mevcut durumu tarihsel eşikleriyle gözler önüne sermek hem de bir dizi uyarıda bulunmak için kaleme almış. Kitabın özünü yansıtması bakımından o uyarılardan bazılarının altını çizmek gerek: “İsrail, bitmek bilmeyen Filistin işgaline karşı siyasi anlamda herhangi bir eleştiriden kendini koruma umuduyla çok sayıda ülkeye fazlasıyla savunma ekipmanı sattı; hem gerçek hem de ticari müttefikleri sayesinde uluslararası boyutta bir kınamadan ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne çıkmaktan kurtuldu. (...) İsrail’i insan hakları ihlalleri sebebiyle tecrit edecek muazzam çapta bir uluslararası kampanya yürütülmez veya baskıcı devletlere satış yapan İsrailli silah şirketlerine dava açılmazsa bu endüstri daha da gelişecek. (...) İsrail savunma sanayisi, küresel ölçekte müşterileri etkilemeyi sürdürmek için maharetlerine bel bağlıyor. Çatışma, güvensizlik ve iklim değişikliği sebebiyle gittikçe artan endişeler düşünüldüğünde akıllıca bir yaklaşım bu. İsrail, parasını ödeyen her ülkenin toplumsal bir çöküş hâlinde en kötü sonuçlardan en azından bir süreliğine kaçınmasına destek olacak araçlara sahip.”

sayfa-16-antony-loewenstein.jpg
Antony Loewenstein

 

sayfa-16-resim-017.jpg

***  Filistin Laboratuvarı, Antony Loewenstein, Çeviren: Özlem Özarpacı, Metis Yayınları, 298 s. 

(BİANET.ORG – Ali BULUNMAZ – 23.9.2024)

Bu yazı toplam 532 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar