Popüler Bir Şarkının Yıllar Sonra Düşündürdükleri: “Hayat, Evren ve Herşey” & Tasmin Archer’in “Sleeping Satellite” Şarkısı
Popüler Bir Şarkının Yıllar Sonra Düşündürdükleri: “Hayat, Evren ve Herşey” & Tasmin Archer’in “Sleeping Satellite” Şarkısı
Hakan Karahasan
[email protected]
Popüler müzik... Adı üstünde, popüler olan; “ortalama insan” tarafından denilerek gizliden gizliye aşağılanan, “yüzeysel anlamlar” içeren ve özünde kapitalizmin bayraktarı olan bir müzik türü. Bu sözler size çok mu tanıdık geliyor? Büyük ihtimalle, evet. Bir de bunun zıttı bir görüş var: ‘Herkes, ne tüketirse tüketsin kendi istediği anlamı çıkarır!’ Lakin bunun, son derece soyut, altında başka ajandalar olan bir düşüncenin tezahürü olduğu iddası da yok değil! Ne de olsa, “postmodernizm, yüzeyin altındaki ‘derin’ anlamı reddeder...” (Fiske 2002, s. 39).
Bu yazı aynı anda iki tarafta birden durmakta! Tıpkı Stuart Hall gibi belki, belki de hiç değil! Bu noktadan sonraki kısım tamamen kişisel yorumlarımdan oluşmakta. Başka bir deyişle, kişisel olandan yola çıkıp, konuyu daha genele doğru açmak çabası…
90’lı yıllar.. ‘Katı olan herşeyin buharlaştığını’nın görünür olmaya başladığı yıllar. 80’li yılların, Thatcher ve Reagan’ın neo-liberal politikalarından habersiz, bilinçsiz, sade, “normal” bir tüketici olduğumuz zamanlar. Kendi adıma, hâlâ bir tüketici olduğumun farkındayım. Aradaki tek fark ise şu: şu an durup kendi kendimi dahil eleştirebiliyorum. O zaman öyle bir “yetenekten yoksundum!” Çocukluğumda, hiç İngilizce bilmediğim halde, beni etkilemiş (derinden hem de) bir şarkıyla tekrar karşılaşmanın çağrışımlarını yazmak amacıyla elime almıştım kalemi. Ve sonuç, bundan daha karmaşık bir noktaya götürüyor beni.
Yazının yazılma sebebi Tasmin Archer’in “Sleeping Satellite” şarkısı aslında. Başka bir deyişle, beni “düşüncelere iten” şarkı. Yıllar sonra eski bir dostunuzu görürsünüz de anılardan, yaşanmış o güzel günlerden konuşursunuz ya, o cinsten benimkisi. Şarkıyı dinlediğim –yıllar sonra– ilk an, çocukluktan “şimdiki zaman”a geliverdim birden! Yaşamakta olduğum sorunlar ve tüm diğer konuların hepsi, 4 dakikalık bir zaman dilimi içerisinde bir çaydanlık gibi demlenip, açığa çıkmaya başladı! Müzik, sözleri ne olursa olsun, söyleniş tarzı, müzikle vokalin uyumu, hiç bilmediğiniz bir dilde olsa dahi, üzerinizde çok farklı etkiler yaratır, değil mi? Bence öyle... ya da en azından bende öyle olmakta... En azından, bugün çat-pat da olsa bildiğim kısır İngilizcemle şarkının sözlerini az da olsa kavrayabiliyorum. Ama, evet, konu bu değildi...
Müzik sayesinde, bazı şeyleri tekrardan hatırladım. Mesela, bazı şeylere üzülmenin, üzülünen şey(ler)i geri getirmeyeceği. Hayatın herşeye rağmen devam ettiğini... Ben ol(ma)sam da,
bil(e)mesem de, dünyanın, evrenin var olduğunu, belki de var olacağını. Algılarımızın her ne kadar ‘yaşam dünyamızı’ oluştursa da, yanıltıcı olabileceklerinin ayırdına (tekrardan) vardım. Bazen, gerekmeyen bir biçimde, imgelere fazladan anlam(lar) yüklediğimizi – örneğin Umberto Eco’nun meşhur romanı Foucault Sarkacı’nda olduğu gibi aşırı yorum. Adına âşk dediğimiz şeyin bir uyuşturucudan farksız olduğunu, bittiği zamansa (veya bitmek üzere olduğu zaman), vücudumuzun ona ihtiyaç duyduğunu; bulamayınca da acı çekmekte olduğumuzu... Etkisinin ancak zamanla “geçtiğini.” Ta ki “yeni” veya “farklı”sını bulana dek! Neden bu kadar bağımlıyız ki şu adına âşk dediğimiz şeye? Kimbilir? Adına insan denilen yaratık, belki de sandığımız kadar güçlü değil belki, belki de...
Müzik sayesinde dertler hafifliyor, gerçekten. Tabii bir de yazın faaliyetini üzerine eklerseniz, acı hem hafifliyor, hem de ağırlaşıyor. Dışarıdan bakıldığında basit akorlar, sözlerden oluşan bir pop şarkısı, nasıl olur da tüm bunları düşündürür ki? Metne bakışımız, burada devreye giriyor herhalde. Stuart Hall’un dediği gibi, değişkenler ‘kodlanan’ mesajı ‘açımlama’ safhasında etkileyen yegâne şeylerin en önemlisi belki de.
“Nerede kalmıştık?” Dertlerden, tasarılardan... Belki de, insan davranışı, duyguları, hormonları, bilgi birikimi ve tüm diğer faktörler (etnik köken, dil vs.) öyle kolay kolay açıklamabilinecek şeyler değil. Ve belki de bu yüzden, hâlâ daha “yapay zekâ”ya karşıyım! “Düşünen bilgisayarlar” birer makine olacak sadece. Aldığı koku, tattığı tat, “hissettiği his(ler)”, herşey bir ve sıfırlardan ibaret olacak! Her ne kadar çağdaş bilim hislerimizi matematik dilinde anlatabileceğini iddia etse de. Neticede, matematik de, şu an yazmakta olduğum dil gibi yapay birşey. Kültürel bir üretim, bir yapı.
Konudan yine uzaklaştık. Buna da şarkı-kâğıt-kalem arasında var olan, adını bilinçaltının açığa çıkması deyin olarak tanımlayın, ne derseniz deyin, onun eseri herhalde.
Şarkı, hafif bir hüzün verse de dinleyiciye, diğer taraftan umut aşılamaya devam ediyor! Burada, çok bilinen bir örnek olan yıldızlar ve onların parlaması ile umut arasındaki bağlantı geliyor akla. Tıpkı yıldızlar gibi, herşeyin bir ömrü var: bizim, sizin, âşkın, müziğin, evrenin. Parıldayan ışık olduğu sürece, içimizdeki ışık da varlığını sürdürmeye devam edecektir. Ne zaman ki yıldız kayar, gözümüzün feri söner, işte o zaman bitmiştir herşey. Güneş batıp yıldızlar göründükçe, her gecenin bir sabahı oldukça, hayat bir akarsu gibi aktıkça; ağlasak da, üzülsek de, dünya dönmeye devam edecek ve başka bölgelerde hayat platoları yeşerecek / yeşermeye devam edecek. Hayâlkırıklıklarımız belki de sadece boyutların değişmesine katkıda bulunuyor, biz farkına varmadan.
Görüldüğü üzere, “basit bir pop şarkısı,” içeride kalmış düşüncelerin açığa çıkmasında önemli bir unsur olabiliyor. Yeter ki kendimizi açmaya hazır olalım. Öyle basit bir pop şarkısı deyip de geçmeyin! Tabii ki müzik endüstrisinin ne(ler) yaptığını, yapmaya çalıştığını, ticarileşme olaylarını bilerek, pop müziğini “ortalama insan”ın basitçe tükettiği bir meta olarak görmek dururken böyle şeyler nasıl söyleyebiliyorum? Kültürel çalışmaların önemi burada devreye giriyor. Her metin, elbette tek bir şekilde anlamdırılmaz ancak Stuart Hall’un belirttiği gibi, bu herkesin kendi istediği anlamı istediği şekilde aldığı anlamına da gelmiyor! Ne demek o zaman tüm bunlar? Kısaca şu: her metnin iletmek istediği mesaj(ar) var ve büyük çoğunlukla bu mesaj(lar)I alıyoruz. Neticede, yaşadığımız dünya, system, kullandığımız dil, bunların hepsi belli bir hegemonik dünya içinde var oluyor. O zaman da, metinleri yorumlayan bizlerin sahip olduğu özerklik, görece bir özerklikten öteye gitmiyor. Bazen bir şarkı, değişik düşüncelerin açığa çıkması için bir çıkış noktası olabiliyor: Ne Chopin, Beethoven, Mozart, Bach, Lizst; ne de caz, blues, ya da ciddi sözlere sahip bir şarkı. Beş yıl sonra şarkıyı dinlersem, büyük bir ihtinmalle, çok farklı şeyler yazacağım –umarım.
Sonuç mu? Lütfen basit bir “Sleeping Satellite” deyip de geçmeyin sakın. “Basit bir pop şarkısı”, bazen çok “derin” düşüncelerimizi açığa çıkarma yolunda iyi bir araç olabilir, lakin bu aracın neler içerdiklerini göz ardı etmemek de gerekiyor...
Kaynakça:
John Fiske. (2002). Postmodernizm ve Televizyon. Çev. Nilgün Gürkan. Süleyman İrvan. (der). Medya, Kültür, Siyaset. Ankara: Alp Yayınevi, s. 29-57