Popülist Bir Söylem Olarak “Yolsuzluk”: Brezilya’dan Kıbrıs’a…
"Demokratik olmayan ve denge-denetleme sistemi gelişmemiş devletlerde ise yüksek seviyede yolsuzluklar görülür "
Yonca Özdemir
Günümüzde yolsuzluklara karşı mücadele adeta tüm dünyada siyasetin ana teması oldu. Özellikle Soğuk Savaş sonrasının neoliberal dünya düzeninde “şeffaflık” odaklı yolsuzlukla mücadele politikaları IMF, Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletlerin kalkınma reçetelerinin standart bir parçası oldu. Son yıllarda da iktidardaki geleneksel partilere ve siyasetçilere muhalif yeni yetme siyasetçiler ve yeni yetme siyasi partiler yolsuzluk karşıtlığını siyasi bir program olarak ortaya koyup kampanyalarında iktidara geldiklerinde yolsuzlukların biteceği sözünü verdiler, vermekteler ve böylece yolsuzluk konusunu popülist bir söylem olarak karşımıza çıkarmaktalar. Ancak bu yazıda anlatmaya çalışacağım üzere, yolsuzluk o kadar basit bir problem olmadığı gibi, popülizm de yolsuzluğu azaltmak yerine güçlendiren bir faktör.
***
Çıkar çatışması, zimmete para geçirme, sahtekârlık, rüşvet, adam kayırma, nepotizm ve gasp gibi davranışların hepsi yolsuzluk tanımı içine girer ve genel kanının aksine bunlar sadece kamuda değil özel sektörde de görülebilir. Yolsuzluk akademik çevrelerce çokça araştırılmış bir konu, fakat yolsuzluğa etki eden olası faktörlerin karmaşık biçimde birbiriyle ilişkili olması nedeniyle de çalışılması zor bir konu. Nedenlerine bakacak olursak, yolsuzluk genel olarak sosyal yapı ve sistemle ilişkilidir; dolayısıyla da yolsuzluk seviyesi tek tek kamu görevlilerinin bireysel psikolojisi ve karakterinden ziyade toplumun üzerine inşa edildiği kültürel, kurumsal ve siyasi bağlama dayanır.
Yapılan araştırmalarda bürokrasi, verimsiz yönetim ve devlet yapısı; yetersiz demokrasi; siyasi yapı; tarihsel geçmiş; hukuk sistemi; din ve kültür; piyasalardaki rekabet yetersizliği; cinsiyet; fakirlik, eşitsizlik ve az gelişmişlik gibi çeşitli faktörlerin yolsuzluğa neden olabileceği bulunmuş (1). Ancak, daha önce de belirttiğim gibi, değişik araştırmaların çelişkili sonuçları sebebiyle yolsuzluğa gerçekten neyin sebep olduğu hala tartışmalı bir konu. Araştırma sonuçları arasında en tartışmasız olanları kadınların yolsuzluğa daha az meyilli olduğu, demokratik ülkelerde yolsuzluğun daha az olduğu ve de az gelişmiş ülkelerde yolsuzluğun daha çok olduğu (2).
Demokrasi ve insan hakları yolsuzlukla nasıl bağlantılıdır? Öncelikle tabi ki demokratik ülkelerde yolsuzluk yapan hükümetlerin seçmenlerin tepkisini çekip bir dahaki seçimlerde hükümetten düşmesi beklenir. Ancak, daha önemlisi, örgütlenme ve basın özgürlüğü yolsuzlukları ifşa etmeye niyeti ve hakkı olan sivil toplum örgütleri ve gazetecilerin ortaya çıkmasına yardım eder. Ayrıca istikrarlı demokrasilerde ifade özgürlüğü ve bağımsız yargı da bulunur ve bunlar yolsuzluğa neden olabilecek faktörlerin kısıtlanmasına ve yolsuzluk karşıtı mekanizmaların etkili bir şekilde işlemesine yardım eder. Demokratik olmayan ve denge-denetleme sistemi gelişmemiş devletlerde ise yüksek seviyede yolsuzluklar görülür (3). Dolayısıyla yolsuzluğa karşı önerilen demokrasiden uzak, teknokratik çözümlerin de yolsuzlukla mücadelede etkili olması zor. Üstelik demokrasi sosyal gelişmişliğe yaptığı olumlu etki ile de yolsuzluk seviyesine negatif etki eder. Sonuçta, gelişmiş ve iyi işleyen demokrasilerde yolsuzluklara pek rastlanmaz.
Gelişmişlikle yolsuzluk arasında da karmaşık bir bağ vardır. Öncelikle tam modernleşmemiş toplumlarda kamu ve özel arasındaki sınır çok net çizilmemiştir ve dolayısıyla hediye, hürmet ve rüşvet birbirinden yeterince ayrılmadığı gibi yolsuzluk yapanların karşılaşacağı sosyal kınama da daha zayıf olabilir. Daha önemlisi gelişmişlik daha çok eğitim, daha iyi insan sermayesi ve daha yüksek gelir seviyesi demek olduğundan, ülkeler geliştikçe yolsuzluğun azalması beklenir. İstatistiksel çalışmalarda da zenginlikle yolsuzluk hep ters orantılı çıkmıştır. Nitekim son Yolsuzluk Algısı İndeksi verilerine göre kamu yolsuzluklarının en az olduğu ülkeler Danimarka, Yeni Zelanda, Finlandiya, Singapur, İsveç ve İsviçre; en yüksel olduğu ülkeler ise Somali, Suriye, Güney Sudan, Yemen ve Kuzey Kore’dir. Listedeki 180 ülke içinde Kıbrıs Cumhuriyeti 38. sırada, Türkiye ise 78. Sıradadır (4). Ömer Gökçekuş ve Sertaç Sonan’ın yaptıkları çalışmaya göre de KKTC Türkiye’nin de gerisinde 90’lı sıralarda (5).
Yolsuzlukla tarihsel gelişim arasındaki bağı inceleyenler de sömürgeciliğe maruz kalmış toplumların geçirdikleri evreler ve hangi ülke tarafından sömürgeleştirildiklerine göre bazı ülkelerin yolsuzluklara daha meyilli olabileceğini iddia ediyor. Bu iddialardan ve özgül Kıbrıs’ın tarihinden yola çıkarak, eskiden İngiliz sömürgesi olması ve dolayısıyla hukuk sisteminin de İngiliz sistemi olması sebebiyle Kıbrıs’ta daha az yolsuzluk olmasını beklemek mümkün. Başka araştırmalara göre de, topraklarında önemli doğal kaynaklar olan ülkelerde yolsuzluklara daha fazla kapı açılır, çünkü bu tür kaynaklardan yararlanma haklarını tahsis eden yetkililer yolsuzluk yaparak kendilerine kişisel kazanç sağlama fırsatı bulabilirler (6). Bu kapsamda 1974 sonrası Kıbrıs’ın kuzeyinde Kıbrıslı Türklerin üzerine çöktüğü Rum mülkiyet ve toprağını devlet eliyle ve patronaj kanallarıyla dağıtılan bir “kaynak” olarak yorumlayabiliriz. Nitekim yaratılan bu “ganimet düzeni” denen şeyin Kuzey Kıbrıs halkının ahlakını da bozup yolsuzluklara kapı açtığı zaten sıklıkla dillendirilen bir olgu (7).
***
Tekrar vurgulamak isterim ki yolsuzluk kişisel değil, sistemsel ve yapısal bir sorundur. Nitekim isterse en ahlaklı kişiler iktidara gelsin, sistem ve yapı değişmediği sürece, ki bu değişim uzun bir süreç gerektirir, yolsuzluklar bitmez. Yolsuzluk karşıtı söylem çok tarafsız bir söylem de değildir aslında. Yolsuzluk hem özel, hem kamu sektöründe bulunmasına rağmen özellikle Dünya Bankasının ve liberal iktisatçıların yolsuzluğu sadece kamu sektörü ile tanımlaması sonucu yolsuzluğa karşı önerilen çözümler de daha çok devletin küçültülmesi ve ekonomideki ağırlığının azaltılması şeklinde tezahür etmiş, yani neoliberal bir gündemin desteklenmesine ve yayılmasına vesile olmuştur (8). Kimse yolsuzluğu savunamaz, ama ancak onun kaynaklarını doğru anlarsak yolsuzluğu siyasi bir problem olarak ele alabilir ve doğru çözümleri bulabiliriz.
Benjamin Fogel’in dediği gibi, modern çağda kişiselleştirilmiş iktidar kaynaklarını sürdüren kapitalizm öncesi oligarşilerin kalıntıları devlet ile sermaye arasındaki ilişkilerde önemli bir yolsuzluk kaynağıdır. Yolsuzluk bir takım özel çıkarların kurumları ya da devleti etkisi altına alma stratejisidir. Yani bir nevi kamu hayatının özelleştirilmesidir. Kitle hareketlerinin toplumdaki seçkinleri yaptıklarından sorumlu tutmaya yetecek kadar güçlü olmadığı yerlerde bu eğilim güçlü olur (9). Yolsuzluk suçun cezasız kaldığı yerlerde ve az gelişmişlik ortamlarında gelişir. Ancak hem hukukun üstünlüğü, hem de gelişmişlik toplumların öyle bir günde elde edebileceği özellikler değildir; tarihsel süreç içinde gelişirler. Yani, yolsuzluk “fakir” ve/veya “ahlaksız” ulusların kaçınılmaz kaderi değil, belirli tarihsel güçlerin ve sınıf mücadelelerinin bir ürünüdür. Sivil toplum örgütlü ve yöneticilerden hesap soracak güçte değilse, o toplumlarda yolsuzluklar kontrol edilemez. Sivil toplum içinde en önemli rolü de şüphesiz sendikalar oynar. Kısaca sendikaların güçsüz olduğu yerlerde de yolsuzlukların kontrol edilmesi çok zordur.
***
Şimdi yolsuzluğun KKTC için de çok alakalı olan bir etkisine gelelim. Sistemsel yolsuzluk, sadece kurumların işleyişini etkilemekle kalmaz, siyasi apati ve demoralizasyon üreterek siyasette bir “azalan beklentiler döngüsüne” de yol açar. Bireyler siyasi sistemi “yozlaşmış” olarak görür ve siyasette anlamlı bir değişim olmayacağına inanırlarsa, bu sinizm onların çoğunlukla kendi özel çıkarlarına yönelmelerine yol açar. Siyasi değişim mümkün görünmüyorsa, sadece ailenizin refahına ve kendi saadetinize bakmaktan daha doğal ne olabilir? Ama bu sinizm zehirleyicidir. Sistemsel yolsuzluk bir kamu görevlisinin yolsuzluk değişimlerini her durumda normal politikanın bir parçası olarak haklı göstermesini kolaylaştıracak, rüşvetler “armağanlara” ve “iyiliklere” dönüşecek ve gayrimeşru işlemler kişisel çıkarlardan ziyade “dostluk” ve “dayanışma” ifadeleri haline gelecektir (10).
Ayrıca, yolsuzlukların yarattığı siyasi apati ve demoralizasyon, yani siyasetin artık anlamlı bir değişim için bir araç olmadığı düşüncesi, popülizmi besleyen koşulları da ortaya çıkarır. Popülist söylem yolsuzluklara tepki olarak büyüyen bu siyaset karşıtı hissiyattan bolca beslenmektedir. Popülizm yolsuzluklarla mücadeleyi basit bir ahlakçılığa dönüştürür. “Yolsuzlukla mücadele popülizmi” siyasi sistemin dışından ve ahlak abidesi mertebesine çıkarılan bir şahsiyet aracılığıyla, yolsuzluk bataklığından ulusal kurtuluşu teşvik etmeye dayalı bir politika biçimidir. Yolsuzluk popülizmi bir yandan “temiz siyaset” vaat ederken, öte yandan sistematik yolsuzluk üreten yapısal faktörleri görmezden gelir ve yolsuzluk problemini bireyselleştirip basit bir ahlakçılığa indirger. Çözümü sadece kötü adamları iktidardan indirmek olarak sunar. Popülistler demokrasiyi de yolsuzlukla mücadelede önlerine çıkan bir engel muamelesi yapma eğilimindedir (11). Dolayısıyla yolsuzlukla verdikleri sözde mücadelede demokratik ilke ve hakları çiğnemekten de çekinmeyebilirler. Bazen bu yolsuzluklar bahane edilerek demokratik kurumların yıkılması ya da zayıflatılmasına ve otoriter bir rejimin kurulmasına kadar gidebilir. Hâlbuki siyaseti demokratik kontrollerden ve dengelerden uzaklaştırmak yolsuzluğa en fazla yol açan faktördür.
Dünyadaki pek çok popülizm vakasına baktığımızda yolsuzluk popülist adayların söylem ve mesajlarında temel bir unsur olarak karşımıza çıkar. Pek çok ülkede popülizm ve yolsuzluklar birbirini besler. Bir yandan popülist liderler yolsuzluk söylemini kendilerine taraftar çekmek için kullanırlar ve bu minvalde yolsuzluk popülist politikaların bir gerekçesi olur. Öte yandan popülist liderler kendi ya da ortaklarının yolsuzluklarını örtmek için başka popülist söylemlere başvururlar. Sonuçta yolsuzluklar ile etkili bir şekilde savaşmak yerine popülist söylemin arkasına gizlenerek kendi müttefiklerine yolsuzlukların ganimetini dağıtırlar. Hatta pek çok popülizm vakasında popülist liderler ya da partiler yeni yolsuzluk şekillerine olanak sağlarlar. Nitekim popülistlerin yolsuzluk karşıtı söylemi çoğunlukla sadece iktidara gelmek için kullanılan bir siyasi taktikten başka bir şey değildir (12).
***
Örnek olarak bakalım Brezilya’ya…
Jair Bolsonaro adlı aşırı sağ popülist siyasetçi 2018’de Brezilya’ya başkan seçildi. Bu beklenmeyen gelişme 2003-2016 yılları arasında sol İşçi Partisi (Partido dos Trabalhadores—PT) tarafından yönetilen Brezilya’da ve tüm dünyada şok etkisi yarattı. Bu nasıl oldu? Özetle, PT’li eski başkanlar, yani Lula de Silva ve Dilma Rousseff, yolsuzlukla suçlanınca oldu.
Brezilya Savcılığının 2014’te başlattığı “Araba Yıkama” (Lava Jato) operasyonu ile kamu petrol şirketi Petrobas’tan aktarılan büyük bir rüşvet düzenini ortaya çıkarıldı. Ancak bu zaten sürekli yolsuzluk skandalları ile çalkalanan Brezilya siyaseti için çok da şaşılacak bir durum değildi. Sürpriz olan iktidara gelmeden evvel hiçbir yolsuzluğa bulaşmamış olan, en temiz parti olarak bilinen ve hatta iktidara gelir gelmez yolsuzluk yasalarını daha sıkılaştırıp yolsuzlukların üzerine daha rahat gidebilsinler diye yargıya daha çok bağımsızlık getiren PT’nin de yolsuzluklara bulaşmış olmasıydı.
Yolsuzlukla mücadele PT düşmanları için muhteşem bir siyasi fırsat yarattı ve sağ oligarşinin ve sağ basının kışkırtmalarıyla yolsuzlukla mücadele adeta bir PT avına dönüştü. Özellikle orta sınıf Brezilyalıların katıldığı ve üst orta sınıfların liderliğini yaptığı kitlesel yolsuzluk karşıtı gösteriler PT’nin iktidarda olduğu on dört sene içinde kazanılan sosyal hakları onlarca yıl geriye götüren yumuşak bir darbenin yapılmasına yardım etti; dönemin Brezilya başkanı Dilma yolsuzluk olayları bahane edilerek hükümetten düşürüldü. Yapılan yolsuzluk operasyonları sonucu pek çok siyasetçi ve pek çok hükümetle bağlantısı olan iş adamının yanı sıra Lula da tutuklandı. Ancak, ortada büyük yolsuzluklar olduğu aşikârsa da ne Lula’nın, ne Dilma’nın bu yolsuzluklarla direkt bağlantısı bulunamamıştı. Dahası, rüşvet almakla suçlanan 34 milletvekilinden sadece dokuzu PT’den, gerisi diğer partilerdendi. Ona rağmen kamuoyunun yolsuzluklara karşı hisleri PT odaklı bir infial yarattı. Bu infialin yarattığı koşullarda birden sağ popülist Bolsonaro siyaset sahnesinde parladı ve yeni, denenmemiş bir isim olarak özellikle de yolsuzluklara (ve yükselen suç oranına) son vereceği vaadi ile seçmenleri cezbetti. Siyaseten pek çok olumsuz özelliği (ırkçı, kadın düşmanı, homofobik, vb.) kişiliğinde barındıran Bolsonaro böylece iktidara taşındı.
Tabi ki Bolsonaro iktidara gelince yolsuzluklar bitmedi. Peki, ya ne oldu? Örneğin, geçtiğimiz Haziran’da Bolsonaro’nun başkanlık uçağında onunla birlikte Japonya’daki G-20 zirvesine uçan askeri bir üst düzey görevlinin çantasında 40 kilo uyuşturucu bulundu. Sonra Bolsonaro kendi oğlunu ABD elçisi olarak atadı. Ve belki de en önemlisi The Intercept adlı online haber sitesi tarafından 9 Haziran 2019 tarihinde ifşa edildi: Eski “Araba Yıkama” operasyonu savcısı, yani Lula’yı hapse atmış olan kişi, şimdi de Bolsonaro’nun Adalet Bakanı olan Sérgio Moro’nun yolsuzluk operasyonu sırasında savcılık görevini ifa ederken yasaları çiğneyerek taraflı davrandığı, bazı sağ çevrelerle soruşturma hakkında konuştuğu ve yetersiz delille Lula’yı hapse attığı ortaya çıktı. Ama Moro ne istifa etti, ne görevden alındı. Hâlbuki Brezilya yargıçlarının etik kurallarına göre, bir yargıç dava süreci boyunca taraflarla eşdeğer bir mesafeyi korumalı ve adam kayırmacılık, taraflılık veya önyargıyı yansıtabilecek her türlü davranıştan kaçınmalıydı. Brezilya anayasası da hâkimlerin tarafsız davranmasını emreder. Moro vakasında ise Brezilyalılar sağ düşünceli ve sağ partilerle ilişkisi olan bir yargıcın sırf Sol ve PT düşmanlığı sebebiyle hem bir hükümet başkanının haksız yere iktidardan düşürülmesine, hem de eski bir başkanın hapse atılıp 2018’de seçimlere girmesine engel oluşuna tanık oldu. Evet, kamuoyu yoklamalarına göre Lula hapse girdiğinde hala çok popülerdi ve eğer 2018 seçimlerine girseydi, Bolsonaro değil o başkan olacaktı!
****
Daha önce belirttiğim gibi, yolsuzluk karşıtı siyasi söylem sadece Brezilya’da değil pek çok ülkede oldukça revaçta. Neden? Çünkü bu söylem hem Sağ siyasette, hem Sol siyasette rahatlıkla yer bulabilen ve oldukça oy getiren yüzeysel bir söylem. Özellikle devlete ve siyasete olan güvenin azaldığı toplumlarda “yeni ve temiz” siyasetçiler ve partiler seçmene her zaman cazip gelmiştir. Çünkü var olan sistemin herhangi bir yararını göremeyen kitleler için her değişim bir ümittir.
Bunları niye mi anlatıyorum? “Yolsuzluk” söyleminin aslında hiç de o kadar etik ve masum bir söylem olmayabileceğini, yolsuzluklardan bıkmış halkın oylarını toplayıp iktidara gelmek için ne kadar popülist bir malzeme olabileceğini anlatabilmek için. Velhasıl, yukarıda da anlatmaya çalıştığım gibi, yolsuzluk kişilere, partilere indirgenecek bir sorun değildir; yapısal ve sistemsel bir sorundur. İktidardaki kişiler ve/veya partiler değişince yolsuzlukların biteceğine inanmak da en yumuşak tabir ile saflıktır.
***
Demek ki neymiş?
- Yolsuzluk genelde siyasette hem sağ, hem sol popülistlerin kullandığı yüzeysel bir söylemdir.
- Yolsuzluk kişisel değil, yapısal ve sistemsel kaynaklı bir problemdir.
- Yolsuzlukla mücadele iktidardaki kişilerin ya da partilerin değişmesi ile değil, hatta yasaların değişmesi ile bile değil, sosyoekonomik yapının ve sistemin değişmesi ile olur.
Peki, ne yapılabilir? Solun yolsuzluklara karşı tavrı ne olmalıdır? Öncelikle, Sol kolay ve ahlakçı bir yolsuzlukla mücadele söyleminin ötesine geçmek zorundadır; yoksa popülizmden kurtulamaz ve kısa sürede de inandırıcılığını yitirir. Sol sadece sıradan insanlara mevcut düzenin bozuk olduğunu anlatmamalı, insanları bu bozuk sistemin kolektif eylem ile büyük ölçüde değiştirilebileceğine de ikna etmelidir. Bu sebeple Sol, öncelikle yolsuzluğu ahlakçı olmayan bir yaklaşımla siyasallaştırmalıdır. Sonra da sistemik yolsuzluk kaynaklarını, yani toplumdaki seçkinlerin gücünü ve eşitsizliği, varsa demokrasinin önündeki engelleri azaltmaya odaklanmalıdır. Yolsuzluğun kaynakları ancak anlamlı reformlar ve eşitlikçi sosyal politikalarla eşliğinde verilen siyasi mücadeleler ile ortadan kaldırılabilir. Yani, “temiz toplum” diye yola çıkıp sendikal hakları tırpanlayarak bırakın yolsuzluklarla mücadele etmeyi, daha çok yolsuzlukların önünü açarsınız. Sonra o çözemediğiniz yolsuzluk vakalarını örtmek için üzerine bir de milliyetçi söylem de eklendi mi, kendinizi popülizmin göbeğinde bulursunuz.
Notlar
(1). Hung-en Sung (2004), “Democracy and political corruption: A cross-national comparison,” Crime, Law and Social Change 41(2): 179-193.
(2). Eugen Dimant ve Guglielmo Tosato (2017), “Causes and effects of corruption: What has past decade’s empirical research taught us? A Survey” Journal of Economic Surveys 32(2): 335-356.
(3). Sung (2004).
(4). Corruption Perceptions Index 2018, https://www.transparency.org/cpi2018#results.
(5). Ömer Gökçekuş ve Sertaç Sonan (2019), Kuzey Kıbrıs’ta Yolsuzluk Algısı: 2018 Raporu. Lefkoşa: Friedrich Ebert Vakfı.
(6). Dimant ve Tosato (2017).
(7). Sertaç Sonan (2014), “In the Grip of Political Clientelism: The Post-1974 Turkish Cypriot Politics and the Politico-Economic Foundations of Pro-Taksim Consensus” başlıklı doktora tezinde bu konuyu ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır.
(8). Eric Breit, Thomas Taro Lennerfors and Lena Olaison (2015), “Critiquing corruption: A turn to theory,” Ephemera: Theory & Politics ın Organization 15(2): 319-336.
(9). Benjamim Fogel (2018), “Against ‘Anti-Corruption’,” Jacobin Magazine, 4 Ekim 2018 (https://jacobinmag.com/2018/10/corruption-bolsonaro-pt-populism-democracy-development).
(10). Fogel (2018).
(11). Ibid.
(12). “Populism and Corruption,” Transparency International (2019). https://knowledgehub.transparency.org/assets/uploads/helpdesk/populism-and-corruption-2019-final.pdf.