Popülizm-2 Yeni bir Faşizm
“Yeni bir faşizm! Siyasetçiler, ‘sağ kanat aşırılıklardan’ söz etmek gerektikçe, adeta ‘ayıp olur’ duygusuyla ve zorunlu bir denge oluşturmak için ‘sol kanat aşırılıkları’ da araya sıkıştırıyorlar.” Habermas. 17 kasım 2016, Social Europe
21. yüzyılın ilk çeyreği ideolojilerin yerine popülist siyasi dilin hegemonya kurduğu bir dönem oldu. Kapitalizmin zaferi ile tarihin sonunu ilan eden yeni dünya düzeni siyasetçileri, kendi arayışlarını neo liberal düşünceyi-modeli küreselleşme bağlamında dayatma yoluna gitti. Küreselleşmenin, insan hakları ve demokrasinin temel unsurları üzerine kurulu bir serbest piyasa düzlemi olduğu, bu bağlamda özellikle ekonomik politikalarda kaçınılmaz tekçi bir akıl yürütmesi, “mecburiyet”i üzerinden hayatı yorumlamak gerektiği neredeyse bir kural haline getirilmeye çalışıldı.
Sosyal hakların geriletildiği, örgütlenmenin lağvedilmeye çalışıldığı, sendikalaşmanın düşman ilan edildiği, demokrasinin salt seçime indirgendiği ve çoğunluk azınlık ilişkisi üzerinden okunduğu, devlet yönetiminde bürokratik geleneğin yerine şirket kültürünün şırınga edildiği v.d bu dönemde tüm ekonomik dinamikler hedef olarak siyaset kurumunda yoğunlaştırıldı. Halkın her bağlamda daha ileri-gelişmiş yaşam düzeyi ancak siyasetin dönüştürücü dinamiği ile mümkün iken neo liberal akıl, ekonomiyi yöneten büyük sermaye gruplarının karar vericiliği ve siyasetin bu kararları düzenlemesinden oluşan bir yeni rol ortaya çıkardı, tanımladı.
Sorunların odağı bu bağlamda siyaset kurumu ve bürokrasi (ve bu bağlamda sendikalaşma ) olarak netleştirildi.
Çünkü neo liberalizm, tek akılla, aklın yolunu bir kılarken, sorunlara çözümü de aynı tek akılın ürettiği alternatifsiz tek yol üzerinden geliştirdi. Esnek çalışmaya, özelleştirmeye, kemer sıkma siyasetine, örgütsüz topluma karşı çıkan her kim varsa siyasetin merkezinden dışlandı. İngiltere’den başlayan nice “üçüncü yol” hikayelerinin özü, bu düşüncenin ürünüdür.
Bu noktada yeni sistem alternatif ya da muhalif siyasi çizgiyi “ötekileştirirken” yerine ikame edilenin içeriksiz siyaset diyebileceğim popülizm veya teknokrat yöneticilerin olduğu görüldü. Teknokrat kabine, teknokrat yönetim arayışları ana karar vericinin çizdiği çerçeveyi aşmamak üzerine kurulu düşüncenin ürünü oldu: memur yönetici ! Halk iradesi ve örgütlü mücadele süreçlerinden geçmemiş bir yöneticiliğin, yaratıcı siyasi alternatif modeller yaratmak yerine, kendisine yüklenen manda ile sınırlı bir alanı düzeltmek, toparlamakla kurulu bir fikriyat üzerinden hareket edeceği aşikardır.
Popülizm işte, içi boşaltılmış bir siyaset dünyasında, ete süte dokunmadan, dönüştürmek değil düzeltmek ya da toplarlamak üzerine kurulu bir iradenin ilkesiz yüzüdür. Diğer yüzünde verili düzenin yani statükonun devamı yatmaktadır. Çok güçlü olabileceği kadar çok tehlikeli mecralarda kendini gösteren eylemlere de yönelebilir. Türkiye’de AKP örneğinde olduğu gibi. Dolayısıyla çok geniş bir alanda farklı örneklerle çoğaltılabilecek bir siyasi tavrıdır popülizm
***
Tartışma:
Perry Anderson özellikle Syriza ve Podemos örneklerinden hareketle solun gelişememesinin ve popülist hareketlere karşı tavır alamamanın esas nedeninin neo-liberalizme dönük eleştirel söylemin dışına çıkılarak doğrudan kapitalist sistemin vurgulanmamış olması yattığı üzerinde durmaktadır. Solun gücünü yitirme nedeni olarak, kapitalist sisteme yönelik bütünlüklü eleştiri ile sistem dışındaki tüm kesimlerle buluşma imkanını göz ardı etmesi, tam tersi neo liberalizmden rahatsız sağ kesimlerle bu bağlamda daha yakın bir ortak alana hapsolması üzerinden değerlendirir ve şöyle devam eder : “AB neoliberal yapılanmaya öylesine bağlanmıştır ki, sistem dışı hareketler daha iyi bir şeyi inşa edebilmek için, en azından AB’nin son bulmasını savunmalıdır.” Mart 2017, Le Monde Diplomatique.
Kanımca, Syriza’nın serüvenini salt Yunanistan koşulları üzerinden ya da milli bir siyasi kültür ya da gelenek olarak kendi ulusal değerleri üzerinden tanımlamak aşırı acımasızlık olur. Zaten sol literatür de bu tür bir değerlendirmeyi asla dikkate almaz. Syriza, AB içerisinden neo liberal kemer sıkma siyasetine maruz kaldıklarında, enternasyonalist dayanışmayı esasen görmeleri gerken Alman SDP’nin ve Alman İşçi sınıfının köşe bucak kaçtığını hayretle izlediğimiz günler çok uzak değil. Elbette üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir konudur bu. Ve tarihsel olarak da sosyalist siyaset dünyasının en meşakkatli konularındandır.
İşte bu bağlamda, neo liberalizmin kuşatıcılığı konusunda ve ulusal mücadele yöntemleri ile sol’un başarılı olma şansının elinden alındığını ortaya koyan Zizek, kanımca çok haklı olarak siyasi enternasyonalizm vurgusu yapararak şöyle der: “Yeni bir sol programın öğeleri kolaylıkla oluşturulabilir. Küresel Kapitalizm bize öğretmiştir ki, ulus devletler bu işi tek başlarına beceremezler. Küresel sermayeyi frenleyebilecek tek güç, sadece yeni bir siyasi enternasyonalizmdir.” Zizek, Mart 2017 In These Times