Popülizm Üzerine
Avrupa Komisyonu eski başkanı Herman Van Rompuy 2010 yılında yaptığı bir açıklamada Avrupa Birliği’nde popülizmin “büyük bir tehlike” olduğunu söylemişti.
O günden bugüne geçen zaman içinde popülizmin sadece Avrupa Birliği ülkelerinde değil, bütün dünyada salgın haline geldiğini gösterdi. Brexit’ten tutun da, Trump’ın seçilmesine kadar ve AB ülkelerinde yükselen aşırı sağ gösteriyor ki, popülizm günümüzde ciddi bir sorun oluşturuyor.
Geçtiğimiz Pazar günü Almanya’da yapılan seçimlerde Alternative Für Deutschland (Almanya İçin Alternatif) partisi, büyük bir başarı elde ederek %13.3 oy oranı ile parlamentoda yerini almaya hazırlanıyor.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk defa aşırı sağcı bir parti, siyasi başarı elde etti. AFD kadroları bir yandan ırkçı bir söylemle yabancı düşmanlığı yaparken, diğer yandan da Almanya’nın Nazi geçmişini adeta aklamaya çalışıyor. Holocaoust’u “suçluluk kültü” olarak nitelendirerek, günümüz Almanya’sının omurgasını oluşturan Nazi geçmişine dair utanç duymayı alaya alıyor. İkinci Dünya Savaşında Alman askerlerinin “kahramanlığından” söz ediyor. Almanya’da doğan Türk asıllı sosyal demokrat Aydan Özoğuz’u “Anadolu’ya sürüp yok etmekten” bahsediyor ve eşcinsel yurttaşlara evlilik hakkı tanınmasını “milli vücudun kirlenmesi” olarak tanımlıyor. Kadın erkek-eşitliğini “erkekleri bozan” bir şey olduğunu ve bunu Sol’un “uydurduğunu” söylüyor.
AFD, en çok ülkeye gelen mülteciler ve göçmenler konusunu suiistimal ediyor ve “Alman ulusunun dağılmak üzere” olduğunu ileri sürüyor. Nitekim seçim başarısından sonra bir AFD yetkilisi yaptığı açıklamada, “Almanya’yı ve Alman Halkını geri kazanmaktan” söz etti.
Kısacası, AFD’nin de, diğer benzerleri gibi, popülist bir parti olduğuna kuşku yoktur.
Peki ama, popülizm nedir?
Popülizm kolay tanımlanır bir olgu değildir. Farklı görünümleri vardır. Fakat şurası kesindir ki, temsili demokrasinin gölgesinde yetişen modern bir olgudur ve asıl eleştirisi de genellikle temsili demokrasiye dönüktür.
Modern dünyada farklı popülizm görünümleri olmakla beraber, popülist söylemlerin bazı ortak noktalarına dikkat çekmek mümkündür. Örneğin, müesses nizam karşıtlığı ve elit düşmanlığı başlıca ortak tutumlar arasında yer alır. Fakat bu özellikler günümüzün popülist hareketlerini açıklamaya yetmez. Çünkü her müesses nizam veya elit karşıtı, popülist değildir.
Popülizm olgusuna içkin başka vasıflar da aranmalıdır. Bunlar arasında en yaygın olanı, “halk-merkezli” söylemdir. Popülistler genellikle “kokuşmuş elitleri” eleştirirken, “temiz, saf halktan” söz ederler ve bunu yaparken halkı elitlere karşı harekete geçirmeyi amaçlarlar.
Fakat burada da açıklanması gereken noktalar var: modern temsili demokraside halka dönük siyaset yapmak kaçınılmazdır ve halk adına konuşmak bir partiyi ille de popülist yapmaz.
Popülistlerin en belirgin özelliği, “gerçek halk” adına konuştuklarını iddia etmeleridir. “Halk biziz” söylemini benimsemeleridir. Kendilerini, “halkın partisi”, “gerçek halkın lobicileri” saymalarıdır.
Popülistlerde “halk” her şeyden önce ahlaki bir kategoridir ve “temiz”, “kirlenmemiş”, “belli değerlere bağlı kesimleri” ve yalnız onları içerir.
Bu halk anlayışı çoğulluğa kapalı, dışlayıcı bir anlayışıdır. Bu yüzden de popülistler ahlaki açıdan kendilerini diğer elit kümelerinden daha üstün görürler. En iyi silahları, “ahlaki üstünlük” iddialarıdır.
Popülist söylemde temsili demokrasi tehlikeli bir oyun olarak görülür, çünkü “dejenere elitlere” iktidar olma imkanı sunar. Bu yüzden popülistler, kendileri iktidara gelene kadar demokrasilerde son sözün “halka ait olduğunu” söylerler, temsilcilerine değil!
Nitekim Almanya İçin Alternatif partisinin kuruluşunda, partinin başkanı Konard Adam şöyle diyordu: “bize popülist diyorlar... biz bundan gurur duyarız ve bütün dünyaya hatırlatmak isteriz ki, demokrasi son sözü temsilcilerine değil, halka veren bir edimdir.”
Fransa’da aşırı sağcı “Milli Cephe” partisinin başkanı Marine Le Pen de benzer bir söyleme sahiptir. “Gerçek halkı” elitlere karşı savunduğunu ileri sürmektedir.
Popülist söylemin “gerçek halk” vurgusundan bahsederken, en başarılı örneklerden biri sayılan Recep Tayyip Erdoğan’ın söyleminden söz etmemek olmaz: “Biz halkız, siz kimsiniz?”, “Kimsesizlerin Kimsesi”, “Sessizlerin Sesi” gibi söylemler “gerçek halk” söyleminden ilham alır ve kitleleri harekete geçirmeyi amaçlar.
Popülistler için “gerçek halkı” oluşturan “sessiz bir çoğunluk” vardır ve “müesses nizam” bu “çoğunluğun” iktidar olmasını engelliyor. Eğer “gerçek halktan” gelenler iktidar olursa, bütün sorunlar çözülür!
Popülistleri ahlaki olarak eleştirmek veya dışlamak doğru olmaz. Bu kendi sahalarında oyun kurmaya benzer, onların yaptığını tekrarlamak olur. Bu yüzden argümanlarıyla esaslı biçimde karşı karşıya gelmek gerekiyor.
Her şeyden önce şunu belirtmek gerekiyor: ne “gerçek halk” diye bir şey vardır, ne de popülistler “gerçek halktan” gelen kimselerdir. Bunlar siyasi kurgudur.
Siyasi alan, “gerçek halkın” iradesinin yansıdığı ve konsensüs oluşturduğu bir alan değildir. Farklı çıkar gruplarının ve çıkar anlayışlarının yarıştığı gerilimli, çelişkilerle dolu bir mücadele alandır. Bu alanı, “dejenere elitlerin” at oynattığı bir alan olarak okumak, apolitik bir tutum olduğu kadar, ahlaki despotizm peşinde koşmaktır ki, popülistlerin en tipik özelliklerinden biri de budur!