Popülizm: Masadaki Sarhoş
Popülizm konusu, bir süredir dünya siyasetinin baş köşesine oturmuş durumda. Son dönem itibarıyla 2010 yılından sonra yoğunlaşan, farklı anlamlar yüklenen, bu bağlamda kavramsal çerçevesi çok kesin olmamakla birlikte, belli ayırt edici özellikleri ile öne çıkan bir konu. Popülizmin bugün dünyanın en büyük sorunu olduğu görüşü ise, genel olarak siyaseti insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü üzerinden okuyan herkesin uzlaşı noktası. Bu büyük sorunun bugün yarattığı büyük sosyal tahribatın ötesinde, yarına dair endişeler de tartışmaların önemli bir kısmını oluşturuyor.
Meksikalı siyaset teorisyeni Benjamin Arditi güzel bir tanım yaparak : “Popülizm, masadakilerin ne dediğine bakmadan, toplumun acı ama gerçek sorunlarını haykıran sarhoş konuk gibidir.” diyor.
Bu köşeden de uzun zamandır işaret etmeye çalıştığım üzere, günümüzün en büyük sorunu olan neo liberalizmin yaratmış olduğu yıkıma karşılık gelen yegane siyaset dili kanımca Popülizmdir. Bu yönde neo-liberalizmin öne çıkarılışını eleştiren ve yıkımın kapitalizmin sonucu olarak değerlendirilmemesinin ciddi metodolojik sorunlar yarattığını ortaya koyan, bunu savunan görüşler de mevcut. Ben bu bağlamda vurguyu daha çok neo liberalizm üzerinde kuran görüşten yana bir yaklaşım sergilemeyi tercih ediyorum.
Çünkü sadece bir ekonomik tavır, yönteme dair değil siyasi, idari ve ekonomik bütünlükle toplumları kuşatan neo liberalizm, siyaseti önemsizleştiren; dayatma kemer sıkma paketleri ile demokratik sistemlerin içini boşaltan; siyasetin elini ayağını bağlayan; ekonomik aklı insanlığın yarattığı tüm değerlerin önüne koyan; kendi aklını hayata en iyi geçirebilen sistemi teknokratik düzenle tanımlayan; bu da yetmediğinde demokrasiden koşar adım kaçarak “tek adamlığa” ya da “Başkanlık” düzenine savrulan; hayatın her alanını kar zarar mantığı üzerinden kurgulayan; devleti şirketleştiren; kitle iletişim araçları aracılığıyla toplumu köleleştiren; medyayı devlet aklının bir silahına dönüştüren; vatandaşı psikolojik savaşla içten kuşatıp dönüştüren; kamuyu yok edip parçalayan; demokrasiyi seçimlere indirgeyen bir ağdır. Bu bağlamdaki siyaset, ulus ötesi sermayeye çalışan güçlerin verdiği kararları hayata geçiren bir araç haline dönüşüyor.
Demokratik sistem seçime, vatandaş ise seçmene indirgenip nesneleştiriliyor bu sistemde. Toplumsal değişim projeleri ile siyaseti her alana yayan, tabandan tavana örgütleyen, bireyi siyasallaştıran bir akıldan, siyasi hayatı seçmen davranışları üzerine kaydıran bir akıldır bu yeni kapitalist kültür. Çünkü burada siyaset salt kazanmak üzerine kuruludur. Kazanmak-kaybetmek. Güç ise salt sandıktan çıkan sonuçtur, bu dönemde. Sonuçlar dönüşüme değil, kazanana konum sağlamaya dönüktür. Bu kültür sadece sağ değil sol’a da sirayet etmiş konjonktürel bir hastalık olarak okunabilir mi? Elbette.
(Herşey değişiyor biz de değişeceğiz gibi sözde naif ve genel geçer özde ise düşünsel varlığını redde vardıran bir inkar düzlemi üzerinden sol düşünsel değerleri soğuk savaş soluna indirgeyen epistemolojik çaresizliğin manipülatif akıl oyunu ile…)
Oysa sandık sonuçları değişim için yeterli gücü sağlamıyor siyasete. Bu noktada yeni bir popülist akıl devreye girerek, ayrımcılık öne çıkıyor: dini, etnik, cinsiyetçi, kimlik v.d temelli.
Kamu yararını kurumsallaştıran bir başarı ve toplumsal dönüşüm pratiklerinde ilke, siyasi program ve ideolojinin bu alanda yeri yoktur.
Bu noktada siyasi aktörlerin tümünün aynılaştırılması tartışması gündeme geliyor. Neden gelmesin? Eğer her gelen IMF, AB, Dünya Bankası veya başka ekonomik güç unsurlarının dayattığı paketi uygulamakla yükümlü ise, siyasette aynılaşma bir zorunluluk haline dönmez mi? Hatta bir adım ileri giderek, farklılık söylemleri ile sorunu rejime, düzene, dayatmaya, dayatana, pakete, protokole, kendi kendini yönetme meselesine indirgeyen ya da bunu görerek konuşan siyasi aktörleri, “ötekileştiren” köleleştirilmiş tetikçi unsurları görev başında olunca…yeni aktörlerin ortaya çıkma zorunluluğu elbette doğuyor.
“…masadakilerin ne dediğine bakmadan bağıran sarhoşlar…” “alkış…”
En güzel Türkçe kökeni “halk dalkavukluğu”dur Popülizmin…
Neymiş ne değişmiş nereye varırmış, kim ne demiş, tarih bize ne öğretmiş… popüler olmakla popülizm yapmak ayrımı üzerine…devam edeceğim.