1. YAZARLAR

  2. Sami Özuslu

  3. Poşetteki ada …
Sami Özuslu

Sami Özuslu

Poşetteki ada …

A+A-

 


Rahmetli nenem haşlanmış yumurtayı severek yiyelim diye doğal yöntemlerle renklendirirdi.
Kaynayan suyun içine birkaç papatya yaprağı attı mıydı, bizim yumurtanın kabukları sapsarı oluverirdi!..
Laleyle ‘kırmızı yumurta’ pişirirdi.
‘Papatya’yla kaynatılan yumurtanın rengi yeşildi.
Kabuk rengi değişince, yumurtanın tadı da değişir, daha bir lezzetli oluverirdi sanki…
Ya da çocuk aklımızla bize öyle gelirdi…
Yumurtalar bugünkülere benzemezdi zaten… ‘Çiftlik tavuğu’, ‘tavuk çiftliği’, ‘çiftlik yumurtası’ gibi kavramlar o dönemde pek bilinmiyordu.
Kümeslerde ‘çiftlikten gelme’ beyaz renkli, daha doğurgan tavuklar da vardı, ama koyu renkli, iri vücutlu ‘köy bullileri’ çoğunluktaydı.
Ve tabii ki her kümeste bir de horoz!..
**
Çocukluğumda horozdan korktuğumu hatırladım şimdi birden!..
Doğal beslensinler diye bahçede dolanmaları için tavuklara kümes kapısını açar açmaz peşime düşerdi mübarek hayvan!..
Ben önde, tüyleri kabarmış, uzun ibibikli horoz arkada…
100 metre engelli koşardık bahçenin içinde…
Yakalarsa gagalayacak!..
Yere düşsem tepeme çıkıp ısıracak!..
Hele bir de ‘ısırgan otları’nın içine düşürdü müydü, çifte dayak yemiş olurdum. Yüzüm, gözüm şişerdi o kötü bitkiden…
Eve kapağı atsam, kurtulurdum…
Aksi halde horoz galip çıkardı.
Yoksa çocukluk korkularımdan biri olduğu için abartıyor muyum acaba?
Belki de…
**
Kümesinde erkeklik tasladığı, çöplüğünde günde beş vakit öttüğü yetmezmiş gibi bahçeye çıkar çıkmaz benimle uğraşmayı da ihmal etmeyen horozun yarattığı bu basit fobi hali bir tarafa, doğayla iç içe yaşayan kümes kanatlılarının yumurtası da, eti de şimdikilerden hem lezzetli, hem de çok daha sağlıklıydı.
Papatya, ekşilice, lale veya başka bir bitkiyle boyanmasa da, yumurtalar nefisti.
‘Çifteli’ yumurtalar da çıkardı kümesten sıkça…
Yani ikiz!..
Horoz muydu müsebbibi, yoksa tavuk mu bilinmez…
Bir yumurtanın içinde iki tane sarı çıkınca bir başka sevinirdik çocuk halimizle…
Bir de ‘losarga’ tavuğun halleri geliyor gözlerimin önüne…
Günlerce üzerinde oturduğu yumurtaları korumak için takındığı ‘anaç’ tavırlar, tehlike karşısında geliştirdiği savunma teknikleri…
Ve bir de gıdaklaması…
**
Kıbrıs adasının herhangi bir köyünde, kasabasında, hatta kentinde yaşayanlar için çok sıradan çocukluk nostaljisi bu yumurta-tavuk-horoz hikayesi…
Papatya sarısı yumurtanın tadı…
Horozun sonu gelmez gagalama girişimleri…
Avluda kesilen ve tüylenen tavuğun yağlı etinden pişen molehiya, ya da herse…
Yahut magarına-bulli…
Makarnanın üstüne rendelenen köy hellimi…
Biraz da nane…
Ama orijinal nane!..
Avluda yetişmiş…
Toplanıp kurutulmuş…
Hellimin içine üfelenmiş…
**
Kıbrıs’ta çay içme alışkanlığı şimdiye göre çok daha azdı eskiden…
Kahve kültürü hala çok yaygın, ancak çay da çok tüketiliyor artık…
Neskafe içenler eskiden de vardı, şimdi çok daha fazla…
Ama ‘sütlü çay’ ve ‘sütlü kahve’ içen neredeyse kalmadı.
Oysa genellikle ‘kutu sütü’yle yapılan çay ve kahve bir dönem oldukça popülerdi. Sütlü çay adanın eski sömürgecisi İngiliz’den kalma bir alışkanlıktı.
Bildiğimiz kahve ile yapılan ‘sütlü kahve’nin nereden geldiğini ise bilmiyorum.
Çay meselesine gelince…
Eskiden her evde ‘çay süzgeci’ bulunurdu mutlaka…
Süzgeçteki çayın üzerine boca edilen kaynar su, fincana mis gibi kokan çay olarak dökülürdü.
İster kara çay…
İster mülver çayı…
İster nane çayı…
İster adaçayı…
**
Çay süzgeci yok artık pek çok evde, kahvehanede…
Çay pişirme yöntemi değişti çünkü…
Poşete girdi çaylar!..
Eskiden ‘muzır neşriyat’ı naylon poşetlere koyarlardı, ama çayların başına gelen böyle bir şey değil.
Özel kağıt poşetlerde satın alıyor, sebilde sürekli 100 santigrad dereceye yakın bir ısıda bekleyen suyu bardağa koyuyor, poşeti içine batırıyor ve içiyoruz.
Fena mı?
Değil…
Aksine, yaşamı kolaylaştırıyor böyle ‘short cut’ durumları…
‘Tüketim toplumu’ olamadık daha tam anlamıyla belki, ama ‘hızlı tüketim’ konusunda hızla ilerliyoruz.
**
Teknolojiye, gelişmeye, değişmeye, ilerlemeye kimsenin bir diyeceği yok…
Şu farkla ama…
Poşete giren çay sayesinde biz kendi ülkemizin tadını unuttuk galiba!..
Adaçayını poşette görünce içim burkuluyor doğrusu!..
Naneyi…
Papatyayı…
Hatta bir de ısırgan çayı var galiba...
Isırgan…
Elimize, ayağımıza dokunduğunda alerji yapan o kötü bitki!..
Dağları, tepeleri, ovaları, kırları bu bitkilerle dolu Kıbrıs’ın…
Ama poşete girip öyle giriyorlar fincanlarımıza!..
Başka ülkelerden!..
**
‘Adalı’ olup ‘adaçayı’nı poşetten içmek ironik geliyor bana…
Naneyi de…
Papatyayı da…
Hele ısırganı!..
Horozu tepemde hissediyorum nedense…
Hem şu soru takılıyor aklıma:
Çay mıdır poşetteki acaba, yoksa bizim ‘ada’ mı?

(Arşivimden)

Bu yazı toplam 2123 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar