1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. “Profesör”ün soyduğu düzen!
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

“Profesör”ün soyduğu düzen!

A+A-

Bir "rektör" kendi üniversitesini "soymaktan" yargı huzuruna çıkıyor.
Doktor görmüştük elleri kelepçeli…
Eczacı görmüştük…
Şimdi de rektör…
“Çürüyoruz” diyeceklerine “büyüyoruz” diyorlar!

***
Üniversite kayıt ücretlerini sokakta topluyor, rektör!
3.500 dolar her öğrenciden…

O kayıt ücretlerinin üniversite eğitimi için olmasına imkan var mı?
Sizce öğrenci mi onlar?

***
Bir "rektör" görev yaptığı üniversitede “sahtekarlıkla para temininden” yargı huzuruna çıkıyor.
38 yaşında!

"O yaşta rektör mü olunur?" diye insan merak ediyor.
Daha evvel de yazdım.
"Üniversiteler adası" diyoruz ya!
"Üniversiteler çöplüğü"ne doğru yürüyoruz adım adım...

“Üniversiteler” onca ayrıcalık ve rant için örtü oluyor.
İşte bu örtünün altındaki kir kendini kusuyor.

"Öğrenci" kılıklı nicesinin "ihraç" kararı için her ay hazineden milyonlar ödeniyor.
Yollar tabela doldu, uysa uymasa, her yere, o üniversite, bu üniversite...
Denetlemekle yükümlü kurumun veri tabanı dahi yok.

Gelen yabancı kalıyor, dönmüyor.
Kıbrıslı öğrenciler ise ayrı bir dert...
Sahte reçete operasyonu var ya...
Bu kadar çok "eczacı" mezun etmenin hiç mi rolü yok?

Bir ara mesafe tüzüğü yapılacaktı, adım başı eczane açılmasının önüne geçilecekti, güya!
Olmadı.
Çünkü menfaat grupları derhal devreye girdi.
"Benim kızım, senin oğlun" derken, yine bir düzen kurulamadı.


***

Niçin şaşırmıştık, "O yaşta rektör mü olunur?"
Yükseköğretim, Planlama, Denetleme, Akreditasyon ve Koordinasyon Kurulu (YÖDAK)'u aradım, başkana sordum.

Planlamayan…
Denetlemeyen…
Koordine edemeyen kurul bu!
Adı var.

O yaşta rektör olmak akademik takvim açısından mümkün!

"Üniversiteye 18 yaşında başladıysa...
Başarılı bir öğrenciyse...
22 yaşında lisansı tamamlar.
2 yıl da yüksek lisans...
24 yaşında…

4 yıl da doktora yapıyor.
28 yaşında doktor oluyor.
3 yıl sonrasında  31 yaşında doçenttir.
5 yıl da profesörlük...
36 yaşında Profesör oluyor.

Bizim ülkemizde sonuç böyledir..."


***
“Soygun sektörü”nde de sınıf atlamış oluyoruz böylece…
“Profesör” seviyesine çıkmış çıta!
“Yaşasın KKTC!”

***
Unutmadan!
Söz konusu üniversite, Türkiye’deki Maarif Vakfı’na bağlı bir “devlet projesi” olarak takdim edilmişti.
“Maarif Vakfı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın destekleriyle dünyaya açılan bir eğitim harekatıdır. Ada Kent Üniversitesi de bu harekatın yüksek öğretimdeki Kıbrıs ayağını oluşturmaktadır." 
Tanıtımında tam da bu cümleler kurulmuştu!

Kıbrıs ayağı kaymadan önce rektör seçiminde çok daha özenli davranılsaymış keşke!

 


Acil’den acil kaçış!

acil.jpg

Girne Dr. Akçiçek Hastanesi’nin Acil Servisi’ne gitmiştim bir akşam, annem fenalaşmıştı.
Tek bir doktor vardı.

Doğrusu hem doktor hem de hemşireler son derece ilgiliydi.
Ama yorgunluk, yılgınlık, isyan okunuyordu gözlerinden…

Kalp krizi geçiren birisi gelmişti gece geç saatlerde…
Dışarıda iki sarhoş adam vardı ve bağırıp çağırıyordu.
Yine iki yabancı kadın vardı, sanırım Rusça olarak dertlerini anlatmaya çalışıyorlardı.
Sonra bir adam gelmiş, bu kadınlarla kavgaya tutuşmuştu, güvenlik görevlisi baş edemeyeceğini anlamış, bir kenara çekilmişti.
Doktorlara ulaşan kapı kapalıydı ve özel şifreyle açılıyordu, gecenin o saatinde elbette danışma falan da yoktu.
Sarhoş adam kapıya vuruyor, kadınlar bağırıyor, kalp krizi geçiren adamın çocukları ağlıyordu.
Annen “beni buradan götür” demişti.

***
Sosyal medyada Mete Feridun’un yaşadığı deneyimi okudum.
Girne Dr. Akçiçek Hastanesi’nin Acil Servisi’ne yarım saat dayanabilmiş sadece…

“Çok üzülerek ve utanarak söylemek durumundayım ki köpeklerimi götürdü
ğüm veteriner klinikleri bile daha medeni koşullara sahip” diyor.
İnsanın içini sızlatıyor bu ifade…
Kaçmış ve özel bir hastaneye gitmiş.


***
“Acil Servisler” kamu hastanelerinin en fazla başvurulan yerleridir ve ne yazık, hiçbirinde insanca bir ortam yoktur.
Ne altyapı vardır, ne de yeterli insan kaynağı…
Konfor da yoktur, iletişim de…

***
Sevgili Yenal Süreç’in de dediği gibi “kamunun ürettiği hizmetlerde durum maalesef bu ve daha da kötü olan bunun hem hizmeti sunanlar hem de kullananlar tarafından kanıksanmış olması…”

Yıllardır sorunları biliyor, görüyor, yaşıyoruz.
Bilmeyen yok.
İsyan ediyor ama çözüm üretemiyoruz.
Kabullendik.
“Bu işler düzelir” diye bir umut da taşımıyoruz.
Ne kadar yaralayıcı bir durum…
 


Elektriğe zam sadece elektriğe değildir!

elektrik-002.jpg

Elektriğe yine zam geldi ya!
Hem de epeyce…
Yalnızca elektrik faturaları artmayacak…
Marketlerin en önemli gideri haline geldi enerji…
O fatura, sizin alışveriş sepetinizin üzerine eklenecek, her üründe…
Elektrikle birlikte yumurta da zamlanacak yoğurt da…
Üzüm de zamlanacak, nar da…
“Ne alaka” diyeceksiniz ama et de zamlanacak, süt de…
Göreceksiniz…
Berber ve kuaför de artıracak ücretini...
Tesisatçı da…
Giyim kuşamdan sağlığa herkes kendi gardını alacak.

Elektriğe zam sadece elektriğe değildir.
Sanayiye, esnafa, üretimedir.

Bir de polis müdürünün oğlu, sendikacının evladı, partili arkadaşların yakınları içindir (!)

Bu yazı toplam 4233 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar