PROJE VARSA, PARA DA VARDIR.
ESKİŞEHİR NOTLARI 2
Geçen hafta yaptığımız Eskişehir gezisinin bizleri ne kadar etkilediğini buradaki köşe yazımda sizlerle paylaşmıştım. Yılmaz Büyükerşen’den önce Anadolu’nun ortasında kaybolmuş bir şehirdi Eskişehir. Diğer şehirlerden kendini bir adım öteye koyan özellikleri yoktu. 18 senelik yaşadığı süreç boyunca bu Anadolu kenti, Avrupa başkentlerini imrendirecek bir noktaya taşındı.
Tabii 18 yıl çok uzun bir zaman denilebilir. Fakat Yılmaz Büyükerşen daha ilk seçimine girerken Eskişehir’in dönüşümüyle ilgili vizyonunu şu şekilde ortaya koymuştu:
- Şehir tramvaylarla donatılacaktı,
- Porsuk Çayı restore edilecekti,
- Çayda gondollar gezecekti,
- Porsuk'un kenarında piknik yapılan alanlar olacaktı,
- Büyük bir kent parkı yapılacaktı,
- Odunpazarı Bölgesi'ndeki evler restore edilecekti
liste uzuyor da uzuyordu.
Yıl 1998 idi ve Eskişehirlilerin pek çoğu bu kadar büyük vizyonlar vadeden Yılmaz Hocanın delirdiğini düşündüler. Bahsettiği bu büyük vizyonlar Anadolu’nun ortasında kaybolmuş bir şehirde nasıl gerçekleşebilirdi?
Yılmaz Hoca ilk seçimini kazandı. Kazandı ve işe koyuldu. Proje varsa para da vardı, fakat henüz projeler hazırlanmamıştı. İki tane uluslararası proje şirketi ile görüşüp projeler için anlaşma yaptı. Projeler hazırlanıp Avrupa Birliği Kalkınma Bankası'na düşük faizli kredi için başvuru yapılacaktı.
Eskişehir bizler gibi şanslı değildi. Lefkoşa Türk Belediyesi’nin elinde olan fon imkanları onlarda yoktu. TC Kalkınma ve Ekonomik İşbirliği Koordinasyon Ofisi , Avrupa Birliği , Birleşmiş Milletler gibi kurumlardan geri ödemesiz fonlar alamıyordu. AB Kalkınma Bankası'ndan alacağı krediyi ise geri ödemek zorundaydı.
Projeler hazırlandı:
- İlk proje tramvay projesiydi. Kıbrıs’ta oluşan genel algının aksine, toplu taşıma sistemleri doğru kurgulanıldığında mutlaka kendi kendini ödüyordu. İlk projenin hesapları sürdürülebilir ve kendini öder nitelikteydi. Doğal olarak da AB Kalkınma Bankası'ndan krediyi aldı.
- İkinci proje ise Porsuk Çayı rehabilitasyon projesiydi. Çayın kenarına gelen insanlardan bilet parası alınamayacağı için projenin doğrudan geliri azdı. Gerçi projenin dolaylı gelir potansiyeli yüksekti ama bu potansiyel, rakamsal olmadığından fizibilite raporuna yansıyamıyordu.
AB Kalkınma Bankası Porsuk Çayı Projesine heyecanlanmış ve gerçekleşmesi gerektiğine inanmıştı. Üstelik dört dörtlük hazırlanmış bir uygulama projesi de vardı. Banka o güne kadar almadığı bir inisiyatif aldı ve geri ödeme garantisi olmayan bu projeyi onayladı. Yani kısacası ‘Biz bu projeye inandık, gerekirse verdiğimiz paranın geri dönüşü olmasın’ diyerek Porsuk Çayı'nın dönüşümüne onay verdi. Proje vardı, para bulundu.
Eskişehir, Porsuk Çayı ve tramvay ile başladığı bu dönüşüme durmadan devam etti. Ve Anadolu kentleri arasında kaybolmuş bir kent iken, kendini Avrupa başkentlerinin kıskanacağı bir noktaya taşıdı. Bu kredinin ödemeleri de şehre gelen turist ve öğrenci sayısı katbekat arttığından dolayı sorunsuz bir şekilde gerçekleşti.
Teknik gezimizin son gününde Porsuk Çayı'nın şehre girdiği noktayı da ziyaret ettik. O koca çayı dolduran, göller yaratan ve Porsuk'u dönüştüren çay, küçücük bir dere ile şehrin içine doğru akıyordu. Akarsuyu incelemek için içine indiğimde sanki Eskişehir’de değil de Lefkoşa’daydım. Sanki Lefkoşa’nın Kanlıderesi’ne inmiştim.
Dere şehre akarak giriyor fakat şehrin içine yapılan bir seri set sayesinde birbirine bağlı geniş göllere dönüşüyordu. Böylece su ile kent buluşuyor ve şehrin yaşam kalitesini artırıyordu.
Madem ki ihtiyaç olan su bu kadar, biz de aynısını Lefkoşa Kanlıdere’de başarabiliriz. Evet, belki sürekli akan bir çayımız yok ama yağmurlu dönemlerde binlerce metreküp su Trodos Dağı'ndan şehrimize giriyor ve sokaklara taşıyor. Bu suyu sokaklara taşırmak yerine Mehmet Akif Caddesi'nin arkasında yapacağımız bir Dereboyu Gölet'inde rezerv edebiliriz. Ve senenin sıcak aylarında bu suyu dereye akıtır, deremizin kurumasını engelleyebiliriz.
Bu vizyonu gerçekleştirmek için bizim elimizde Eskişehir’de olmayan bir şans var. Lefkoşa’da böylesi projeler için geri ödeme istemeyen, bizlere fon verecek kurumlar var: TC Kalkınma ve Ekonomik İşbirliği Koordinasyon Ofisi , Avrupa Birliği ve UNDP.
Bu fonları alabilmek için yapmamız gereken tek şey ise Eskişehir’in AB Kalkınma Bankası'nı ikna ederken yaptığı gibi, projelerimizi hazırlamaktır. Bunun için de artık “bizde olmaz” melankolisinden çıkmamız ve müziğin sesini duymamız gerekiyor.
Çünkü Nietzsche’nin de dediği gibi:
“Müziğin sesini duymayanlar, dans edenleri deli sanıyorlar.”