1. YAZARLAR

  2. Hasan Yıkıcı

  3. Prokrustes’in Yatağında Tepinirken
Hasan Yıkıcı

Hasan Yıkıcı

Prokrustes’in Yatağında Tepinirken

A+A-

Yunan mitolojisinde, Poseidon’un oğlu olarak kabul edilen Prokrustes, Attikalı bir hayduttur. Prokrustes’in alamet-i farikası, “demir yatağından” gelmektedir.  Anlatıya göre Prokrustes, Atina ile Eleusis arasındaki yolda büyük bir evde yaşarmış. Yoldan geçenleri evinde misafir eden Prokrustes, insanları konukseverliği ile ayartır. Sonra onları yakalayarak demir yatağına bağlar.  Eğer kişinin boyu demir yatağa kısa gelmişse, onu kollarından ve bacaklarından çekerek, yatak boyuna hizalar. Kişinin boyu demir yatağa sığmıyorsa, bu kez de kolların ve bacakların fazlalıklarını keser ve yatak boyuyla eşitler.  Yani Prokrustes ‘misafirlerini’ ya fazlalıkları yok ederek ya da eksiklikleri gidererek demir yatağa uygun hale getirir. Yine başka bir anlatıya göre Prokrustes’in biri küçük diğeri büyük iki yatağı vardır. Bu yataklardan küçük olanına uzun boyluları, büyük olanına ise kısa boyluları yerleştirerek, boylarını işkence yaparak yatağın ölçütlerine eşitler.

Her iki örnekte ve anlatının bütününde karşımıza çıkan şey, bir tek tipleştirme ve yatağın ölçütlerine göre bedenlerin uydurulmasıdır. Prokrustes’in demir yatağında kişi, ya fazlalıklardan arındırılarak ya da eksikleri tamamlanarak ölçütlere, normlara ve belirlenmiş sınırlara uyarlanır.

***

Prokrustes’un bir despot/haydut ve kural koyucu olarak kabul edebiliriz. Nitekim bu anlatıyı yorumlayanlar için Prokrustes zorba bir despottur. Ama burada mesele Prokrustes değil, onun demir yatağıdır. Rivayete göre Yunan mitolojisindeki kahramanlardan biri olan Theseus,  Prokrustes’i yakalar ve onu kendi demir yatağında işkence ederek öldürür. Burada bir yandan kahramanlık/kurtuluş alegorisi kendisini gösterir. Diğer yandan ise bu kahramanlık anlatısı üzerinden demir yatağın kendisini yenileyişini, varlığını pekiştirdiğini okuyabiliriz. Prokrustes ortadan kaldırılsa bile demir yatak hala varlığını sürdürmektedir.

***

Peki bu anlatı bugün bize ne söylüyor? Devlet denen ve sürekli yaşam formları dayatan kurum, hep bir Prokrustes’in demir yatağı olagelmiştir. Başında duran Prokrustes’ler değişse de “demir yatak” olarak devlet varlığını sürdürmüştür. Sınırlar, kimlikler, bayraklar, cinsiyet kalıpları, genişleyen egemenlikler ve daralan özgürlükler, iktidarın filtrelerinden damlayan öznellikler üreterek de hâlâ varlığını devam ettirmektedir.  

Ahlak ve din yine aynı şekilde devletlerin dayattığı yaşam formlarıyla iç içe geçerek birer Prokrustes’in yatağı olarak önümüze serilmiştir. Keza tarih, daha doğrusu kurumsallaşmış ve devlet aklıyla işlenen tarih her zaman bir Prokrustes’in yatağı işlevi görmüştür. Hatta tarihin de Prokrustes’in yatağından geçirilerek bir anlatıya dönüştürüldüğünü söylemek abartı olmayacaktır. Çoğu zaman zaten tarihten bahsedilmez, tarihin Prokrustes’ler tarafından türetilmiş anlatılarından, temsillerinden; “demir yatakta” ölçülüp şekillendirilen tarihten bahsederiz.

Zorunlu eğitim, aile, askerlik kurumu, ataerki ve en genelinde toplumun kendisi birer Prokrustes’in yatağıdır. Bu yataklardan geçen insan, fazlalıklarından arındırılır, eksiklikleri tamamlanır ve bir uyum insanına, Nietzsche’nin deyimiyle ‘sürü insanına’ dönüşür. Sürü insanı kavramı bir aşağılama değildir. Tam tersine toplumsallaşma süreçleriyle (Prokrustes’in yatağı) normda büyüyen ve normu büyüten kitledir. Sürü insanı ortaya herhangi bir değer koymaz. Çünkü böylesine bir güce sahip değildir. O Prokrustes’in yatağında türeyen değerlerin taşıyıcısıdır sadece. O ancak genel normların ve ahlaki değerlerin doğrultusunda sürüklenen, zayıf ve tembel insandır. Amacı sürüde kendisine bir yer bulmak, konumunu korumak ve ait olduğu sürünün sınırlarından taşmamaktır.  Sürü insanı, kendi Prokrustes’in yatağını her daim yanında taşır, hatta üzerinden kalkmaz. Tüm aşkın Prokrustes’in yataklarının yanında bir de içkin Prokrustes’in yatağı vardır. Bu da konformizmdir.

***

Verili değerleri aşamayan, onları yıkamayan, yeni değerler yaratamayan kişi Prokrustes’in demir yatağında ne kadar tepinirse tepinsin, tüm huzursuzluğunu kendi içine kusar. Tüm bu hınç, tüm bu tepinmeler ve kuruntular günün sonunda Prokrustes’in yatağını yenilemekten başka bir işlev görmez. Kendi tepinişinde demir yatağın ölçütlerine biraz daha yaklaşmıştır. İşte bu aynı zamanda bir çürümedir. Zayıf insanın, kendi zayıflığına dayanarak tüm Prokrustes’in yataklarını meşrulaştırması, normalleştirmesi ve kabullenmesidir.

***

Doğduğumuz andan itibaren Prokrustes’in yatağına yatırılırız. “Uyuma”, “töreye” “norma” ve “ödeve” her çağrılışın yolu Prokrustes’in yataklarından geçer. Sürü insanına katıldıkça bu yatakları artık yanı başımızda taşımaya başlarız. Kişi, celladına aşık olur, bu yataklardan geçmeksizin bir değer bulunamayacağına ayartılır, kurtuluş yolunu hep bir kurtarıcı mitinde arar.  Günün sonunda sürü insanı da bir çeşit Prokrustes’in yatağına dönüşür. Sürünün dışında kalanları her an kesip biçmeye müsait bir yatak.     

***

Yaşadığımız coğrafyada “milli değerlerimiz”, “örf ve aidiyetlerimiz”, “gelenek ve göreneklerimiz”, “egemen eşit devletlerimiz”, “anavatanımızla sarsılmaz ilişkilerimiz”, “yeteri kadar türk/müslüman değillerimiz” hep birer Prokrustes’in yatağı olarak kurulan söylemlerdir. Ama dahası da var; sürekli bir köle ahlakı ve tepkisellik üreten yataklar da vardır. “Kıbrıslılığımız”, “bizim insanımız böyle bir şey yapmazlığımız”, “kötü ama bizim kötülüğümüz”, “mafya ama bizim mafyamız” ve “bizi yok eden yerleşiklerimiz”, bunlar da hep hınç ve tepkisellik üreten Prokrustes’in yataklarından geçen söylemlerdir.

Prokrustes’in yatakları sadece egemenin değil, egemenin zihin dünyasından kurtulamamış ‘muhaliflerin’ de hizmetindedir. Despota karşı başkaldırırken, içimizde sessizce kükreyen despotu yok edemediğimiz sürece, Prokrustes’in yataklarını yeniden üretmiş oluruz. Bizim Theseus’lara değil, Prokrustes’in yataklarını yok etmeye ihtiyacımız var.

***

Aynen Nietzche’nin dediği gibi:

            “Her kim ki iyi ve kötü’de yaratıcı olmak ister, en önce bir yok edici olmalı, değerleri parçalamalıdır.

            En yüksek kötülük böylece en yüksek iyiliğe girer: Bunun da adına yaratıcılık denir.”

İşte bizim decadance çağımızla yüzleşmek, ancak elimize çekiçleri alabildiğimiz zaman gerçekleşecek; hemen yanı başımızda taşıdığımız Prokrustes’in demir yataklarını parçalamaya başladığımız zaman… 

Peki ama bizim bir çekicimiz var mı?

hk-003.jpg


 

Kaynaklar:

Oxford Antikçağ Sözlüğü - Editör: M.C. Howatson / Kitap Yayınevi

Tanıdık ve Yeni, Nietzsche’de Aşırılık, Yaşam, Kendilik - Pinhan Yayınları

Ecce Homo - F. Nietzsche / Norgunk Yayıncılık

 

 

 

 

Bu yazı toplam 1867 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar