Quo vadis ?
Crans Montana Konferansı’nın çözüm ile sonuçlanma ihtimalinin çok düşük olduğu, bunu zorlamanın toplumlar arası ilişkilere ve yeni çözüm dinamiklerine zarar vereceği, dolayısıyla stratejik hamleler yapılması, uygun adımların uygun zamanda atılması gerektiğini sürekli yazdık, konuştuk. Öneriler yaptık.
Mecliste gerekçeleri ile birlikte konuştuk; aman bu süreçte dikkatli olalım, gerekirse Güven Yaratıcı önlemlere ve Kıbrıslı Türklerin Avrupa Birliği ile ilişkilerini geliştirmeye yönelelim dedik, bu süreç kopmaz yine değerlendirir başlarız dedik. Konuştuk ve anında “çözüm sürecinin kopmaması için” görüş ürettiğimizden dolayı Dışişleri Bakanı Sn.Tahsin Ertuğruloğlu tarafından “Rum”a hizmet etmekle suçlandık, Meclis kürsüsünden…
“Ya hat ya bat”…dendi… Olursa tamam da; peki ya olmazsa diye sorduk… “önümüze bakacağız” dendi.
O günden beri bu tür bir siyasi aklın bizi duvara vurduracağını düşündüm, yine de Konferans sırasında sağduyu ile süreci anlamaya ve izlemeye yöneldim.
Siyasette her zaman genel bir prensip olarak önce kendime bakmayı, beni temsil edenin süreci nasıl yönettiğini ve ne elde ettiğini değerlendirmeki, ona göre diğer faktörlere odaklanmak isterim.
Çuvaldızı kendimize batırmayacağız, sonra da kendi içindeki her türlü görüş ayrımını yok eden milliyetçi aklın, klasik toptancı söylemi ile “Rum”u eleştireceğiz… Onlar da aynı şekilde “Türk”ü…Bu yaklaşım sonuç değil çatışma üretir.
“Ya hat ya bat” siyaseti, tamamıyla çökünce altında Kıbrıslı Türk toplumu kaldı !
Biz kaldık…
Kıbrıs Türk Liderliğinin “ya hat ya bat” siyaseti bizi duvara vurdurdu ve tüm toplum bu başarısız siyasetin altında kaldı.
Neden biliyor musunuz? Süreçte kendi toplumu adına gerçek anlamda Liderlik yapamadığı için, kendini farklılaştıramadığı, kendini özgün kılamadığı için…
Bugünkü söylem ve ruh hali, 1. Mont Pelerin görüşmelerinin ardından yapılan basın toplantısındaki tavıra benziyor. “Maksimalist “Rum”lar bizi anlamadı. En çok barışı biz isteriz, e biz de yapamadığımıza göre bu iş olmaz bilesiniz.”
Bak sen !
Kırk yıldır sürdürülemez dediğimiz kuşatılmış alanı normalleştirme derdine düştü Kıbrıs Türk Liderliği.… Bir süreden beridir, ülkemiz siyasetine egemen olan verili durumun yani statükonun meşrulaştırılması-legalleştirilmesi siyasetine Liderlik de destek olunca, kuşatma daha da halkın belini sardı, daha da sarstı.
Kıbrıs sorununu çözmek ya da çözmemek kısa vadede olmayabilir elbette, ancak Kıbrıslı Türklerin masadan toplumsal kimlikleri, dünyaya bağlanma iradeleri ve sosyal özne oluşları ile kalkmaları gerekirdi.
Kıbrıs Türk Liderliği masadan hiçbir kazanım elde etmeden kalkmış ve verili koşullarda yaşamayı toplumuna işaret etmiştir.
Şimdi de “B Planı ne olmalı ?” diye soruluyor topluma, başarısızlığa gerekçe yaratılmaya çalışılıyor. Ne denir ki bu duruma…
Kimsenin, Kıbrıslı Türkleri verili koşullarda boğmaya, umutsuzlukla 1950’lerde başlayan göçü dolayı olarak teşvik etmeye hakkı yoktur.