1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Renkler ve dokular
Renkler ve dokular

Renkler ve dokular

Renkler ve dokular

A+A-

Stella Aciman

Resim sanatına karşı özel bir ilgim vardır. Geçtiğimiz günlerde bir doktor arkadaşımın kliniğinde gördüğüm bir resimden o kadar çok etkilendim ki, bu ressamı tanımalıyım diye düşünerek Mağusa yollarına düştüm. Semen Emiroğulları… O bir öğretmen, o ‘annelik bana çok şey öğretti’ dediği Ayşegül’ün annesi ve renklerle, alçılarla, hindistancevizi, deniz kabuklarıyla bütünleşerek duygularını tuvallere döken müthiş bir ressam. Yaptığı resimlerin içinde kayboluyor insan, hele tuvalleri çevreleyen eski tahtadan yapılmış çerçeveleri görünce ‘müthiş bir yaratıcılık’ hissediyorsunuz. ‘Ben hala resim yapmayı öğreniyorum’ diyebilecek kadar mütevazı bir kadın… Okumaktan, araştırmaktan yılmıyor, o kadar ki, şu anda OCA (OPEN UNIVERSITY OF CREATIVE ARTS ) BA PAINTING öğrencisi…

Siz kimsiniz?

Ben Larnaka’da doğdum, 8 yaşında güneyden kuzeye göç ettik. O yıllarda çok iyi bir öğrenci değildim ama Türk Maarif Koleji’nin sınavına girdim ve kazandım. O yıllardan unutamadığım bir anım var, anlatmak isterim… Babam okulumuza öğretmen olarak gelmişti, bir kural koymuştu. Öğretmen çocuğu olduğumuz için ‘öğretmen odasının önünden geçmeyeceksiniz’ demişti. Kardeşimle bana para vermişti ve ‘aranızda paylaşın’ demişti. Biz paylaşamadık ve o gün ilk defa öğretmenler odasına gittik, babam parayı ortasından ikiye böldü ve bize birer tokat attı. Bunu yıllar önceki öğretmenlik anlayışını anlatmak için anlattım. 6 yıl yurtta kaldım, çünkü ailem kendi ayaklarımın üzerinde durabilmemi istiyordu ki onlar da yatılı okullarda okumuştu. 

Resim hayatınıza o yıllarda mı girdi?

Resim öğretmenim Gönen Atakol’du. Resme ilgim o yıllarda başladı diyebilirim. Resim atölyesinde zaman geçirmekten çok zevk alırdım. Öğretmenime de büyük bir hayranlığım vardı. İngiliz edebiyatına da çok ilgim vardı. 6 yılın sonunda ODTÜ’yü kazandım. Teknik bir üniversitede ilk defa İngiliz edebiyatı bölümü açılmıştı. Ankara bana çok farklı şeyler kazandırdı çünkü sinema, tiyatro, resim gibi sanat olaylarının içindeydim. Küçük bir Ada’dan gelen biri olarak, sinema, tiyatro, resmin yanı sıra kitapları, o kitapların yazarlarıyla tanışmayı keşfettim. Sergilere gitmeye başladım ve sanat yanım şekillenmeye başladı.

ANNELİK SONRASI

Eğitim bitti ve Kıbrıs’a döndünüz…

Evet, döndüm ve ODTÜ’de tanıştığım eşimle evlendim. Önce DAÜ’ye başladım, sonra orta öğrenimin sınavını denemek istedim, sınavda birinci oldum. O zamanlar devlette bir iş buldun mu ‘aman hemen kap’ zihniyeti vardı Kıbrıs’ta. Eşim ticaretle uğraşıyordu, sabah okula gider, öğlen birde çıkar eşimin yanına gider, ona yardım ederdim. Ben önce kendi yaşamımı yaşayıp sonra çocuk sahibi olmak istedim. Beş yıl sonra anne oldum.

Resim ne zaman aklınıza düştü?

Anne olduktan sonra akademik dünyaya yakın olma isteğim depreşti. Bir anda karar verdim ve Cambridge üniversitesinin sınavına girdim ve bir burs aldım. Mesleğim açısından da çok iyi ve yararlı oldu bu program. Amerika’ya bir gidişim oldu yine bir burs sayesinde; drama ve müzik üzerine. Döndüğümde DAÜ’ nün müzik, İngiliz edebiyatı ve insani bilimler diye açılan ama maalesef sonradan kapanan çok güzel bir bölümü vardı ve oraya girdim. Yabancı öğretmenleri olan dünyalı bir bölümdü. Beni, o bölümde aldığım derslerdeki seçimim teori dünyasına soktu ve sanata yaklaşmaya başladım. Bir hocam derste “golem* diye bir söz duydum, bir araştır bakalım” dedi. Bir sözcükten koskoca bir tez yazdım. Bu bağlamda tezime son noktayı koymak için Prag’a gittim. Golem heykelini orada, yerinde görmek istedim.

Öğretmen arayışı ne zaman başladı?

Prag’da o kadar etkilenmiştim ki, döndüğümde öğretmen arayışına girdim. Baki Boğaç’la tanıştım. Onun da yeni bitirdiği bir sergisi vardı, ‘Işıklar ve Böcekler’ diye… Beni atölyesine davet etti ve hobi olarak resim yapmaya başladım. Orada yeni ve farklı bir dünya keşfettim. Bir süre sonra evimde büyük bir atölye kurdum ve orada coştum. Yaptıklarımı zaman zaman hocama gösterdim. Hocam heykeltıraş olduğu için benim dokulu çalışmalarımda çok etkisi vardır. O alçıyı kullanıyordu, ben boyalarla haşır neşir oluyordum ama ben de alçıyı kullanabilirim diyordum ve ortaya üç boyutlu eserler çıkıyordu. Bu yedi yıl devam etti, belli bir noktadan sonra atölyeme sanatçılar geldi ve onlar fovist olarak tanımladılar.

Siz resimlerinizi nasıl tanımlarsınız?

Ben kendimi tanımlarken, soyut dışa vurumcu olduğumu biliyorum çünkü aldığım kritikler bu doğrultuda.  Ben de kendimi, soyut dışa vurum akımına yakın hissediyorum. Tercih ettiğim malzemelerde de bu tarz belirli çünkü elim ne olursa olsun hemen yoğun kullandığım malzemelere gidiyor. Yani resim bende bir dil olmaya başladı. İnsanın kendini etiketlemesi zordur. Ben sadece yapıyorum, mutlu oluyorum, yaptığım şeyleri beğenmem çok zor oluyor.

SADECE SEYREDENLER

Kaç senedir resim yapıyorsunuz?

2005 yılında başladım, yani 10 yıl oldu.  Ben çok araştırmacı biriyim. Mesela evimde çok büyük bir kütüphanem vardır. Çok fazla seyahat edemesem de, filmlerle, kitaplarla giderim bir yerlere... Hep araştırma, inceleme, öğrenme peşindeyim. Mesela Rönesans dönemi için İtalya’ya gittim.

Kaç sergi açtınız?

2 sergi açtım, SEYİR 1 ve SEYİR 2…  Seyir- balıkgözü; biz Kıbrıslılar hem seyir ederler yani giderler gelirler. Bir de sadece seyrederler, hiçbir şeye karışmazlar. Mesela bir yangın olur, “aman ne kötü” derler ve balkonlarında oturup seyrederler. Yani kalkıp gitmez bir lenger su dökmek için. Birini DAÜ’de eğitim haftasında açtım. Çok iyi izlenimler oldu. Ordaki sergimin konsepti balıklardı. Dokulu malzemeden çalışmıştım resimleri. İlk sergimde İzmir’e, hocam Ülker Hanım’a resmimi sattım. Şimdi evindeki duvarda sarı bir balık resmim var. Ve o sergide 4 resmim daha satıldı. Seyir 2 ise; bir takım semboller araştırdım ve okudum.  Mısırlılardan, Sümerlerden, Mayalardan kitaplar okudum. İm tuvalimin başına, SEYİR 2 çıktı ortaya. İnsanoğlu neden iz bırakmak istemiş, iletişim kurmuş gibi… O sembolleri biraz alçıyla çalışarak oymak istedim. Tuvalde nasıl yansıtabilirim diye düşündüm. Sonra kendi etrafımdaki izlere baktım. Ve hepsini unuttum, geçtim tuvalimin başına, SEYİR 2 çıktı ortaya. Irmaklar çıktı, mavilerim patladı bu defa. İkinci sergimi 2010 yılında Mağusa’da kendi çevremin olduğu yerde açmak istedim. Bizim kültürümüzde resim olayı pek yoktur, yani insanlar sergilere pek gitmezler. O yüzden yakın çevremdeki insanlarla paylaşmak istedim. Yine çok iyi izlenimler aldım.

Yeni bir sergi hazırlığınız var mı?

Açıkçası cumhurbaşkanlığı seçimi geçsin, ortalık sakinlesin, hazırlanabildiğim en kısa zamanda üçüncü sergimi açmayı düşünüyorum. Saçaklı Ev olabilir Golem’lerime diye düşünüyorum.

Yeni serginizin ismi ve konusu ne olacak?

Sergimin adı, GOLEM of THE BLUE GHETTO olacak. Golem bir Yahudi miti, gettoyu da Ada’nın metaforu olarak kullanıyorum.

BAZEN KOLAY, BAZEN ZOR

Yeni atölyenizi ne zaman açıyorsunuz?

Önümüzdeki günler içinde açıyorum, adı da DOKU RESİM ATÖLYESİ olacak.

Hangi ressamlar sizi etkiler?

Picasso ve Jackson Pallok, Heidi Trutman.

Resim yapma sürecindeki duygularınızı anlatın desem…

Bence resim yapmak yaşamak gibi, dinamik, canlı nefes alıp veren, sürekli şekillenen, değişebilen, gelişebilen, düşen kalkan, ağlayan gülen, beklenmedik, bazen apansız, bazen kolay, bazen zor... Bazen acıtan, yaralayan, bazen yaraları saran... Tuvale aktarılan her şey mutlaka benden beslenir. Benim için resim yapmak  etrafımdaki döngünün bende bıraktığı ağırlıkları dışa atmak, paylaşarak hafiflemek.
Yaşarım duyarlı bir şekilde kanımla canımla, sonra birden birikir içimdekiler, birbirine ayna tutar. Beslendiğim sanat dalları öncelikle edebiyat, sinema, resim heykel müzik gibi. Farklı sanat dallarının birbirleriyle olan etkileşimleri yolumu aydınlatıyor. Birbirine bağlamayı veya şeyler arasındaki ortak arakesitleri iyi fark ederim... Ardından hayallerim ve malzeme arayışlarım ortaya çıkar. Denemelerim ve yeni bir yolculuk başlar. Malzememle yoğrulurken en sevdiğim süreç başlar. Koklarım, tadarım bile bazen... Ellerimle, spontane döke saça... İzleyerek ve gerekirse müdahale ederek sona giderim...
Doku benim için resim yapmanın vazgeçilmezi.

 

*Golem, efsanelerde ruhu olmayan genelde kilden veya topraktan oluşturulan bir canlıdır. Orta çağda tanrının isimlerinin veya sıfatlarının farklı şekillerde söylenmesi, bu kelimeleri oluşturan harflerin farklı şekilde dizilmesi veya bunların bir kâğıda yazılarak yapılan muska ve tılsımlarla golem oluşturulmasına ilişkin birçok efsane doğmuştur. Bir Musevi efsanesinin kahramanıdır, Talmud'da Âdem'in ruh üflenmeden önce bir golem olduğu yazılıdır.
Musevi folklorunda golemler genellikle insan şekli verilmiş çamurdan yapılırlar. Ruhları yoktur, zekâları düşük seviyededir ki Golem seviyesi İbranicede "aptal" kelimesinden türetilmiştir.(גולם, goilem) Temel amacı yaratıcısını korumaktır. 17. yüzyıl Prag Musevileri arasında antisemitiklere karşı adaleti sağlayan doğaüstü "Prag Golemi" inancı yaygındı. (vikipedi)

Bu haber toplam 2028 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 206. Sayısı

Adres Kıbrıs 206. Sayısı