1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Road to Ithaca”, “Gölgeler ve Suretler” ile “Mendil” gösterilecek...
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Road to Ithaca”, “Gölgeler ve Suretler” ile “Mendil” gösterilecek...

A+A-

Geçmişle yüzleşmeye dair Kıbrıs’tan filmlerin gösterimleri sürüyor... Bu hafta “Road to Ithaca”, “Gölgeler ve Suretler” ile “Mendil” gösterilecek...  AKEL Türkçe sayfasında yer alan bir haberde şöyle deniliyor:

“Kıbrıs Film Arşivi adamızdaki bölünmüşlük, barış ve yeniden birleşme konularının işlendiği Kıbrıs filmlerinin gösterileceği etkinlikler dizisine devam ediyor.

Kıbrıs Film Arşivi tarafından yayınlanan duyuruda, 4-10 Kasım tarihleri arasında Lefkoşa’daki film gösterimlerinin saat 19.30’da başlayacağı belirtildi.

Lefkoşa’da film gösterimlerinin yapılacaklar yerler:

• İfandurgio (eski tekstil fabrikası): Lokmacı geçiş noktası yakınındaki Faneromeni Ortaokulu’nun arka tarafında (Lefkonos Cad. No:67-7)

• Arabahmet Kültür Evi: Lokmacı geçiş noktası yakınında (Mehmet Hüseyin Sok.)

FİLMLERİN GÖSTERİM PROGRAMI...

8.11.2024 - Cuma

SHADOWS AND FACES (GÖLGELER VE SURETLER)

Gösterileceği yer: İfandurgio

9.11.2024 – Cumartesi

ROAD TO ITHACA

Gösterileceği yer: İfandurgio

10.11.2024 - Pazar

MENDİL

Gösterileceği yer: İfandurgio

FİLMLER HAKKINDA BİLGİ...

Gölgeler ve Suretler - Derviş Zaim

SHADOWS AND FACES (2010)

116 dakika – İngilizce altyazılı

sayfa-17-resim-013.jpg

Toplumlararası çatışmalar başladığında bir Karagöz oyuncusu Salih ve kızı Ruhsar korunmak için şehirden karma bir köydeki arkadaşlarının yanına giderler. Orada insanlar barış içinde yaşamaktadır ancak gerginlik içten içe kendini hissettirmektedir. Büyükler birbirlerine saldırmama konusunda anlaşırlar ama gençlerin ateşi burnundadır. Silah toplamaya ve çatışmaya hazırlanmaya başlarlar. Kötü günlerin gelişi gecikmeyecektir.

ROAD TO ITHACA - Kostas Dimitriu (1999)

108 dakika – İngilizce altyazılı

1974 savaşından birkaç ay sonra Yasemin Türk ordusu tarafından esir alınan Tilemahos'u bulmaya çalışır. Çevrelerindeki toplum fanatizm ve çatışmaya sürüklenirken, onlar birlikte büyüyüp birbirlerini severler. Artık Kıbrıslırumlar adanın güneyine gelmek zorunda kalmıştır ve Tilemahos'u bulmasına yardım etmesi için Yasemin bir Türk subayına başvurur. O kendisini bekleyen korkunç gerçekleri bilmemektir.

MENDİL - Hristalla Avgusti  (2019)

63 dakika – Türkçe ve Rumca altyazılı

Leyla ve Maria. Yaşamları Kıbrıs’ın tamamının öyküsünü yansıtan iki kadın. Leyla eşi kayıp olan bir Kıbrıslıtürk kadın, Maria ise kendi yurdunda mülteci olmuş bir Kıbrıslırum kadın. Onların sevgileri savaşın nefretini yok ediyor. Gözyaşları aynı mendilin üzerine akıyor ve aynı umudu besliyor. Bu umut ise tel örgüleri delip geçiyor.


BASINDAN GÜNCEL...

“Kayıplar konusunda Kıbrıs’ın güneyinde panel düzenlendi...”

Lefkoşa, 4 Kasım 2024 (TAK): Kıbrıs’ın güneyinde geçtiğimiz Pazar günü kayıplar konusunda panel düzenlendiği bildirildi.

Haravgi gazetesi, panelde “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Dördüncü Devletlerarası Başvuru konusunda verdiği kararın uygulanmasına yönelik öneriler sunulduğunu kaydederek, Türkiye’den kayıpların akıbetinin belirlenmesine katkıda bulunmasının ve uluslararası camiadan Türkiye’ye bu yönde baskı yapılmasının talep edildiğini” yazdı.

Gazete, panelde konuşma yapan Tüm Kıbrıs Beyan Edilmemiş Esirler ve Kayıp Yakınları Derneği Başkanı Nikos Sergidis’in, AİHM’nin, kendileri için büyük önem teşkil eden kayıplar konusunda 10 Mayıs 2001’de verdiği karar ile kayıp yakınlarına manevi tazminat ödenmesine yönelik kararın henüz uygulanmadığını belirttiğini kaydetti.

Habere göre “Kıbrıs Trajedisindeki Beyan Edilmemiş Esirler ve Kayıp Yakınlarından Oluşan Panhelenik Komite Başkanı” Başkanı Maria Kalburci ise, bu konuda ihmaller ile hatalar olup olmadığını ve daha etkili hak talebi yöntemleri bulunup bulunmadığını sorguladı.

Gazete, Kıbrıslırum Dışişleri Bakanlığı Genel Müdürü Andreas Kakuris’in de, “AİHM kararının yalnızca Güney Kıbrıs’ı bağlamadığını, Avrupa tarihinde buna benzer birçok durum bulunduğunu ve kararın bunları da ilgilendirdiğini söylediğini” yazdı.

"Türkiye’nin kayıplar konusundaki tutumunun, kayıp yakınlarının sevdikleriyle ilgili net yanıtlar almasına ve onlara layık bir mezar yaptırmalarına engel olduğunu” söyleyen Kakuris, kayıp yakınlarının acı çekmeye devam ettiğini ifade etti.

Gazete, panelde konuşma yapan Yunanistan’ın Kıbrıs’ın güneyindeki  Büyükelçisi Yoannis Papameletiu’nun ise, Kayıp Şahıslar Komitesi’nin yaptığı işi överek, kayıp yakınlarının, yeri tespit edilen kayıp sayısının zaman geçtikçe azalıyor olmasından duydukları endişeyi paylaştığını yazdı.

Haberde, Başpiskopos Yeorgios’un da, uluslararası örgütlerin ve AİHM kararlarının, "Türkiye’nin tutumu karşısında zayıf kalmasından ötürü hayal kırıklığı içerisinde olduğunu" ifade ettiği belirtildi.

(TAK Ajansı Rumca Haber Bülteni’nden – 4.11.2024)


GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR BELGESEL FİLMLER...

“Sessizlik vaziyeti: Kayıplar ve gazetecilerin öldürülmesine dair Meksika’dan bir belgesel...”

oncelikli-sayfa-16-b.jpg

Murat TÜRKER/BİANET

Görselde, alevler içinde yanmakta olan gazeteler görülüyor. Gazetelerin üzerinde İspanyolca başlıklar var ve dikkat çekici bazı ifadeler öne çıkıyor. En belirgin başlıklardan biri "Periodista... Asesinado!" yani "Gazeteci... Öldürüldü!" ifadesi. Diğer başlıklarda ise gazetecilikle ilgili çeşitli konular işlenmiş, örneğin "La Gaceta Metropolitana" isimli bir gazete ve "Huir o Morir" (Kaç ya da Öl) şeklinde bir başlık göze çarpıyor.

Sessizlik vaziyeti (Estado de silencio/State of silence) adlı belgesel, organize suç, kayıp insan vakaları, mültecilere yönelik şiddet, sömürü, siyasette çürümüşlük ve cezasızlık gibi mevzuları irdelerken objektif haber alma hakkımızın garantörleri gazetecilerin maruz kaldığı muamelelere bilhassa odaklanıyor.

Yönetmenliğini ve senaryo yazarlığını Santiago Maza’nın gerçekleştirdiği 2024 Meksika yapımı 79 dakikalık belgesel şiddet sarmalındaki bir coğrafyadan “Bize destek olun!” çağrısıyla çekilmiş, devletin aczini, hatta suç örgütleriyle güvenlik kuvvetlerinin işbirliğini gözümüze sokan dingin bir film.

20 seneyi aşkın bir süredir devam eden ve hükümetle kartellerin işbirliğinde, gazetecilerin yok edilerek sessizleştirilmeye ve unutturulmaya çalışıldığı bir dinamikler silsilesiyle karşı karşıyayız.

Tribeca, Sheffield, Roma, Rio de Janeiro, Valladolid, Guadalajara gibi festivallere katılmış olan ve aslında Türkiye dahil, tüm dünyada yaşanmakta olan vahim bir hakikatle bizi yüzleştiren ciddi belgesel SANFIC’in uluslararası film yarışmasının da galibi ilan edildi.

Karşımızda geleneksel belgesel şablonunda çekilmiş bir sinema örneği olsa da, kartellerle hükümetin tukaka ilan ettiği gazeteciler hakkında yeterince objektif ve tarafsız malumatla donatılıyoruz.

Uzun zamandır sansasyonel habercilik adına pornografik seviyede sömürülen Meksika’daki vahşete bu filmde fazla yüz verilmiyor; buna mukabil mütevazı belgesel birilerinin itibarsızlaştırmaya çalıştığı gazetecilere söz hakkı tanıyarak, haber alma hakkımızın muhakkak ki kutsal olduğunu layıkıyla hatırlatıyor.

ÇÜRÜMÜŞ SİYASETÇİLER...

Felipe Calderón’un Devlet Başkanlığı sırasında başlayan ve nedense ABD’nin Uyuşturucuyla Savaş operasyonlarıyla büyük paralellikler taşıyan süreç filmde teferruatıyla irdeleniyor. Halef  Enrique Peña Nieto’nun bir türlü düzeltemediği vaziyet Andrés Manuel López Obrador tarafından da pek ümit verici bir seviyeye taşınamadı. Filmdeki basın toplantısı görüntülerinde gazetecileri korumanın demokrasi gereği şart olduğunu ifade ederken aslında aba altından sopa gösteriyor desek yalan olmaz. Yoksa iktidar temsilcilerinin terör estirmelerini kanıksamamız mı bekleniyor?

Dolayısıyla filmin üstlendiği misyonlardan biri devlet tarafından şeytanlaştırılmış gazetecilere insani bir kimlik kazandırmak ve yalnız Meksika çapında değil, dünya çapında bir dayanışma ağı kurmak.

Zaten mesele devlet tekelindeki taraflı medya kurumlarına inat, hakikati mümkün olduğunca geniş kitlelere yaymak. Bunun içine izinsiz ağaç kesenleri ihbardan termodinamik santralin çevreye vereceği zarara, su kaynaklarının özelleştirilmesinden mültecilere reva görülen muameleye, geniş spektrumlu gazetecilik faaliyetleri çürümüş iktidar sahiplerini kesinlikle rahatsız ediyor. Ülkenin narko-politik imajı ayyuka çıkarken bilhassa yalnız kalmış yerel gazeteci kolaylıkla tehdit edilebiliyor; fazla rahatsızlık verdiği anda da susturuluyor. Aynı dinamik göz önünde olan popüler medya çalışanları için de geçerli. Şansı olanlar önceden uyarıldığı için önlem alabiliyor, aileleri tehdit edilmeye başladığında çareyi sürgünde bulanlar oluyor. Üstelik gazetecilik yapanların maaşı çok düşük oluyor; mütemadiyen tehdit altında yaşamaktan dolayı meslek erbaplarının travma sonrası stres bozukluğundan muzdarip oldukları da biliniyor.

POLİSTEN UZAK DUR!

İktidardakilerin, haber kaynaklarını kısarak sessizleştirmeye çalıştığı mıntıkalar ve mevzular var.

Filmin öldürülen gazetecileri hariç, bizimle yakından tanıştırdığı  María de Jesús Peter Pino, kocası Juan de Dios García Davish, Jesús Medina ve Narcos Vizcarra devlet koruyamadığı için başının çaresine bakmış kahramanlar.

Gazeteciler insan haklarını merkeze alarak mesleklerini sürdürüyor olsalar bile ihbar ettikleri suçlar nedense hükümeti rahatsız ediyor. İfade özgürlüğü yerle bir ediliyor, suç örgütleri kontrolsüzce dehşet saçıyor; toplu mezarlarda bulunanlar bir yana, gazeteciler yolun ortasında göstere göstere katlediliyor. Kayıp oğlunu arayan bir anne amacına ulaşamadan birilerince öldürülüyor.

Halk sindiriliyor, suç örgütleri rahatlıkla at koşturmaya devam ediyor. Belediye Polisi, Bakanlık Polisi veya Devlet Polisi, Meksika’da güvenilmez, hatta korkulan kurumlar haline geliyor; bu arada gazetecilik yüksek riskli meslekler sınıfına sokuluyor.

Prodüktör hanesinde Gael García Bernal ve Diego Luna’yı da gördüğümüz filmin sonunda 2000-2024 yılları arasında Meksika’da 163 gazetecinin öldürüldüğünü, 32 kayıp gazeteci vakasının ise sırrını koruduğunu öğreniyoruz. Adaletin tecelli edemediği davaların oranının %99 olması da zaten yeterince manidar değil mi?

Daha geçtiğimiz günlerde Patricia Ramírez González ve Mauricio Solís adlı iki gazetecinin ölümü ülkede vaziyetin ne kadar vahim olduğunu bir kez daha ispatladı.

Gazetecilerin yalnız bırakılmaması, hatta her birimizin telefon kameralarıyla birer muhabire dönüşmesi, neo-liberal düzenin otoriter şaklabanlar aracılığıyla hepimizi sıkıştırdığı yerlerden çıkmak için elzem.

Sessizleştirilmeye direneceğimiz muhakkak!

(BİANET.ORG – Murat TÜRKER – 2.11.2024)

Bu yazı toplam 615 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar