‘Ruletten’ halleriniz
Siyaset gibi, iş dünyası gibi, sendikalar gibi medyanın da “çirkef” bir yüzü vardır.
Ada yarısının içine işlemiş hoyratlık bir ahtapotun kolları misali dört bir yanı sarmıştır.
O nedenle bağımsız yargı, medya ve sivil toplumun “denetleyici gücü” çok daha önemlidir şimdi!
* * *
Biliyor musunuz yeni hükümet “gazetecisiz gazeteler” düşlüyor.
“İktidarsız iktidarların” ülkesine uyumlu olsun diye, kim bilir…
Didiklemeyen, sorgulamayan, itiraz etmeyen bir basın.
Siyasetin bal yapmazları sosyal medyadan paylaşacak, siz kopyalayıp yapıştıracaksınız.
Partili dostlarından basın danışmanları atayacaklar, siz onların iki dudaklarına bakacaksınız.
* * *
Medya Destek Programı vardı.
Pek çok kriter yazılmış, haksız rekabeti önlemek ve dijital dönüşüm sürecinde gazeteciliği yaşatmak için kaynak yaratılmış, onca emekle bir süreç başlatılmıştı.
“Ama olur mu” dediler.
“Biz eşe dosta dağıtmak istiyoruz, basın kartıymış, yatırımmış, kritermiş de neyin nesi…”
* * *
Bir gazetenin baskı süreci mürekkeple kağıdın sevişmesidir.
O saman kağıdın tortusuna gazetecinin tertemiz alın teri karışır.
O ter kirlendikçe kirlenir demokrasi…
O ter kirlendikçe özgürlükler daralır…
O ter kirlendikçe kirlenir yarınlarımız…
Şimdilerde rulet masalarının artıklarından bir medya büyütüyorlar.
Gazetecilik gailesi olmayanların medyası bu…
Hükümetler nedense onları pek bir seviyorlar!
* * *
Bir başka ülke yoktur sanırım, televizyon karşısında, kendi kanallarınızı bulamadığınız.
“Nereye gitti bizim bu kanallar” diyoruz ve kendimizden habersiz oturuyoruz ekran başında, kendimize yabancı…
Bir başka ülke yoktur, yabancı gazetenin, yerlisini böylesine rahatlıkla kemirebildiği…
Parasını ödediğiniz ürünün reklamını, size uzaklardan yapıyorlar.
Ya “haksız rekabeti önleyiniz” diyoruz.
“Ya destek olunuz…”
Sesimiz kısılıyor giderek.
Görmüyorlar.
İçimizde bağıra çağıra susan bir “yurtsuzluk” büyüyor.
Anlamak istemiyorlar.
* * *
Ya göründükleri gibi olsalar aslında…
Ya da oldukları gibi görünseler…
Bir yüzleri olsa…
Kimseler de yüzsüzleşmeyecek…
* * *
Biliyor musunuz, hani o füzenin düştüğü gece yarısı sabahın üçünde yatağından uyanan ve dağlara koşan; cephaneliğin patladığı gün doğumu yüzünü yıkayamadan kıyıya akan, hesapsız bir vakitte evladının üzerini örtemeden ölümlü trafik kazasının tanıklığında yüreği parçalanan, meclisten tarlaya acil servisten mahkemeye sürüklenen geleneksel medyadaki, özel sektördeki gazetecilerin çoğu… Hemen hepsi neredeyse asgari ücrete “maaş” diyor… Hem de her aybaşı şükrederek… Öyle duygu sömürüsü falan değildir bu çünkü bu sektörde “sömürü”nün ne olduğunu yaşamayan bilemez… O nedenle “destek” diyoruz, çok da keyfimizden değil… Siz kimi “patronlar”ın evlatlarını tımar eder, yakınlarınıza “danışmanlıklar” ayarlar, üyelerinize “üst düzey” sözleşmeler imzalar, beş senede bir kez işine gitmemişlere “terfi” tertipler, turiste ota bota teşvikler yağdırırken… Hani o sizi izleyen gazetecilerin de yüzüne bir bakınız arada… Samimiyetle bakınız, kibirle değil, dalga geçmeden…
* * *
Çok da derdiniz mi, bilmiyorum… Yine de söylemiş olayım… Hani o ruletten gazeteleriniz projeden weblerinizde övgüleriniz olsa dahi onca basın emekçisinin kırık kalpleri olacaktır, hep peşinizde…