Rum Düşmanlığı ve Rum Fetişizmi
Umut Özkaleli: Kıbrıs Türk soluna eleştirilerimin en çok hayat bulduğu nokta solun kendi belirlediği dünya görüşü ve sol ilkeler üzerinden politik bir çizgi belirlemek yerine, sağın politikalarının tersini yapmayı, sağın konuştuğu meselelere onların konuş
Umut Özkaleli
Kıbrıs Türk soluna eleştirilerimin en çok hayat bulduğu nokta solun kendi belirlediği dünya görüşü ve sol ilkeler üzerinden politik bir çizgi belirlemek yerine, sağın politikalarının tersini yapmayı, sağın konuştuğu meselelere onların konuştuğunun tersinde bir söylem geliştirmeyi tercih eden yapısıdır. Sol politika hep sağ politikanın güdümlü mermisi gibi onun peşinden koşarak hedefi isabet ettirmeye ve imha etmeye çalışıyor. Kendine ait bir rotası, planı ve gelecek vizyonu yok. Solcular genelde buradaki sağın bir vizyonu olmadığını söylüyor. Ben tam tersi bir tespitle, sağ partilerin dünyada çalışan sınıflara yönelik olan neo-liberal saldırılarla eşgüdümlü bir programı olduğunu, buna karşılık sol partilerin beklenenin, özlenenin ve olması gerekenin aksine Kıbrıs’ın Kuzeyi ile ilgili uzun vadeli ve uzun soluklu bir gelecek planından yoksun olduğunu düşünüyorum. Mesela sağın dayattığı ekonomik paketlere karşı sol partiler olarak protesto yapıyor ama Kıbrıs’ın Kuzeyini barış gelmeden önceki süreçlerde nasıl üretken ve nasıl kendi ayakları üzerinde durabilecek bir yapıya kavuşturabileceğimizi konuşmuyoruz. Tam tersine, kendi başımıza üretmemiz ve bağımsız olabilmemiz korkulacak bir şey bizim için. Çünkü sağın konuştuğu merkezden algılıyoruz Kıbrıs meselesini de, barışı da, ikiye bölünmüşlüğü de. Kendi özgün noktamızdan bağımsızlaşabilen bir Kıbrıslı Türk halk yaratabilsek, Rumlarla kurgulamayı istediğimiz birliktelik için de daha gerçekleşebilir, daha haysiyetli bir birleşiklik sağlayabileceğimizi algılayamıyoruz. Sağın bize “bağımsızlık Rumlarla nihayetinde temelli ayrılmaktır, haydi KKTC’yi yaşatmaya” diyerek geliştirdiği söyleme anti tezimiz kendi bağımsızlığımızdan itinayla kaçınmayı getirdi. Sağın bütün bağımsızlık nutukları altında bağımsız bir Kıbrıslı Türk halk yaratmak istemediğini bağırdık ama bu bizi sağın bağımsızlığı Rum düşmanlığına çeviren söyleminin aynadan yansıyan yüzünü üretmekten öteye götüremedi, kendi sesimizden bağımsızlığı tartışabileceğimiz şekilde beyinlerimizi tahakkümden kurtaramadık. Kendi aramızdaki benzeşen söylemlerin haklılığı içinde boğulup durduk. Sağın istediği masada kumar oynamayacağımızı söyledik ama aynı izbe ve karanlık odada kalarak, sadece yan masaya geçerek aynı kumarı oynamaya devam ettik, kumar masasını ortadan kaldırıp, gün ışığına çıkarak alternatif hayatlar arama yolunu seçmedik. Kısacası sağ, “bağımsızlık eşittir KKTC” ve “bağımsızlık eşittir barış karşıtlığı” söylemini başarıyla özdeşleştirerek, algımızı buna odaklayarak kendi bağımsızlığından korkan, beyni kolonize edilmiş bir sol türetti. Biz de sol partilerin içinde kendi özgün noktamızdan politika üretmek yerine sağın anti tezi olarak politik çizgilerimizi sınırlandırdığımız için kendi bağımsızlık tanımlamamızı yapmaktan aciz hale gelmiş bir solla geleceğimizi belirlemeye çalıştık yıllar yılı.
Bağımsızlık tanımlaması olmadan, büyük devletlerin ve devletlerarası kurumların kurgulayacağı bir barışı bekledik durduk. Bu bekleyiş içinde Rumları tek boyutlu şekilde konumlandırdık sol olarak. Her toplumun etnik, dilsel ve dinsel temellerde ayrı grupları arasında kaçınılmaz olarak doğabilecek olan “çoğunluğun azınlığa tahakkümü” (tyranny of the majority) probleminin Rumlarla ilişkilerimizi tehlikeye atabileceğini irdelemedik pek söylemlerimizde. Bu tip bir tehlikeyi ortadan kaldıracak uzun soluklu politikalar üreten ve bağımsız olabilen bir toplum çizgisinden bir birleşik Kıbrıs hayal edebileceğimizi maalesef hala da algılayamıyoruz. Onun yerine sağın Rum algısının ne olduğuna dikkatimizi vererek bunun antitezini yaratıyoruz. Sağın Rum algısının ne olduğu ortadadır: “Rumlar düşmandır, onlarla bir arada yaşanmaz, bizi kesmek için fırsat kollarlar ve hiçbir şeyimiz benzemediği için ortak bir geleceğimiz de olamaz.” Bu yaklaşım yıllarca kanlı söylemler, düşmanlıklar, ötekileştirmeler üzerinden sürüp gitti. Rumların ötekileştiriliş biçiminin korkunçluğu, bizleri seksenli yıllarda sınırlarda onlara taş atmak için okullarda otobüslere doldurmaları, küçük çocuklar için yaratılan “Rum” sembolünün insan dışı, suratsız bir gölge canavar olarak ortaya çıkması o dönemlerde okula giden herkes tarafından hatırlanır mutlaka. Bu ötekileştirme ve düşmanlık yaratmaya elbette solun karşı durması, alternatif bir söylem geliştirmesi, Rumlarla iki toplumlu faaliyetlerin hazırlanarak birbirini insanlığından çıkarabilen bu grupların birbirlerini insan olarak yeniden keşfedebilmeleri için mücadele vermeleri gerekliydi ve önemli bir sorumluluktu. Solun bunu yapması, öğretmenlerin düşmanlık aşılayan söylemlerden “milli” eğitim bakanlığına kafa tutularak sistemli şekilde alternatif yaratmış olması, gereken, Kıbrıslı Türklerin aktör pozisyonlarını ve yetilerini kullandıkları (ve Rumlara mukayeseli olarak çok daha başarıyla ve etkin şekilde bunu yapabildikleri de eklenmeli) altı çizilmesi gereken önemli noktalardır.
Ancak Kıbrıs Türk solu bu insanlığından çıkarmaya karşı çıkış, ötekileştirmelerin bitmesi ve düşmanlık değil dayanışma ve kardeşlik söylemleri çizgisini koruyamadı. Yukarıda bahsettiğim sağın politik söylemlerine anti tez olma, sağın düşmanlık aşılama çizgisinin alternatifi olarak Rumları fetişize edecek bir noktaya gelerek sağın “insanlığından çıkarma” tutumuyla eşleşecek şekilde ama tersi noktada Rumları insanlar olmaktan çıkardı, onlardan insanüstü bir hatasız, barışçıl, içinde nefret duygusu taşıyan grupların olmadığı, Kıbrıslı Türkleri ötekileştiren bir yapı olmayan mükemmel ötesi varlıklara dönüştürdü. Dünyanın her yerinde kadın bedenini milletin aracı olarak görmek ve savaşlarda tecavüz etmek artık uluslararası hukukun bile savaşa özgü sistemik suç olarak kabul ettiği bir olgu iken, Rumların tecavüz etmeyen bir millet olduğunu düşünecek kadar fetişizmini uç noktalara götüren solcularımız var aramızda.
Ötekileştirmenin bitmesinin en önemli unsurlarından biri savaş yaşamış toplumların her ikisinin de birbirlerine ve kendi toplumlarına yaptıkları zulümleri, insanlık dışı olayları karşılıklı konuşabilmekten geçmektedir. Kendinden-nefret (self-hate) noktasına geçerek, sağa karşı olsun diye Rumlardan bir arî ırk yaratarak, ne kendimize ayna tutabiliriz ne de barışsever olabiliriz. Bir grubun ötekileştirilmesinin yanlışlığını vurgulamak için bir başka grubu onun yerine koyarak ötekileştirmek (burda işçi ve göçmenlere yaptığımız gibi) ya da kendimizi kendimize ötekileştirmek barışseverlik değil, olsa olsa dostla düşmanın adlarını değiştirmektir. Yani sağın yarattığı dost-düşman ikili algılamasında hareket etmeye devam edilmekte, “düşmanlık” duygusuna başkaldırmak yerine “kimin” düşman olduğu noktasına konu indirgenmektedir. Sağın yarattığı nefret ve düşmanlık söylemi üzerinden politik söylem geliştirme pratiği kurutulmadan, barış yapılacak/düşman olunacak grupların odağı değiştirilerek nefret etmek, genelleştirmek ve ötekileştirmek devam etmektedir.
Rumlar da Kıbrıslı Türkler gibi hatalarıyla, iyilikleriyle, solcuları ile sağcıları ile, insan severleri ile milliyetçileriyle, ırkçıları ile insan hakları mücadelecileri ile insanlardır. Memleketimizin Rumların tarafında kalan yarısında da iki bayraklı bir cumhuriyet vardır, onlarda da anavatancılar ve Kıbrısçılar vardır. Kıbrıslı Rumlar da surlar içi ırkçılık ve gettolaşmayla yüzleşmektedir. Kıbrıslı Rumlar da dışarıdan gelen kadınların bedenlerini pazarlamakta, yabancı kadınların emeklerini evlerinde yok pahasına sömürmekte ve yeni tip köleleşmenin uygulayıcıları olmaktadır. Kıbrıslı Rumlar da ataerkildir ve onlar da ataerkil toplumla mücadele edenleri ile daha iyi bir Kıbrıs yaratma uğraşındadır. Kıbrıslı Türklerdeki Rum düşmanları gibi Rumlarda da Kıbrıslı Türklere karşı düşmanlık besleyenler vardır, ama aynı zamanda Kıbrıslı Türklerdeki gibi onlarda da barış hayali gerçekleşmedikçe üzüntüsü giderek artanlar vardır. Kıbrıslı Rum politikacılar için de güç ve statü barış arzusundan önce gelmektedir. Onlarda da TMT’nin Kıbrıslı Türklere kendi içinde yaptığı şiddeti kendi içinde Rumlara yapan (tecavüz dahil) bir EOKA vardır.
Fetişizm düşmanlık beslemek kadar tehlikelidir. Çünkü farklı bir yoldan yürünse ve birbirinden taban tabana zıt görünse de düşmanlık beslendiğinde varılan yolun aynısına varmaktadır. Onun adı da farklı bir dönemde yeniden dışlama, yeniden ötekileştirme, yeniden nefret duygularının artmasıdır. Bu iddiayı anlamlandırmak için belki fetişizmden ne kastedildiği vurgulanmalıdır. Bir grup insanı fetişize etmek onları artık insan konumundan çıkararak şeyleştirmek demektir. Şeyleştirme süreci de gruba akıl almaz güçlü özellikler atfetmektedir. Gruba atfedilen, idealize edilen karakteristikler, o gruptaki bireylerin her birinin sahip oldukları bir doğal, değiştirilemez özellikler bütünü olarak algılanmaya başlar. Bazı feministlerin kadın bireylerden hiçbir kötülük gelemeyeceği yanılgısı bu tip bir fetişlemenin ürünüdür. Kadınlara ataerkil toplum tarafından yüklenilen “fesat, dalavereci, baştan çıkarıcı” gibi özelliklerin genel kadın imajı yaratmasına karşı duruş yerini eğer “hiçbir kadın fesat, dalavereci ve baştan çıkarıcı” olamaz formülüne dönüştürülürse, o zaman kafamızda tekil bir “kadın” grubu yaratarak ona sahip olmadığı ve olamayacağı üstün özellikler atfetmeye başlayabiliriz. Bu hem hayal ürünü olarak yarattığımız ve beklentiler yüklediğimiz kadınlar açısından sorunludur, hem de kadını erkeğin tersinde durur pozisyona getirerek, erkekleri de bütünlüklü olarak daha negatif algılamamıza ve tek tipleştirmemize neden olur. Bu tip bir sorunu Amerika’da Kızılderililerle ve onlara yapılan insan hakları ihlalleri konusunda çalışan bir beyaz Amerikalı’nın “hiçbir Kızılderili’nin olumsuz özellikler taşıyamayacağı” sonucuna gittiğinde de gözlemlemiştim. Bir grubun tanınması, o grupla birlikte yaşanabileceğinin ortaya konulması, bir grubun haklarının ihlal edildiğinin ve bu ihlallerin tanınması gerektiğini vurgulamak demek, sözü edilen grubun top yekûn haklara saygılı, iyi özellikler taşıyan bireylerden oluştuğu, şiddet uygulamayacağı veya şiddet uygulasalar da bunun “mutlaka meşru bir sebebi vardır” sonucunu doğurabileceği anlamına gelmemektedir. Örnekler daha pek çok biçimde arttırılabilir ama burada esas gitmek istediğim nokta, bu tip bir fetişizmin yaratmak istediği etki yerine (barış, eşitlik, dayanışma, insan haklarına saygı), tam tersini yarattığıdır. Birlikte yaşamak istediğimiz Kıbrıslı Rumlarla ilgili sağın güdümlü mermisi olarak yarattığımız bu fetişist söyleme devam edersek, pratikte karşılaşacağımız sorunlardan habersiz, hayal dünyasında yaşayan bu yeni (ve eski) neslin sıradan, olması kaçınılmaz ama bir o kadar da büyüme ve zararlı hale gelme potansiyeli olan sorunlara karşı hazırlıksız yakalanması riski ile karşı karşıya kalacağız. Gerçek barışa hizmet etmeyen bir tutumdur fetişizm. Farklılıklarını sorun haline getirmemeyi öğrenmesi tamamlanmamış, daha birbirinin dilini bile konuşamayan bu gruplarla ilgili yaratılan fetişizmin hizmet ettiği tek bir nokta vardır: Konjonktür değişikliklerinde yeni güçlü aktörlerin etkinliği ve manipülasyonu altında, grupların yeniden ve çabucak birbirine düşme riskiyle karşı karşıya gelecek olmasıdır. Sağın Rum korkusu yaratan dışlayıcı söylemleri gibi solun fetişist imgelerinin yarattığı son da hüsran ve çatışmadır. Sağ bunu ötekileştirerek yaparken, sol bunu göreceli mahrumiyet (relative deprivation) yaratarak yapmaktadır; yani daha çok umarken o umudun çok altında gerçeklerle karşılaşmanın verdiği, beklentiden mahrum olma duygusuyla grupların birbirine düşmesine sebebiyet verecektir.
Adanın her iki tarafının en çok benzeşen yanının kendi dışında gördüğü topluluklara uyguladığı dışlama ve ırkçılık olduğu ortadadır, Avrupa Barometresinden bulgulara ulaşılabilir. Daha kendi içinde ötekileştirmelerden kurtulamamış iki grubun birlikte nasıl bir gelecek kuracağının cevabı elbette ki fetişist yaklaşımlarda bulunmayacaktır. Nasıl Kıbrıslı Türklerin içindeki düşmanlık ve faşist duyguları ortadan kaldıracak, barışa tutkun insanlar yaratmak arayışımız varsa, aynı arayışı Rumlara yönelik de yapmamız gerekmektedir. Kıbrıslı Türk sol olarak Rumlarla kendi prangalarımızı belli düzeylerde konuşmaktayız ve bu özgürleşme bağlamında olumlu bir adımdır. Rum sol Kıbrıslı Türklerle kendi prangalarını konuşabilmekte midir? Kıbrıslı Türk sol, Kıbrıslı Rum solun prangalarını konuşabilmekte midir? Çünkü iki taraflı adımlar atmak tüm Kıbrıs olarak özgürleşme projesinin gerçekten yaşanabilmesini sağlayacaktır. Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türklerin gerçek anlamda bütünlüklü bir biz oluşturması mümkündür. Ancak bunun olasılıktan çıkıp gerçekleşmesi için Kıbrıslı Türk solun Kıbrıslı Rumların içindeki sorunları da kendi sorunlarını konuştukları açıklıkla ve diyalog içerisinde konuşmalarını gerektirmektedir. Kıbrıslı Türklerin yıllarca izole edilerek, kimlik kavgası yaparak yaşamak zorunda kaldıkları marjinalleşme, Patricia Hill Collins’in ifade ettiği gibi etkin ve yapıcı şekilde kullanılabilir. Kıbrıslı Türkler bu marjinallik pozisyonundan tanınması ve tanımlanması gereken bir tecrübe kazandı. O marjinal pozisyonun Kıbrıslı Türkleri çok benzersiz şekilde kolonizasyon, tahakküm ve ezme biçimlerine karşı politik bilinç geliştirmede etkin yaptığını geleceğimizi birlikte kurgulayacağımız Rumlarla paylaşmamız, bu yönde derin şekilde yaşadığımız olgunlaşmayı ve tecrübeyi aktarmamız gerekmektedir. Bizim sorunlarımız kadar onların içinde artan ırkçılığın ve ötekileştirmenin de köklerine birlikte inmek görevi sivil toplum ve sol politik partilere düşmektedir. Ama bütün bunları konuşabilmek ve Rumlarla toplum tabanında gerçek anlamda bir diyalog kurabilmek için önce onların azımsanamayacak bir bölümünün beynindeki bu “çaresiz, Türkiye’nin boyunduruğu altında, ekonomik olarak ezik ve mahkûm Kıbrıslı Türkler” imgesini değiştirmemiz gerekmektedir. Üreten ve güçlü bir Kıbrıslı Türk toplum bu ülkenin sürdürülebilir, kalıcı barışının vazgeçilmez ve tek koşuludur. İşte o zaman gerçekten Kıbrıs’taki sağın güdümlü mermisi olmanın ötesine geçerek kendi sesimizle bir alternatif yaratacağız. Bu alternatif ses potansiyel olarak Kıbrıslı Türk solda bulunmaktadır. Tarihinde birbiri ile savaşmış, birbirinin dilini konuşamayan iki toplumun birleşik bir Kıbrıs’ta nasıl kalıcı bir barışa gidebileceği konusunda dengeli, pratikte var olan ve muhtemel sorunlara nasıl çözümler bulunabileceğini gerçek anlamda arayabilmek için bizim önce ve tamamen tüm tahakküm sistemlerinden kendimizi kurtarmış olmamız gerekmektedir. Ancak bu tip bir yol izlersek nasıl bir “barışmış Kıbrıs” tahayyül ettiğimizi konuşan özgün ve güçlü bir sol olacağız.