1. YAZARLAR

  2. Yücel Vural

  3. Rum Malları Sorunumuz: Makul Olanın Ötesine Geçmek
Yücel Vural

Yücel Vural

SALAMİS TARTIŞMALARI

Rum Malları Sorunumuz: Makul Olanın Ötesine Geçmek

A+A-

Kuzey’de, savaş nedeniyle terkedilmek zorunda kalınan Rum malları yeniden tartışma konusu oluyor. Zaten tartışma konusu olmadığı bir dönem de olmamıştı.

Bu hiç de şaşırtıcı değil.

Kimileri, zaman geçtikçe Kıbrıs’ta toprak ve mülkiyet sorunlarının unutulacağını ve ‘mevcut gerçeklikler’ temelinde bir düzenlemenin kaçınılmaz olduğunu hala ileri sürmeye devam ediyor. Hatta bununla da kalmayıp, sorunun daha da karmaşıklaşıp ‘çözümlenemez’ duruma gelmesi için çabalıyor.

Ama, bu konu herhangi bir düzeyde yargı organına taşındığı zaman, ‘mevcut gerçeklikler’ yaklaşımının savucunularını çok zor bir durumla karşı karşıya bırakıyor.

Genel olarak hem ‘özel mülkiyet’ konusuyla ilgili uluslararası normlar hem de uluslararası örgütlerin bizim örneğimizde takındığı tutum, bu konuda yönetim olarak geçmişten beri yanlış yolda olduğumuzu göstermeye yeterlidir.

‘Mevcut gerçeklikler’in bir sınırı da bizim makul davranışımızla çizilmektedir.

Rum mallarıyla ilgili sorunumuzun kaynağı, özel mülkiyet hakları konusunda makul olanın çok ötesine geçmiş olmamızdır.

Bizim, bu makul sınırı birtakım uygulamalarla çoktan ihlal ettiğimizi artık anlamamız gerekiyor.

Uluslararası hukuku bir yana bırakarak konunun unutulduğunu, ya da artık önemli olmadığı yanılgısına kapılmış olsak da, karşı karşı olduğumuz durum bunun tam tersini gösteriyor.

 

Mülkiyet ve toprak meselelerinin çözüm çerçevesi, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin federal bir yapıda yeniden örgütlenmesini öngören 12 Şubat 1977 tarihli Makarios-Denktaş anlaşmasında belirlenmişti.

Daha sonra, BM’nin Kıbrıs sorununa ilişkin çözüm parametrelerine içerik olarak dahil edilen bu anlaşma, toprak meselesinin, yani her bir toplumun yönetimi altında kalacak olan bölgenin a) idari sınırlarının, b) coğrafi büyüklüğunun, ve c) fiziki niteliklerinin belirlenmesine ilişkin objektif kriterler içermekteydi.

Buna göre, Federal Kıbrıs çatısı altında, her bir toplumun yönetiminde kalacak olan bölge, özel mülkiyet oranları ve toprak verimliliği dikkate alınarak belirlenecekti. Anlaşmanın öngördüğü İki bölgeli çözüme bu yolla ulaşılacaktı.

 

Makarios-Denktaş anlaşması mülkiyet sorununda da önemli bir açılımı içeriyordu.

Buna göre taraflar, mülkiyet hakkının varlığını ve önemini kabul etmekte ve yerinden edilmiş kişiler nedeniyle oluşan bu sorunun çözümünde KıbrıslıTürklerin karşılaşabileceği pratik zorlukların dikkate alınmasını öngörmekteydi.  

Makarios bu anlaşmayı, tüm Kıbrıslı Rumların geri dönüşünü garanti etmediği için onaylamaktan kaçınabilirdi. Ayni şekilde Denktaş, özel mülkiyet hakkına işaret ettiği için olumsuz bir tutum takınabilirdi.

Liderlerin 12 Şubat 1977 tarihli anlaşması makul olanı elde etme arayışını ifade etmektedir.

 

O dönemde, KıbrıslıTürklerin Kıbrıs’ın güneyinde  terk etmek zorunda kaldıkları özel mülklerine geri dönmek istemeyebileceğini, KıbrıslıRumların da tümünün özel mülklerine geri dönmesinin mümkün olamayabileceğini düşünmek çok zor değildi.

O nedenle Makarios ve Denktaş, özel mülkiyet hakkının varlığını ilkesel düzeyde kabul ederek bunun sınırlarının belirlenmesi konusunun ‘tartışmaya açık’ tutulmasına karar verdiler.

 

Daha sonra yapılması gerek şey, mülkiyet hakları konusunda bu makul bakış açısının gerektirdiği şekilde davranıp uygun adımları atmaktı.

KıbrıslıRum tarafı kendini garantiye alacak bir uygulamayı benimseyerek, güneyde terkedilmek zorunda kalınan KıbrıslıTürk taşınmazlarına yönelik geçici düzenlemeler ve kamusal yararın gerektirdikleri dışında bir işlem yapmaktan kaçınmıştır.

KıbrıslıTürk tarafı açısından ise, hakkaniyet ölçüleri içinde kalabilecek bir eşdeğer mal uygulaması, o dönemin koşulları nedeniyle fazla göze batmayacak ve tepki toplamayacaktı.

Toplumsal dayanışma,  toplum refahının geliştirilmesi ve kamusal ihtiyaçların karşılanması  amacıyla ortaya konulacak sınırlı bazı uygulamaları da anlamak mümkündü.  

Ama, mülkiyet konusundaki uygulamalarımızın, bir ganimet anlayışını egemen kılmamız nedeniyle makul olanın çok ötesine taştığı açıktır.

Öncelikle eşdeğer mal uygulamasının bilimsel kriterlere ne ölçüde uygun olduğu sorgulanmaya muhtaçtır.  

Ama keyfi şekilde oluşturulan ‘bazı hizmetlerin/görevlerin puana, puanların da sınırsız özel mülkiyete’ dönüştürülmesi kabul edilebilir bir uygulama olamaz.

Ayni şekilde, savaş nedeniyle terkedilmek zorunda kalınan özel mülkün, eşdeğer uygulaması dışındaki herhangi bir nedenle dağıtılması da kabul edilemez.

 

Rum mallarının sosyal konut ve benzeri toplumsal dayanışma amaclarıyla kullanılması da belirli koşullarda makul sayılabilirdi. Ama bunun tek bir koşulu vardı: Bu tür KıbrıslıRum mallarının kullanım amacından sapılmasına ve alınıp-satılmasına izin verilmemeliydi.

Yani tüm ekonomik ve toplumsal faaliyetlerimizi, hukuken geçerli tapulu özel mülkler, kamusal araziler ve hakkaniyetle belirlenmiş eşdeğer mallar üzerinde düzenlememiz gerekliydi.

 

Bu gereklilik halen geçerliliğini korumaktadır.

 

Makul olanın ötesine geçmemiz, mülkiyet sorununu hem Kıbrıs sorununun önemli bir unsuru durumuna getirmiş hem de çözüm çabalarına karşı, motivasyon kırıcı olumsuz psikolojik bir etki yaratmıştır.

Rum mallarına yönelik makul olmayan tutum ve yaklaşımlarımızın etkisi sadece bunlarla sınırlı değildir.

Bu malların özellikle Annan Planı’nmın sunulmasını izleyen dönemde başlayarak yabancılara yüksek fiyatlarla satılması, kullanılmalarında büyük bir başıbozukluğu ve plansızlığı gündeme getirmiş ve sadece bir avuç vurguncuyu zengin etmek dışında herhangi bir toplumsal yarar üretmemiştir.

Ülkenin kültürel yapısına  ve fiziksel dokusuna aykırı olan ve ciddi altyapı eksikliklerini barındırdığı için standart dışı yapılaşmaya konu edilen bu mallar nedeniyle gelecek nesillerin sağlıklı bir çevrede yaşama hakları da gasp edilmiştir.  

Bu nedenle, hukuken geçerli tapulu özel mülkler ve usulüne uygun olarak elde edilmiş eşdeğer malların bulunduğu alanları sadece bireysel ve toplumsal ihtiyaçlarımız için ve makul ölçüler içinde kullanma zorunluluğumuz vardır.

Bunun dışında kalan uygulamalar ve özellikle yabancılara yapılan taşınmaz mal satışlarının bugün veya yarın ciddi sorunlara yol açmayacağını düşünemeyiz.

Yaptığımız ve bundan sonra yapacağımız hataların bedelini, eninde sonunda, toplum olarak  ödemek zorunda kalmak dışında bir seçeneğimiz de bulunmamaktadır.

Bu bedeli daha da ağırlaştıracak uygulamalara derhal son vermemiz gerekiyor.

Bu yazı toplam 1170 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar